kayıt

geceye bir şiir bırak

  1. 1001
    men türkçe başlaban rivayet
    kıldım bu fesâneni hikâyet.

    kim, şuhreti çün cahânga tolgay,
    türk eliğe dağı behre bolgay.

    nev çünki bükün cahânda etrâk
    köptür huştab'u safı idrâk
  2. 1002
    göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
    hafıza seni anmak ödevinde mi
    bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
    sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri

    aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
    mantığım mantığın üstünde yeni
    içimde nuh'un en yeni tufanı
    dünyaya ayak basıyorum yeniden

    göz seni görmeli ağız seni söylemeli
    bütün deniz kıyılarında seni beklemeli

    yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor
    ben yeni doğmuş bir çocuk gibi
    herkesin konuştuğu dilden mahrum
    ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci

    bütün deniz kıyılarında seni anmalı
    sen buzulların erimesi eskimoların ısınması

    (bkz: sezai karakoç)
    (bkz: küçük nat)
  3. 1003
    metrobüste gördüm bir kelebek gel bili bili diye bağırdım. gelmedi. ah fikriye! neden gelmez bu kelebelenk dedim. dedi ki onda liderlik vasfı yok.
  4. 1004
    (bkz: A poison tree)

    Süperinden bir şiir bıraktım, rica ediyorum.
    • müthiş şiir ❤️
  5. 1005
    Seçkin bir kimse değilim
    İsmimin baş harfleri acz tutuyor
    Bağışlamanı dilerim
    Sana zorsa bırak yanayım
    Kolaysa esirgeme
    Hayat bir boş rüyaymış
    Geçen ibadetler özürlü
    Eski günahlar dipdiri
    Seçkin bir kimse değilim
    İsmimin baş harflerinde kimliğim
    Bağışlanmamı dilerim
    Sana zorsa yanmaya razıyım
    Kolaysa affı esirgemeHayat boş geçti
    Geri kalan korkulu
    Her adımım dolu olsa
    İşe yaramaz katında
    Biliyorum
    Bağışlanmamı diliyorum

    - Cahit zarifoğlu -
  6. 1006
    "anam artık yasımla dövedursun dizini,
    bir günde aştı yârim iki şark denizini!
    şimdi aşkım kaybolan sahibinin izini
    yerde, suda, havada koklayan bir köpektir."

    *gitti
    **faruk nafiz çamlıbel
  7. 1007
    Ne hasta bekler sabahı
    ne taze ölüyü mezar
    ne de şeytan bir günahı
    seni beklediğim kadar
    Geçti istemem gelmeni
    Yokluğunda buldum seni
    Bırak vehmimde gölgeni
    Gelme artık neye yarar

    (bkz: Beklenen)

    Asla gelmeyen uykuma ithaf ediyorum...
  8. 1008
    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
    ve saçlarında
    vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
    İçimde ikinci bir insan gibidir
    seni sevmek saadeti...
    Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
    güneşli bir rahatlık
    ve etin daveti:
    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
    sıcak koyu bir karanlık...

    Ne güzel şey hatırlamak seni,
    yazamak sana dair,
    hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
    filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
    kendisi değil
    edasındaki dünya...

    Ne güzel şey hatırlamak seni.
    Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
    bir çekmece
    bir yüzük,
    ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
    Ve hemen
    fırlayarak yerimden
    penceremde demirlere yapışarak
    hürriyetin sütbeyaz maviliğine
    sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

    Ne güzel şey hatırlamak seni:
    ölüm ve zafer haberleri içinde,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...
  9. 1009
    Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
    Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
    Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
    Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
    Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…

    Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
    Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
    Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
    Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
    Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
  10. 1010
    Beni tarihe kaydedebilirsiniz
    Acı sözlerinizle, yalanlarınızla,
    Beni yerin dibine, çirkefe batırabilirsiniz
    Ama uçuşan toz gibi
    Ben yine ayağa kalkacağım.

    Hırçın özgüvenim üzüyor mu sizi?
    Hangi sıkıntıyla kaçıyor rahatınız?
    Biliyorum, çünkü oturma odamda keşfettiğim
    Petrolü çıkarır gibi yürüyorum.

    Aylar gibi ve güneşler
    Mutlaklığı gibi medcezirin
    Göğeren umutlar gibi
    Ben yine ayağa kalkacağım.

    Mahvolduğumu görmek mi istemiştiniz?
    Boynum eğik ve gözlerim yerde?
    İç burkan feryatların dermansız bıraktığı
    Gözyaşları gibi düşen omuzlarımla?

    Böyle gururlu duruşum incitiyor mu sizi?
    Neden kederleniyorsunuz bu kadar?
    Biliyorum, çünkü arka bahçemdeki altın madenini
    Kazıyormuş gibi gülüyorum.

    Beni sözlerinizle vurabilirsiniz,
    Gözlerinizle yaralayabilirsiniz beni,
    Nefretinizle beni öldürebilirsiniz
    Ama hava gibi, su gibi
    Ben yine ayağa kalkacağım.

    Cazibem dert mi oluyor içinize?
    Baldırlarımın birleştiği yerde
    Elmaslar varmış gibi dans etmem mi
    Şaşırtıyor sizi?

    Kulübesinden çıkarak utanan tarihin
    Ayağa kalkıyorum
    Acıda kök salmış bir geçmişten gelerek
    Ayağa kalkıyorum
    Yükselen ve uçsuz bucaksız bir kara ummanım ben
    Kaynayıp kabarıyorum, dayanıyorum cezirde medde

    Korku ve dehşet gecelerini bırakarak geride
    Ayağa kalkıyorum
    Harikulade aydınlıktaki şafaklara doğru
    Ayağa kalkıyorum
    Beraberimde atalarımdan yadigar armağanlar
    Umudu ve hayaliyim ben kölelerin.
    Ayağa kalkıyorum
    Ayağa kalkıyorum
    Ayağa kalkıyorum.

    - Maya Angelou -
  11. 1011
    her gece sen

    her gece sen girersin rüyalarima
    her gece sen...
    paramparça olur uykularim
    karanligin en koyulastigi yerde
    kapinin çalindigini duyarim
    açinca soguk bir rüzgar çarpar yüzüme
    sen yoksun...
    kilitlenir dudaklarim
    gözlerim karanliklarda bosuna arar seni
    sen yoksun...
    yalnizligimi kadehlere doldurup
    tek basima içmeliyim bu gece
    kirmaliyim kitaplari
    evleri atese vermeliyim
    sen yoksun...
    zaman gitgide uzar
    altmis saniye bir dakika
    altmis dakika bir saat
    ve sabahin olmasina daha bes saat var
    beklemek bir çesit ölmektir
    sen yoksun...
    bu bana her gece binlerce ölüm demektir.

    neden ayrilsin ellerimiz her aksam üstü?
    gözlerime aci bir karanlik düssün
    bir vapur alsin götürsün seni
    ben vapurlar dolusu kederimle yapayalnizim
    sen uzak bir körfezde özlemli, dalgin
    kiyilarina çarpip agladigi yerde dalgalarin
    neden ay karsilardan yükseldigi zaman,
    basin omuzlarimda olmasin?
    neden ellerin avuçlarimda degil?
    neden gözlerim aradigi zaman gözlerini bulmasin?

    durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor
    bu yollarin bir yerde ayrilmasi,
    uzayan kilometreler...
    o sefil, anlayissiz bakislari insanlarin
    dünya, o eski dünya degil
    tanri'ysa çoktan unuttu bizi
    su uçsuz bucaksiz evrende
    ne derdimizi dinleyen,
    ne de bir anlayan var sevgimizi.

    iki ömür degil,
    iki ayri ve büyük yalnizliktir yasadigimiz.
    her sey aslinda baska renkte.
    vernikli esyalar, vernikli yüzler...
    altindan yer yer siritan bir yoksulluk
    yalan üstüne yalan,
    oyun içinde oyun...
    her sey bir yerde anlamsiz ve bos
    gerçek olan simdi senin yoklugun

    senin varligini özledim duyuyormusun?
    bak nasil artiyor ellerimin sicakligi
    dinle bak nasil çarpiyor yüregim
    bütün sokaklarinda bu sehrin sana kosuyorum
    seni soruyorum gelip geçene,
    'görmedik', diyorlar.
    anlamiyorlar seni nasil özledigimi,
    nasil sevdigimi bilmiyorlar.
    volkanlar tutusuyor,
    ormanlar yaniyor içimde.
    her gece milyonlarin uyudugu bir anda,
    devler uyaniyor içimde.

    seni düsünüyorum,
    karanliklar içinden özlemli sesin geliyor.
    bir isik yaniyor çok uzaklarda,
    çorak topraklarimin üzerinden bir bulut geçiyor.
    simdi umutlarim,
    varilmaz uçurum diplerinde
    korkunç, karanlik magaralarda hayallerim.
    derin bir kuyudan su çekercesine,
    zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim.

    sen her zaman oldugun gibi
    yine o en güzel, en degerli...
    benimse ellerim simsicak,
    dudaklarim nemli,
    özledigim herseyimle
    kopup en yüksek tepelerden
    bir çig gibi sana geliyorum.
    sonra daglar çöküyor ansizin,
    agaçlar devriliyor,
    evler yikiliyor,
    altinda kaliyorum...

    kirik bir heykel,
    parçasini ariyor her gece.
    bir sarki notasini...
    bir tablo renklerini...
    agaç yapraklarini...
    vazo çiçeklerini...
    ve bir adam,
    her gece yollara düsüp,
    yana yakila seni ariyor...
    magrur gözleri islak,
    ilk defa agliyor bu adam,
    'gel ' diye,
    ilk defa yalvariyor...

    ben her gece,
    gözlerim tavanda bir noktaya dikilmis,
    seni düsünüyorum.
    ve sen o saatlerde,
    benim görmedigim rüyalari görüyorsun.
    bir böcek giriyor kafatasima...
    her gece sen,
    bir cinnet gibi,
    kanima yürüyorsun...

    (bkz: ümit yaşar oğuzcan)
  12. 1012
    "...
    Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
    Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
    İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
    Altın bileziklerle dolu bileklerin.
    Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
    Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
    Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

    Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
    En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
    Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
    Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
    Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
    Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
    Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!"

    ahmet muhip dıranas
  13. 1013
    Niceleri geldi neler istediler
    Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
    Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
    O gidenler de hep senin gibiydiler
    Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
    Er geç kuyusunu kazar herkesin
    Tut ki, Nuh kadar yaşadın zor bela
    Sonunda yok olacak sen değil misin?
  14. 1014
    "Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
    Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
    Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar;
    Kadrini bilmeye bak avucundaki ömrün.

    Toprak olup gitmişlere sorarsan
    Ha gavur olmuşsun ha müslüman
    Kimler bu dünyada eğlenmemişse
    Ötekinde yalnız onlar pişman.

    Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa?"
    • Tam anlamadım çok güzel
  15. 1015
    şiirimiz karadır abiler

    kendi kendine çalan bir davul zurna
    sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
    taşınır mal helalarında kara kamunun
    şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir

    aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler

    şiirimiz her işi yapar abiler

    valde atik'te eski şair çıkmazı'nda oturur
    saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
    kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
    saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir

    dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler

    ...
    şiirimiz erkek emzirir abiler

    ilerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
    yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
    kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
    tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir

    böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler

    şiirimiz mor külhanidir abiler

    topağacından aparthanlarda odası bulunamaz
    yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
    kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
    şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.

    ayıptır söylemesi vakitsiz üsküdarlıyız abiler

    şiirimiz kentten içeridir abiler

    takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
    bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla

    düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?

    (bkz: mor külhani)
  16. 1016
    bülbül

    Bir gamlı hazânın seherinde,
    Isrâra ne hâcet yine bülbül?

    Bil, kalbimizin bahçelerinde,
    Cân verdi senin söylediğin gül.

    Savrulmada gül şimdi havada,
    Gün doğmada bir başka ziyâda.

    *ahmet haşim
  17. 1017
    bir şiirimi paylaşmak isterim.

    İğde salınır,
    gümüş dalları arasında
    göze gelmez sarısı
    öyle kokar ki
    çakıllı bağları hatırlarım.
    İğde salınır,
    üstünden kurbağaların,
    benekli kelebeklerin yanından,
    al mor sabah göğüne oradan
    kimsesiz odalarıma
    narince sızar, canlanırım.
    Dereler aşar, günler devirir,
    ıslak kuytularına değer aşıkların
    kokusu sarar her yeri iğdelerin.

    Bakarım,
    mavi yeşil dallarda bahar
    solgun suratıma düşmez.
    İlk kez bu aylarda
    gönlümün kırgınlığı
    kırlangıç çığlıyla geçmez.

    Duyarım,
    yumrusu boğazımın
    dile gelmiş konuşur.
    Yutkunmayla geçmeyen
    elem tümörü bu,
    sıkı sıkıya tutunur.
    İğde salınır.

    İğdeler kokar.

    İğdeler yanar güneşte,
    kumlu meyvesi kızarır.
    Kokusu ekşir çiçeklerin,
    dökülür çoğu.
    Kokusu gibi de tütmez küllü sarısı,
    geçmedi de zaten bu bahar
    gönlümün sızısı.
  18. 1018
    sabah olduğu için bırakamadığımdır. geç kaldık.

    keşke bıraksaydım. ama sadece ben değil. bırakmasını istediğim birkaç kişi daha var, şiiri.
  19. 1019
    Yeni bir yer bulamazsın.
    Yeni bir şehir bulamazsın.
    Arkandan gelecektir bu sehir bu gökyüzü.
    Nerede nasıl geçiriyorsan ömrünü burda bu kösecikte.
    Öyle geçiriyorsun demektir bütün yeryüzünde de.

    Yunanlı bir şair söylemiş zamanında. Belki de bizi yada beni anlatıyor. Kafa yapın değişmediği sürece yerin mekanın paranın pulun ya da sevginin , sevgilinin hiçbir değeri olmadığını hatırlatır hep.

    Umarım sizler mutlusunuzdur.
  20. 1020
    Kendi yazdığım bir tanesini bırakayım.

    -- spoiler için tıkla --


    Sevdiğim insanlar var artık
    Saçlarına kar taneleri düşmüş insanlar
    Soğuklarda dudakları kızaran
    Ve akşamüzeri sıcak salep içen
    Sevdiğim insanlar var artık

    Gülümseyen insanlar var artık
    Göz kapakları yorgun vaziyette inik
    Ve altlarında mor çizgiler döşeli
    Dudaklarının kenarında minik bir çukur
    Gülümseyen insanlar var artık


    -- spoiler --