kayıt

gorgias

  1. 1
    gorgias, günümüz nihilizminin temelini atan ve ona şekil veren milattan önce 483 - 376 yılları arası yaşayan bir yunan sofisttir. hiççiliği ve kuşkuculuğu savunmuştur ve nihilizmin gelişmesinde temelleri atmıştır kendileri.

    Gorgias'ın Varlık Anlayışı

    Gorgias'ın ele aldığı konular iki başlık altında değerlendirilebilir. İlki, bir şey var değildir; olsa da bilinemez; bilinse de başkalarına aktarılamaz biçiminde ifade edilen görüşleridir. İkincisi ise bu görüşlerinin son bölümüyle ilişki içindeki, dil ve iletişim hakkındaki görüşleridir.

    Gorgias'a göre hiçbir şey var değildir: Eğer varlıktan söz edilecekse, üç şey söylenebilir. O, ya vardır ya yoktur veya hem vardır hem de yoktur, yani ikisinin karışımıdır. Eğer ilk seçenek geçerli ise o, ya öncesiz olmalıdır ya da sonradan meydana gelmiş olmalı veya bunların her ikisi birden olmalıdır. Eğer o öncesiz ise başlangıcı yoktur, öyleyse o sınırsız olmalıdır ve bu yüzden de evrende bir yeri yoktur, bir yeri olmayan bir şey olamaz; oysa o, eğer var ise bir şey olarak bir yerde olmalıdır. Eğer o, sonradan meydana gelmişse bir şeyden meydana gelmiş olmalıdır. Fakat bu, onun meydana geldiği şey için de geçerlidir ve bu da sonsuz geri gidiş paradoksu yaratmaktadır. Konun ele alınmasının başka bir biçimi, bölünebilir olup olmamak üzerinden gerçekleştirilir. Bu akıl yürütmeye göre eğer varlık var ise belli bir büyüklüğü de olmalıdır. Bu ise onun sonsuza kadar bölünebileceği sonucunu beraberinde getirecektir. Oysa bunun imkansız olması gerekirdi. Çünkü sonsuza kadar bölünebilen bir şey artık bir şey olmaktan da çıkacaktır.

    Akıl yürütme silsilesinin ikinci bölümünde Gorgias, herhangi bir şey var olsa bile, onun bilinemeyeceğini belirtmektedir. Çünkü ona göre düşünmek, zihindeki kavramların düşünülmesidir. Eğer kavram değilse gerçek düşünülemez demektir. Akıl yürütme silsilesinin üçüncü bölümünde Gorgias, insanın bir şey bilebilse bile başkasına iletemeyeceğini ileri sürmektedir. Çünkü bir nesne ile ilgili veriler gözle veya kulak yoluyla edinilir, fakat biz onu hakkında elde ettiğimiz verileri, verileri elde ettiğimiz yollardan çok başka olan, sözlerle ifade etmeye çalışıyoruz. Fakat dil bunların her ikisinden de farklı olduğu için onları doğru olarak temsil edemez. Başka bir deyişle, tam bir iletişimin olabilmesi için, bir köprüden bahsedilirken o köprünün tam bir görsel betiminin oluşturulabilmesidir.

    Tüm bu akıl yürütmeler dikkate alındığında, öyleyse gerçek yoksa bilgi de yoktur ve bu durumda da iletişimde etkileyicilik ön plana geçecektir. Gorgias'ın Helen'e Övgü adlı konuşmasında bu anlayış tartışma konusu yapılmakta ve sözün, Logos'un etkileyiciliğine vurgu yapılmaktadır. Konuşmada Logos'un insanlar üzerinde gücü ve etkisinin vurgulanması için ''Gorgias retorikçi ile doktor, Logos ile kimyevi-büyüsel malzeme arasında bir analoji kurmuştur'' (Wardy, 1996: 46). Kullanılan benzetme, hekimlerin ilaç kullanarak hastalarının sağlık durumları üzerinde etki edebilmeleri konu edilir. Fakat sözlerin yararlı etkileri olabileceği gibi zararlı etkileri de söz konusu olabilmektedir. Logos'un kötü olarak değerlendirilen zorlayıcı olabilen etkisi, onun insanların ruh hallerini değiştirebilmesine bağlıdır. Logos insanın korkularını sona erdirebildiği gibi, iyi yönde duygu değişimleri de meydana getirebilmektedir. Bu bakımdan sözün etkisinin salt kendisinden değil, sözün kullanıldığı amaçtan kaynaklandığı şöyle ima edilir: ''Sözcüklerin esin dolu büyüsü üzüntüyü uzaklaştırabilir ve hazza yöneltebilir.'' (Gorgias, 10).

    Sözün etkileyiciliğini arttırmasını sağlayanın ne olduğu, Gorgias'ın bu konuşmasından belli ölçüde anlaşılabilir. Gorgias'a göre sözün insanları bu kadar büyük ölçüde etkileyebilmesinin nedeni insan bilmesinin sınırlılığıdır. ''Sözcükler uydurarak sayısız kere ikna ederler; fakat eğer birisi geçmişin hatıralarına, şimdinin bilgisine ve geleceğin öngörüsüne sahipse, konuşmanın gücü o kadar da büyük olmayacaktır. Fakat bu durumda, insanlar ne geçmişi hatırlayabilir, ne şimdiyi gözleyebilir ne de geleceği tahmin edebiliyorsa, kandırma kolaydır; bu yüzden insanların pek çoğu ruha tavsiye olarak kanaat önerir. Fakat güvenilmez olmasıyla kanaat, belirsiz talihle eş tutulur.'' (Gorgias, 11). ''Logos'a aldatıcı-ikna etme imkanının veren şey nedir? Gorgias'a göre eğer herkes kapsamlı bir biçimde geçmişin hatırasına, şimdinin kavrayışına ve geleceğin ön görüsüne sahipse, Logos bu konumunda olmayacaktır'' (Wardy, 1996: 42). Gorgias'a göre insan bilmesinin sınırlılığı onun şu üç konudaki yetersizliğinden kaynaklanır. İnsanlar geçmişte olanları tam olarak hatırlayamazlar, şimdi olanlar hakkında yeterince bilgi sahibi olamazlar ve gelecekte olacaklar hakkında da insan bilmesinin doğası gereği, kesin ön görülerde bulunamazlar. İnsan bilmesinin bu sınırlıkları, insanın sürekli olarak aşmaya çalışacağı bir belirsizlik ve dolayısıyla da güvensizlik ortamında kalmasına yol açmaktadır. Bu güvensizliğin yarattığı boşluktan dolayı meteorologlar, söylevciler ve felsefe konuşmacıları insanların düşüncelerini kolayca değiştirebilmektedir. Örneğin meteorologun yaptığı şey, insan bilmesinin sınırlılığı yüzünden içine düşülen güvensizliğin, gelecek hakkında doğru olduğu iddia edilen bilgiler sunulmasıyla giderilmesine yöneliktir. Fakat Gorgias'ın bu konuşma metninde meteorologların, konuşma ustalarının ve filozofların yaptığının yalnızca bir ikna olduğu ileri sürülür. Söz konusu durumlarda insanlar belli birtakım bilgiler sunularak bilgilendirilmiş olmamakta, ancak beceri ve sanatlarla ikna edilmiş olmaktadır. Gorgias'ın temsil ettiği bu anlayışa göre doğruluk evrensel ve kalıcı değil, bireysel ve geçicidir. Bu bakımdan bilgiden değil, ancak inançlardan söz edilebilir.

    ''Böylesi bir ikna sanatı, konuşmaya eklenince, ruh üzerinde de istediği herhangi bir etkiyi oluşturabilir ve bu sanat ilkin bir kanaati kaldırıp yerine bir diğerini yerleştirerek zihnin gözleri önüne akıl almaz ve görünmezi seren gökbilimcinin iddialarından hareketle ikinci olarak kamusal bir ortamda beyanların doğruluğuyla değil de onun düzenlenmesinin başarısı aracılığıyla bir konuşmanın kitleye hükmedebilmesi ve ikna edebilmesiyle, üçüncü olarak kanaatlerin kolayca değiştiği görülen hızlı düşünme ortamı olan felsefe tartışmalarından hareketle gösterilebilir.''

    *Ömer Yıldırım'dan Alıntıdır
  2. 2
    platon'un kaleme aldığı, hocası sokrates ile sofist gorgias o'nun çömezleri denebilecek kallikles ve polos'un retorik üzerine konuşmalarını ele alan bir diyalog.

    idefix linki: www.idefix.com/...

    kitapta tahmin edilebildiği gibi, bir hakikatin savunucusu olan sokrates'in retorik'e karşı çıkması ele alınıyor. retorik, eski zamanlarda politikacılara veya soylu ailelere verilen söylem ve haklı çıkma üzerine bir felsefi ders tarzı bir şeydir.

    bu noktada sokrates şunu sorar gorgias'a, retorik dediğiniz şeyi iyi bilen herkes aslında haksız bile olsa karşısındakine haklı gözükmeye çabalayacağından ve kısmen de bunu başarabileceğinden ötürü bunun ahlaki ve etik yanını vesaire önemsemiyor musunuz der. ve siz bu şeyi öğreterek belki de haksızlıklara yol açıyorsunuz der. ekler ve gorgias'a, eğer ki diğer bilimlerdeni tıptan ve astronomiden anlamayan birisine retorik öğretir misin gorgias diye sorar. ve eğer ki bu kişiye retorik öğretirsen, o kişi ileride bir gün etkileyici konuşma sanatı yüzünden kendisine doktor ihtiyacı bulunan kişiyi, kendisi doktor olmamasına rağmen ikna edebilir ve onu çaresizliklere düşürebilir der. peki ya sen bunun hakkında ne düşünüyorsun gorgias der. platon'un yazdığı diyaloglarda gorgias sokrates',n bu çıkışını haklı bulur ve der ki, elbette öğretmem. benim yanıma retorik öğrenmeye gelen her kişi diğer bilimlerden anlamak zorundadır der.

    nedense hakikatin olmadığını söyleyen gorgias, platon'un kaleme aldığı bu diyalogda sokrates'in saçma söylemlerine haklıymış havası ile katılır. oysa retorik ve onu öğreten sofistlerin bir etik duruşu tam olarak çağdaşlarına göre değildir. belli bir ''birlik'' ve ''arkhe'' görüşleri olmadığı gibi gorgias tamamen hiççi bir sofist olmasına rağmen sokrates'in bu söylemlerine haklılık verir.

    burası saçmadır işte. tabi platon'dan öncesini sadece ondan duyduğumuz için ve sokrates'in de onun akıl hocası olduğunu ondan bildiğimiz için pek de şaşırmamak gerekli. çünkü platon da sokrates gibi bir varlık filozofuydu. keza idealar kuramının temelinde ilk çağ filozofları gibi bir arkhe sorunu vardı.

    neyse işte. velhasıl kelam ki, kitap tamamen hakikat savunuculuğu yapan ve retorik karşıtı bir görüş olduğundan ciddiye alınmamalıdır. zaman kaybı.
  3. 3
    ---spoiler---

    KALLİKLES - Bana öyle geliyor ki, gerçek bir halk hatibi gibi söylevlerinden kıvanç duyuyor ve Polos da suçladığı Gorgias gibi senin karşında güçsüz kaldığı için böyle konuşuyorsun, Sokrates. Polos'un dediğine göre, sen, Gorgias'a, retorik öğrenmek isteyen biri, doğruluğun ne olduğunu bilmeden senin okuluna gelirse, ona retorik sanatını öğretir misin diye sorduğunda, o, hayır demeye utandığından ve beklenilenden başka türlü bir yanıt alınca gücenen insanların önyargılarına karşı koymak istemediğinden, öğretebileceğini söyledi. Bu itirafla, Gorgias'ın, sözleriyle bir çelişki içinde olduğu ortaya çıktı; senin de aradığın buydu zaten. İşte bunun üzerine, Polos seninle alay etti ve öyle sanıyorum ki, böyle yapmakta haklıydı. Ama, görüyorsun ki, Polos da aynen Gorgias'ın durumuna düştü. Ben onun, haksızlık etmenin haksızlığa uğramaktan daha çirkin olduğunu kabul etmesini doğru bulmuyorum. Sen, bunu fırsat bilerek gösterdiğin kanıtlarla, onu susturdun; çünkü o kendi düşüncesini söylemeye cesaret edememişti. Aslına bakılırsa, gerçeği aramak bahanesiyle, doğaya göre değil de, yasalara göre güzel olan üstüne konuşup sıradan bir hatip gibi davranan sensin. Oysa, çoğunlukla, doğa ve yasalar birbirine karşıttır. Bu nedenle, insan utanıp düşündüğünü söylemekten çekinirse, sözleri birbirini tutmaz olur. Sen de, bu sırrı fark edip ortaya çıkardığından, tartışma sırasında tuzak kurmaya çalışıyorsun. Biri, sana yasalara dayanarak konuşsa, sen doğaya dayanarak sorular yağdırırsın, doğadaki düzenden söz etse, sen yasalardaki düzen hakkında soru sorarsın. Sözgelimi, şimdi, yapılan ve uğranılan haksızlık konusunda da aynı tutum içindesin. Polos, yasalara göre en çirkin olan şeyden söz ederken, sen, tartışmayı doğaya başvurarak sürdürüyorsun. Çünkü doğaya göre en kötü olan aynı zamanda en çirkindir de; aynen haksızlığa uğramak gibi. Ama yasalara göreyse, en kötü ve en çirkin olan kötülük yapmaktır. Haksızlığa uğramak da, bir insana değil, yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen ve kendini de sevdiklerini de bu haksızlığa karşı koruyamayacak durumda olan bir köleye uygundur. Ama bana göre, yasalar güçsüz insanlar için ve onların büyük bir bölümü tarafından yapılmıştır. Bu nedenle de, yasaları kendi çıkarlarını düşünerek yaparlar, ve yine kendi çıkarlarını düşünerek bu yasaları ya överler ya da alaya alırlar. En güçlü olanları, kendilerine üstünlük sağlayabilecek olanları korkutmak ve bu üstünlüğü elde etmelerini engellemek için, kendi payına düşenden daha çoğunu elde etmeye çalışmanın ayıp ve haksızca bir şey olduğunu ve de başkalarından daha fazlasına sahip olmak istemenin tam anlamıyla bir haksızlık sayıldığını söylerler. Ama, kendilerine gelince, daha üstün alanlarla eşit değerde olmaktan başka bir şey arzulamazlar sanırım. İşte bu nedenle, yasa düzenine göre, herkesten daha fazlasına sahip olma tutkusu doğru değildir ve çirkindir; haksızlık denilen de budur. Ama görüyorum ki, doğanın kendisi bile en mükemmelin en fenadan, en güçlünün de en zayıftan daha üstün olmasının doğru olduğunu söylüyor ve bunun yalnızca hayvanların dünyasında değil, insanların dünyasında da böyle olduğunu yığınla örnekle kanıtlıyor ve bütün şehirlerde, bütün ırklarda, en güçlünün zayıfa hükmetmesinin, üstelik ondan daha üstün olmasının kabul edildiğini gösteriyor. Gerçekten de, Kserkses Yunanistan'da, babası da Skythia'da hangi hak adına savaşıp durdular? Bu konuda sana sayısız örnek verebilirim. Ama bu insanlar öyle sanıyorum ki, doğru yolu izlemek için, insanların koyduğu yasaları değil de, doğruluğun doğasına göre, ve Zeus hakkı için, doğa yasasına göre hareket ettiler. Aramızdaki en mükemmel ve en güçlüleri, aynen aslan yavruları gibi küçük yaşta alıp, büyücülük ve gözbağcılıkla yetiştirir ve onlara eşitliğe saygı göstermenin gerektiğini, güzelin de doğrunun da bu olduğunu öğretiriz. Ama, bütün bu bağları sarsıp koparacak ve böylece onlardan kurtulacak güçte bir insan çıkarsa ortaya, eminim ki, yazılarımızı, gözbağcılığımızı, büyülerimizi ve de doğaya uymayan bütün yasaları çiğneyerek başkaldırır, ve kölemiz iken efendimiz oluverir; işte o zaman da doğa doğruluğunun tüm gücüyle parladığını görürüz. Öyle sanıyorum ki, benim bütün bu söylediklerimi Pindaros şu lirik şiirinde açıkça ortaya koyuyor: "Yasa, dünyanın, ölümlülerin ve ölümsüzlerin kraliçesi". "Bu yasa", diye ekler, "en şiddetli hareketleri bile doğrulayıp, o güçlü eliyle her şeyi yönetir. Bunu Herakles'in yaptığı işlerden anlıyorum, çünkü onları satın almadığı halde..." Şiiri ezbere bilmiyorum ama, söylemek istediği aşağı yukarı bu işte. Buradan çıkarılabilecek anlam ise şu: Geryones'in öküzlerini satın almadığı ve bu öküzler kendisine verilmediği halde, Herakles doğaya göre haklı olduğunu sanarak ve zayıflarla küçüklerin öküz ve mallarının en mükemmel ve en güçlü insanlara ait olduğunu düşünerek, bu öküzleri alıp götürmüştür. İşte gerçek budur. Felsefeyi bir yana bırakıp daha önemli işlerle uğraşsan sen de bu gerçeği görebilirsin. Felsefeyle gençlikte uğraşmak güzel şeydir, Sokrates; ama, üstünde gerektiğinden fazla durulursa, insan için yıkım olur. Çünkü, insan ne kadar iyi niteliklerle bezenmiş olursa olsun, eğer ileri yaşlara dek felsefeyle uğraşırsa, seçkin ve saygıdeğer bir insan olmak için öğrenilmesi gerekli şeylerden habersiz kalır. Gerçekten de o zaman, devletin yasalarından hiçbir şey anlamaz ve gerek özel gerekse kamu ilişkilerinde nasıl konuşacağını bilemez; zevk ve tutkular üstüne, kısaca insanların karakterleri üstüne, hiçbir deneyimi olamaz. Nitekim, özel bir işle ya da bir kamu işiyle görevlendirilecek olsa, siyaset adamları sizlerin konuşma ve tartışmalarınıza katıldığında nasıl gülünç bir duruma düşüyorsa, o da aynı biçimde herkese alay ve gülme konusu olur. Euripides'in de dediği gibi: "Herkesin parladığı ve kendini adadığı sanat, kendi kendini aştığı ve günün büyük bölümünü onun için harcadığı sanattır". Ne var ki, pek anlayıp kıvıramadığı bir şey olursa, insan ondan sakınır ve onu eleştirir; oysa ötekini, büyük bir saygıyla över ve böyle yapmakla da kendini övüyor sanır. Ama, bana kalırsa, en iyisi her ikisini de öğrenmektir. Eğitilecek kadar felsefe öğrenmek güzel bir şeydir ve genç biri için felsefe yapmak ayıp değildir; ama, yaşlılığında da felsefeyle uğraşan insan gülünç olur; bu gibileri de, bana dili dolaşan ve çocukluk eden kimseleri anımsatır Sokrates. Kekeleyip duran ve oynayan bir çocuğa rastladığım zaman, bunlar o yaştaki bir çocuğa yakıştığı ve ona özgür adam havası verdiği için hoşuma gider ve beni eğlendirir. Oysa, açık seçik konuşan bir çocuk görürsem, bu nitelik beni şaşırtır, işittiğim sözler kulağımı tırmalar ve bayağı görünür. Ama, buna karşılık, dili düğümlenen ve oynayıp duran kimse, yaşını başını almış biriyse, bu hali çok gülünç olduğu gibi, kendisine hiç yakışmaz ve kırbaçlanmayı da hak etmiş olur. Felsefeyle uğraşanlar da bende aynı duyguyu uyandırır. Bir gencin felsefeyle uğraşmasını sever, yerinde bulurum; bu bana, onun özgür bir adam olduğunu gösterir. Tersine, felsefeyle ilgilenmeyen de, bence, güzel ve yüce bir iş yapabileceğine inanmayan basit bir adamdır. Ama yaşlı bir adamın, hala felsefeyle uğraşması ve bundan vazgeçmemesi bence kamçılanmayı hak ettiğini gösterir Sokrates. Az önce söylediğim gibi, bir insan ne kadar yetenekli olursa olsun, bu gibi durumda, şairin de dediği[18] gibi, herkesin parlayıp sivrildiği şehrin merkezinden ve toplantılardan kaçarak kendini adam olmamaya, bütün ömrünü bir köşede üç-dört gençle, ağzından hiçbir özgür, büyük ve yüce söz çıkmadan, fısıldaşarak geçirmeye mahkûm eder. Bana gelince, Sokrates, sana karşı çok iyi duygularım var. Şu anda öyle sanıyorum ki, az önce belirttiğim Euripides'in oyunundaki Zethos'un Amphion için beslediği duygular uyanıyor içimde sana karşı. Ben de, sana, Zethos'un kardeşine verdiği öğütlere benzer öğütler vermek ve senin asıl ilgilenmen gereken şeyi bir yana bırakıp "çok cömert gönlünü çocuksu bir tavırla değiştirdiğini ve doğruluk üstüne olan tartışmalarda doğru bir söz söylemediğini, gerçek gibi görünen ve ikna edici şeylerle ilgilenmediğini ve mertçe bir öğüt vermediğini" söylemek istiyorum. Ama yine de, sevgili Sokrates, bana kızma: Sana olan dostluğumdur bana bütün bunları söyleten. Senin ve senin gibi felsefe incelemelerini bu denli ilerleten kimselerin, içinde bulunduğu şu durumda görünmesi seni utandırmıyor mu? Şu anda, seni ya da senin gibi olanlardan birini tutuklasalar ve işlemediğiniz bir suçla suçlayarak hapse götürseler, çok iyi bilirsin ki, şaşırır, aklınızı yitirir ve ne söyleyeceğinizi bilmeden, ağzınız açık kalırsınız; mahkemeye çıkarıldığınızda da, sizi suçlayan kimse ne kadar adi ve hor görülecek biri olursa olsun, eğer isterse sizi pekala ölüme mahkum ettirebilir. Oysa, söyler misin bana Sokrates, "çok yetenekli bir insanı kötü bir duruma sürükleyen", kendi kendini ya da herhangi başka birini koruyamayacak ve en büyük tehlikelerden kurtaramayacak bir duruma getiren, düşmanları tarafından yoksul bırakılmasına ve kendi ülkesinde şerefinle yaşayamamasına neden olan bir sanatın, ne gibi bir değeri vardır ki? Söylemesi biraz kaba kaçacak ama, böyle bir adamın suratına şamar indirmeye hakkımız vardır. İnan bana, benim iyi dostum, inan da gereksiz lafları bir yana bırak ve Musaların sevdiği işlerle uğraş, ve bilge bir adam olmaya çalış; ister bunaklık densin, ister aptallık, "şu seni bomboş bir evde oturmaya zorlayan kibarlıkları başkalarına bırak da, ıvır zıvır şeyler üstünde tartışma yapanları değil, varlıklı, saygıdeğer ve bin türlü üstünlüğü olanları örnek al kendine."

    ---spoiler---