geceye bir şiir bırak
- 1001men türkçe başlaban rivayet
kıldım bu fesâneni hikâyet.
kim, şuhreti çün cahânga tolgay,
türk eliğe dağı behre bolgay.
nev çünki bükün cahânda etrâk
köptür huştab'u safı idrâk - 1002göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
hafıza seni anmak ödevinde mi
bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
sen eskimoların ısınması sevgililer mahşeri
aklım yeni bir akıldır çiçeklerden
mantığım mantığın üstünde yeni
içimde nuh'un en yeni tufanı
dünyaya ayak basıyorum yeniden
göz seni görmeli ağız seni söylemeli
bütün deniz kıyılarında seni beklemeli
yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor
ben yeni doğmuş bir çocuk gibi
herkesin konuştuğu dilden mahrum
ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci
bütün deniz kıyılarında seni anmalı
sen buzulların erimesi eskimoların ısınması
(bkz: sezai karakoç)
(bkz: küçük nat) - 1003metrobüste gördüm bir kelebek gel bili bili diye bağırdım. gelmedi. ah fikriye! neden gelmez bu kelebelenk dedim. dedi ki onda liderlik vasfı yok.
- 1004(bkz: A poison tree)
Süperinden bir şiir bıraktım, rica ediyorum. - müthiş şiir ❤️
- 1005Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme
Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa affı esirgemeHayat boş geçti
Geri kalan korkulu
Her adımım dolu olsa
İşe yaramaz katında
Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum
- Cahit zarifoğlu - - 1006"anam artık yasımla dövedursun dizini,
bir günde aştı yârim iki şark denizini!
şimdi aşkım kaybolan sahibinin izini
yerde, suda, havada koklayan bir köpektir."
*gitti
**faruk nafiz çamlıbel - 1007Ne hasta bekler sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar
Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar
(bkz: Beklenen)
Asla gelmeyen uykuma ithaf ediyorum... - 1008Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sarduya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...
Ne güzel şey hatırlamak seni,
yazamak sana dair,
hapiste sırt üstü yatıp seni düşünmek:
filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değil
edasındaki dünya...
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan birşeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
Ve hemen
fırlayarak yerimden
penceremde demirlere yapışarak
hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...
Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinde,
hapiste
ve yaşım kırkı geçmiş iken... - 1009Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak…
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta…
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta… - 1010Beni tarihe kaydedebilirsiniz
Acı sözlerinizle, yalanlarınızla,
Beni yerin dibine, çirkefe batırabilirsiniz
Ama uçuşan toz gibi
Ben yine ayağa kalkacağım.
Hırçın özgüvenim üzüyor mu sizi?
Hangi sıkıntıyla kaçıyor rahatınız?
Biliyorum, çünkü oturma odamda keşfettiğim
Petrolü çıkarır gibi yürüyorum.
Aylar gibi ve güneşler
Mutlaklığı gibi medcezirin
Göğeren umutlar gibi
Ben yine ayağa kalkacağım.
Mahvolduğumu görmek mi istemiştiniz?
Boynum eğik ve gözlerim yerde?
İç burkan feryatların dermansız bıraktığı
Gözyaşları gibi düşen omuzlarımla?
Böyle gururlu duruşum incitiyor mu sizi?
Neden kederleniyorsunuz bu kadar?
Biliyorum, çünkü arka bahçemdeki altın madenini
Kazıyormuş gibi gülüyorum.
Beni sözlerinizle vurabilirsiniz,
Gözlerinizle yaralayabilirsiniz beni,
Nefretinizle beni öldürebilirsiniz
Ama hava gibi, su gibi
Ben yine ayağa kalkacağım.
Cazibem dert mi oluyor içinize?
Baldırlarımın birleştiği yerde
Elmaslar varmış gibi dans etmem mi
Şaşırtıyor sizi?
Kulübesinden çıkarak utanan tarihin
Ayağa kalkıyorum
Acıda kök salmış bir geçmişten gelerek
Ayağa kalkıyorum
Yükselen ve uçsuz bucaksız bir kara ummanım ben
Kaynayıp kabarıyorum, dayanıyorum cezirde medde
Korku ve dehşet gecelerini bırakarak geride
Ayağa kalkıyorum
Harikulade aydınlıktaki şafaklara doğru
Ayağa kalkıyorum
Beraberimde atalarımdan yadigar armağanlar
Umudu ve hayaliyim ben kölelerin.
Ayağa kalkıyorum
Ayağa kalkıyorum
Ayağa kalkıyorum.
- Maya Angelou - - 1011her gece sen
her gece sen girersin rüyalarima
her gece sen...
paramparça olur uykularim
karanligin en koyulastigi yerde
kapinin çalindigini duyarim
açinca soguk bir rüzgar çarpar yüzüme
sen yoksun...
kilitlenir dudaklarim
gözlerim karanliklarda bosuna arar seni
sen yoksun...
yalnizligimi kadehlere doldurup
tek basima içmeliyim bu gece
kirmaliyim kitaplari
evleri atese vermeliyim
sen yoksun...
zaman gitgide uzar
altmis saniye bir dakika
altmis dakika bir saat
ve sabahin olmasina daha bes saat var
beklemek bir çesit ölmektir
sen yoksun...
bu bana her gece binlerce ölüm demektir.
neden ayrilsin ellerimiz her aksam üstü?
gözlerime aci bir karanlik düssün
bir vapur alsin götürsün seni
ben vapurlar dolusu kederimle yapayalnizim
sen uzak bir körfezde özlemli, dalgin
kiyilarina çarpip agladigi yerde dalgalarin
neden ay karsilardan yükseldigi zaman,
basin omuzlarimda olmasin?
neden ellerin avuçlarimda degil?
neden gözlerim aradigi zaman gözlerini bulmasin?
durup durup beni bu çaresizlik hançerliyor
bu yollarin bir yerde ayrilmasi,
uzayan kilometreler...
o sefil, anlayissiz bakislari insanlarin
dünya, o eski dünya degil
tanri'ysa çoktan unuttu bizi
su uçsuz bucaksiz evrende
ne derdimizi dinleyen,
ne de bir anlayan var sevgimizi.
iki ömür degil,
iki ayri ve büyük yalnizliktir yasadigimiz.
her sey aslinda baska renkte.
vernikli esyalar, vernikli yüzler...
altindan yer yer siritan bir yoksulluk
yalan üstüne yalan,
oyun içinde oyun...
her sey bir yerde anlamsiz ve bos
gerçek olan simdi senin yoklugun
senin varligini özledim duyuyormusun?
bak nasil artiyor ellerimin sicakligi
dinle bak nasil çarpiyor yüregim
bütün sokaklarinda bu sehrin sana kosuyorum
seni soruyorum gelip geçene,
'görmedik', diyorlar.
anlamiyorlar seni nasil özledigimi,
nasil sevdigimi bilmiyorlar.
volkanlar tutusuyor,
ormanlar yaniyor içimde.
her gece milyonlarin uyudugu bir anda,
devler uyaniyor içimde.
seni düsünüyorum,
karanliklar içinden özlemli sesin geliyor.
bir isik yaniyor çok uzaklarda,
çorak topraklarimin üzerinden bir bulut geçiyor.
simdi umutlarim,
varilmaz uçurum diplerinde
korkunç, karanlik magaralarda hayallerim.
derin bir kuyudan su çekercesine,
zamandan ve mesafelerden seni çekiyor ellerim.
sen her zaman oldugun gibi
yine o en güzel, en degerli...
benimse ellerim simsicak,
dudaklarim nemli,
özledigim herseyimle
kopup en yüksek tepelerden
bir çig gibi sana geliyorum.
sonra daglar çöküyor ansizin,
agaçlar devriliyor,
evler yikiliyor,
altinda kaliyorum...
kirik bir heykel,
parçasini ariyor her gece.
bir sarki notasini...
bir tablo renklerini...
agaç yapraklarini...
vazo çiçeklerini...
ve bir adam,
her gece yollara düsüp,
yana yakila seni ariyor...
magrur gözleri islak,
ilk defa agliyor bu adam,
'gel ' diye,
ilk defa yalvariyor...
ben her gece,
gözlerim tavanda bir noktaya dikilmis,
seni düsünüyorum.
ve sen o saatlerde,
benim görmedigim rüyalari görüyorsun.
bir böcek giriyor kafatasima...
her gece sen,
bir cinnet gibi,
kanima yürüyorsun...
(bkz: ümit yaşar oğuzcan) - 1012"...
Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!
Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.
Ne vefalı komşumdun sen, Fahriye abla!"
ahmet muhip dıranas - 1013Niceleri geldi neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
Bu dünya kimseye kalmaz bilesin
Er geç kuyusunu kazar herkesin
Tut ki, Nuh kadar yaşadın zor bela
Sonunda yok olacak sen değil misin? - 1014"Yaşamak elindeyken bugüne bugün,
Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?
Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar;
Kadrini bilmeye bak avucundaki ömrün.
Toprak olup gitmişlere sorarsan
Ha gavur olmuşsun ha müslüman
Kimler bu dünyada eğlenmemişse
Ötekinde yalnız onlar pişman.
Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa?" - Tam anlamadım çok güzel
- 1015şiirimiz karadır abiler
kendi kendine çalan bir davul zurna
sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan
taşınır mal helalarında kara kamunun
şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir
aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler
şiirimiz her işi yapar abiler
valde atik'te eski şair çıkmazı'nda oturur
saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür
kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta
saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir
dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler
...
şiirimiz erkek emzirir abiler
ilerde kim bilir göz okullarına gitmek ister
yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun
kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla
tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir
böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler
şiirimiz mor külhanidir abiler
topağacından aparthanlarda odası bulunamaz
yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde
kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle
şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.
ayıptır söylemesi vakitsiz üsküdarlıyız abiler
şiirimiz kentten içeridir abiler
takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir
bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla
düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler?
(bkz: mor külhani) - 1016bülbül
Bir gamlı hazânın seherinde,
Isrâra ne hâcet yine bülbül?
Bil, kalbimizin bahçelerinde,
Cân verdi senin söylediğin gül.
Savrulmada gül şimdi havada,
Gün doğmada bir başka ziyâda.
*ahmet haşim - 1017bir şiirimi paylaşmak isterim.
İğde salınır,
gümüş dalları arasında
göze gelmez sarısı
öyle kokar ki
çakıllı bağları hatırlarım.
İğde salınır,
üstünden kurbağaların,
benekli kelebeklerin yanından,
al mor sabah göğüne oradan
kimsesiz odalarıma
narince sızar, canlanırım.
Dereler aşar, günler devirir,
ıslak kuytularına değer aşıkların
kokusu sarar her yeri iğdelerin.
Bakarım,
mavi yeşil dallarda bahar
solgun suratıma düşmez.
İlk kez bu aylarda
gönlümün kırgınlığı
kırlangıç çığlıyla geçmez.
Duyarım,
yumrusu boğazımın
dile gelmiş konuşur.
Yutkunmayla geçmeyen
elem tümörü bu,
sıkı sıkıya tutunur.
İğde salınır.
İğdeler kokar.
İğdeler yanar güneşte,
kumlu meyvesi kızarır.
Kokusu ekşir çiçeklerin,
dökülür çoğu.
Kokusu gibi de tütmez küllü sarısı,
geçmedi de zaten bu bahar
gönlümün sızısı. - 1018sabah olduğu için bırakamadığımdır. geç kaldık.
keşke bıraksaydım. ama sadece ben değil. bırakmasını istediğim birkaç kişi daha var, şiiri. - 1019Yeni bir yer bulamazsın.
Yeni bir şehir bulamazsın.
Arkandan gelecektir bu sehir bu gökyüzü.
Nerede nasıl geçiriyorsan ömrünü burda bu kösecikte.
Öyle geçiriyorsun demektir bütün yeryüzünde de.
Yunanlı bir şair söylemiş zamanında. Belki de bizi yada beni anlatıyor. Kafa yapın değişmediği sürece yerin mekanın paranın pulun ya da sevginin , sevgilinin hiçbir değeri olmadığını hatırlatır hep.
Umarım sizler mutlusunuzdur. - 1020Kendi yazdığım bir tanesini bırakayım.
-- spoiler için tıkla --
Sevdiğim insanlar var artık
Saçlarına kar taneleri düşmüş insanlar
Soğuklarda dudakları kızaran
Ve akşamüzeri sıcak salep içen
Sevdiğim insanlar var artık
Gülümseyen insanlar var artık
Göz kapakları yorgun vaziyette inik
Ve altlarında mor çizgiler döşeli
Dudaklarının kenarında minik bir çukur
Gülümseyen insanlar var artık
-- spoiler --