kayıt

öğretmen

  1. 35
    Hakkında bir şey bilmeyen herkesin atıp tuttuğu meslek. Bir bok olamayanların seçtiği meslek imiş. Hımm siz öğretmenlik okumadınız ve bir bok oldunuz demek ki. Yaptığınız işin öğretmenlikten daha iyi olduğunu düşünüyorsanız neden gelip gelip daha kötü gördüğünüz bir mesleği aşağılarsınız ya da nasıl bir egonuz var ki tatmin olmak bilmiyor? Bu ülkede en düşük puanlar eğitim fakültelerinin puanı da değil. Eğitim fakültesine giremeyip kıskançlıktan laf atan bir ton insan da var çalış sen de ol öğretmen niye boş boş konuşuyorsun?

    Okuması çok rahat diyelim, tatili çok diyelim madem bu kadar rahatsa sizde öğretmenlik okusaydınız, tutan mı vardı? Oturup üç beş insana laf anlatamayan tipleri 30 çocuğun içine koysan kafayı yerler ama sorsan öğretmenler yatıyor yeaa triplerinden geçilmez. Dışardan bakıp sallaması pek kolay ama kazın ayağı öyle değil. Sırtını devlete dayamak çok rahat bir şey değil mi? Değil işte. Kpss'den gereken puanı alana kadar canı çıkıyor milletin madem kpss çok kolay, sırtını devlete dayamak çok kolay, tatil falan iyi o zaman hasedinizden çatlayacağınıza defolun gidin öğretmenlik okuyun ne de olsa zeka gerektirmiyor ve öğretmenler dışındaki herkes Einstein ya gidin o halde. Bakın siz okulu dört değil üç senede bitirirsiniz kpss sınavında ülke birincisi olur atanırsınız kesin o zeka var sizde çünkü!

    Siz boş laf edin durun bakalım çocuklarınızın hayatı aşağıladığınız öğretmenlerin eğitimiyle şekillenecek, anne ve babasından sonra çocuğun en çok örnek aldığı, hayatını etkileyen insanlar öğretmenler. Mesleğini hakkıyla yerine getiren, getirmeyen insanlar her meslek grubunda var sadece öğretmenliğe bu kadar yüklenmek nasıl bir mantık işi? Sınıf ortamında öğretmen konumunda bulunmamış, oradaki çocuklarla gönül bağı kurmamış, onların sevincine, üzüntüsüne ortak olmamış insanlar bilmeden konuşmasın bir zahmet.
  2. 36
    yaklaşık 4 yıldır içinde bulunduğum meslek grubudur.

    ama...yer yer bu grubun içinde bulunmaktan utanmıyor değilim. haşa! öğretmenliğe lafım yok, çok da severek yapıyorum. bir daha dünyaya gelsem yine öğretmen olmak isterim. ama öğretmenler...dur hocam dur, hemen sinirlenip sövmeye kalkma. biraz dinle. ki her ne kadar öğretmenler diyerek genellemenin dibine vuruyor olsam da tenzih edeceğim öğretmenler de muhakkak ki var.

    öğretmenliğe başlamadan önce de öğretmenliğin kutsal, ulu bir meslek olduğunu düşünmüyordum. bir çöpçünün yaptığı iş ne kadar kutsalsa, öğretmenin yaptığı iş de o kadar kutsaldır gözümde. düşünsenize çöpçülerin ya da atıyorum marangozların olmadığı bir dünyayı. ben düşünemiyorum, düşünemedim. her ne kadar kutsal olduğunu düşünmüyor olsaydım da yine de eğitimci vasıflarından dolayı, öğretmenlerin belli bir kültür seviyesinin üstünde olacaklarını düşünüyordum. ama arkadaş, ya gözünün yağını yiyeyim arkadaş öğretmeni falan geçtim, bir insan kokar mı ya? hani evsiz olur, cebinde tek kuruşu olmaz, anlarım. bu durumda bırak laf etmeyi gerekirse ben kendi ellerimle yıkarım. ama güzel kardeşim benim, bir insan kokar mı, ya sen öğretmensin be hocam. eğitimcisin ya. bazı çevremdeki kişiler gibi bu durumu, o öğretmenin yaşıyla bağdaştıranlar olabilir. 50-55 yaşlarında bir öğretmen. bunun yaşla parayla pulla hiçbir alakasını kuramıyorum ben. kurabilen varsa beri gelsin lütfen. günde 3 kere suyun altına girersin gerekirse yine de kokmazsın. böyle bir hakkın yok senin. hadi bunu bir kenara koyalım. peki eşşek kadar tırnak uzatmak, kesmemek nedir ya. öğğklemeyin amk. ben her gün görüyorum bunu. yani genç olursun, bir nebze anlarım, özenmişdir bırakıyordur derim. 55 yaşında adam neden uzatır, hadi uzatıyorsun, bari temiz tut abi ya. içleri simsiyah. hadi sular kesik, su paran çok geliyor banyo yapmıyorsun. bir tırnak makası kaç para, kaç dakika lan tırnak kesmek. aynı kişiden devam edeyim: mesela bölümümüze(meslek lisesindeyim) bir misafir gelir zaman zaman. müdür olsun, müdür yardımcısı olsun veya bir arkadaşımız. haliyle ikram etmek için bir şeyler alırsın. pastaydı börekti falan. onu ortaya koymaya çekiniyoruz. neden? çünkü bizi siktir et, misafirden önce bu hoca dadanıyor, o tırnakları ve kokusuyla. tabi o andan sonra da misafir olsun, biz olalım o pasta böreğe dokunamıyoruz. dokunmayı geçtim, öğürmemek için kendimizi zor tutuyoruz. buna nasıl bir yorum yapabilirsin ya. kelimelerin bittiği an gerçekten. e o zaman dışlayın falan demeyin. zaten bunu yeterince yapıyoruz ama yapamadığımız noktalar da var. bazı öğretmenlerin tutarsızlıkları diyeyim.

    bak tekrar söylüyorum: kişinin parası olmaz, evi olmaz, kir pas içindedir. bunun üzerine tek kelime etmem, insanlık halidir. ama ayda 3-4 bin kazanan birisinin, en azından temizlik anlamındaki bu tip davranışlarını açıklayamam, hoş göremem. görülür mü lan, görebilen varsa allah aşkına gelsin bi bana.

    ama tek gördüğüm tabi ki bu değil. devam edelim. diğer tarafta kemalist, yaşı kemale ermiş bi hanım hocamız. okula ne zaman gelse kah başı ağırır, kah tansiyonu çıkar, kah başı döner vs. bir gün yine rahatsızlandığı bir anda "hocam ne uğraşıyorsunuz, emekli olsanız ya" deme gafletinde bulundum. mazur görün, ilk yıllarımdı. "hocam, emekli olsam evde tek başıma ne yapacam ki" dedi. sustum. yani ailesi dışında yalnızlık içinde. sosyal bir bağı yok neredeyse. komşuluk, arkadaşlık hak getire. ki diğer küçük detaylardan da çıkardım ama zaten uzun olacak giriyi daha da fazla uzatmayayım. her ne ise...bence bu hocamın okula gelmesinin nedenlerinden birisi de can sıkıntısı, sosyallik ihtiyacı. yani nasıl ki komşular üst katlarındaki komşuya çıkıp çay börek yeyip dedikodu yaparlar o şekilde ki söz konusu canım hocamın da uzmanlık alanlarından birisi dedikodu. ki çok iyi biliyorum sayın hocam, derslere girmekten nasıl kaçacağını şaşırıyor. sürekli rahatsızlıklarını bahane ederek, dersleri beraber girdiği öğretmene yüklemeye, yani karşısındakini enayi yerine koymaya çalışıyor. bu durumu da "zamanında biz çok derse girdik, sıra şimdi gençlerin" sözleriyle meşrulaştırıyor. ama mesela şeflik gibi bazı unvanları söz konusu olduğunda bunu gençlere bırakmaktan yana değil. neden? çünkü o unvanlar sayesinde maaşı artıyor. şeflik gibi bir şeyde kesinlikle gözüm yok. ben çelişkiyi ortaya koyuyorum. sevgili ve saygıdeğer hocamın emekli olmamasındaki bir diğer etken tabi ki de para. ve bildiğim kadarıyla bu hocamın eşi de güzel bir para kazanıyor. haşa, kimsenin parasında gözümüz yok, allah gani gani versin, kazandığının 2 katını versin. ama sanıyorum ki güzel hocam paraya ihtyacın hiçbir zaman sona ermeyeceğinin, ne kadar kazanılırsa o kadar gidileceğinin farkında değil. bununla birlikte birçok gencin, işsizlikten ötürü çok zor psikolojik travmalar geçirdiğinin de farkında değil veyahut farkındaysa da umurunda değil. ama buna rağmen ülkesini ve gençlerini ve ulu atatürkü çok sevmektedir. hatta atatürkü o kadar çok sevmektedir ki atatürk'ün ağzından düşürmediği ilim ve fen konusunda müthiş fedakarlıklar gösteriyor. yakın zamanda bir konuyla(ders konusu değil) ilgili 2-3 tane soru sorunca "hocam sen de çok soru soruyorsun" gibi bir şeyler söyledi. haklıdır. zira ben çok soru sorarım öğrenmek adına. ama yine de hocamın atatürk ve ilim-fen sevgisine laf konduramam. lütfen. istirham ediyorum.

    aslında bence bu kadarı yeterli olmalı diye düşünüyorum ama biraz daha devam etmek istiyorum başlamışken. çünkü her gün her gün bunları gördükçe artık biraz doldum, dolmuşum. bir diğer tarafta arkadaşlarının hatalarında, arkadaşlarını sürekli şikayet etmek için soluğu müdürün yanında olan sevgili hocalarım, diğer tarafta ise hataları söylendiğinde çocuk gibi kişisel alınganlıklar yapan, küsen gücenen sevgili şeflerim var. hangisinin hangi ucundan tutacağınıza siz karar verin.

    bir diğer tarafta artık sıradanlaşan ve kimsenin yadırgamadığı bir biçimde egolarını öğrenciler üzerinden tatmin etmeye çalışan, öğrenciye bildiğin takan; öğrencilere "hey şişko, şişman, gözlüklü" şekliyle çağıran, öğrencileri arasında ayrım yapan hocalar...

    bir de şöyle bir şey gördüm, görüyorum. mesela hocam, öğrencinin işini hallediyor. işini hallediyor derken, görevini yerine getiriyor. ve arkasından soruyor: "nereliydin sen kızım/oğlum" "giresunluydum hocam" "mmm oranın da fındığı güzel olur, artık getirirsin 3-5 kilo da bize" öğrenci ne desin bu durumda "tabi ki" deyip gidiyor. şimdi bu bi kere olur, iki kere olur anlarım. hani 1-2 kere olmasının bile hoş görülecek bir yanı yok ama hadi oldu diyelim ama her seferinde bu oluyorsa...ama hocamız iyi niyetli canım, 3-5 kilo fındığın lafı mı olur allasen? benimkisi de bok atmaktan fazlası değil yani he. esefle kınıyorum kendimi.

    şu 4 sene boyunca meslekte öğrendiğim en önemli şeylerden birisi de şudur ki: öğretmenlerden kesinlikle para istemeyeceksin. canını iste ama para isteme. çünkü maddi olarak sürekli zor durumdadırlar. sürekli zam isterler. yemin ediyorum bak, vallahi de billahi, öğretmenler kantinde maaşları ve zam istekleri üzerinden yaptıkları sohbetleri dışarıda yapsınlar döve döve öldürürler o hocaları. (burada ironiyi bırakıyorum)ha tabi ki kimsenin maddi durumu beni ilgilendirmez. ne kadar kazandığı, ne kadar harcadığı ile ilgilenmem. ama durumu olmadığı halde ev alıp, taksidi bitmeden arabasını yenileyen üzerine de çocuk yapan bir öğretmene maddi açıdan üzülmem kesinlikle. hadi bunu da kenara bıraktım. yok avondu, yok -bi marka daha vardı unuttum adını- bilmem neyin katalogundan her gün parfümeri, kozmetik ürünleri alan ama ihtiyacı olan bir okula göndermek için kırtasiye malzemesi toplayacağım zaman para istediğimde 5 lirayı elleri titreyerek veren hocalarıma nasıl bir izahta bulunayım, bulunalım. 5 lirayı eli titreyerek verirler ama arkasına da eklerler: "destekliyoruz hocam seni, arkandayız, destekçiniziz."???

    tabi bunlar dışında öğretmenler odasında başkalarının arkasından dönen dedikodular, arkasından küfretmediği kaldığı halde işi düştüğünde birdenbire kanka olup aralarından su sızmayanlar, iki kişi arasında yapılan konuşmayı üçüncü kişilere aktaranlar, ağzına akp-kemalist tartışmalarından başka bir şey almayanlar, sonra okul yönetimine ya da herhangi bir şeye sinirlenip faceden (büyük harflerle) "yetti artık, istifa ediyorum" gibi atarlanmalar yapanlar, haftada 3 gün dersi olduğu halde 2 gün gelmek için müdürlerin kapısını aşındıranlar...ya daha neler neler. anlatmaya kalksam burada roman olur ki yazdığım giri de çok kısa sayılmaz.

    ha bu yazdıklarımın yer yer kişisel şeyler olduklarının ben de çok iyi farkındayım. şöyle bir eleştiri gelmesi de son derece muhtemel "yahu sana ne adamın kılık kıyafetinden, kokusundan, dedikodusundan"(bunları yazarak ben de dedikodu yapmış oluyorum biliyorum ama içimi döküyorum napayım). hayır efenim, böyle bir eleştiriyi kabul etmiyorum. çünkü ben öğretmenleri, öğreticiden ziyade eğtimci olarak görüyorum. yer yer ifade ettiğim şekilde, her ne kadar insanın eğitilebilir bir varlık olduğu tartışmaya son derece açık olsa da öğretmenin amacı yönetmeliklerde, kanunlarda falan belirtilmiştir. şimdi buraya bilmem kaç sayılı kanunu yazmıcam ama benim anladığım şudur: güzel insan yetiştirmek. (güzel? kime göre neye göre güzel? bunu da bir kenara koyuyorum yoksa koduğum girisi bitmeyecek) peki bir insan, fizik kimya geometri öğrenmekle güzel insan olabilir mi? olamaz, olmuyor işte. kimse üstüne alınmasın ama bunun en güzel örneği al işte sözlükte, yüzlercesi var. kendisini eğitmemiş, çok genel geçer görgü ve ahlak kurallarını dahi yerine getirmeyen öğretmenler, nasıl güzel insan yetiştirebilir ki?

    ha bunları gördüğüm kadar olmasa da, gerçekten belli bir kültür seviyesinde olan, kendisini geliştirmiş, geliştirmeye çalışan öğretmenler de gördüm, görüyorum. dediğim gibi her ne kadar bunlar sayıca azınlıkta olsa da en azından bir umut ışığı diyorum. öğretmenin dersi yeterince iyi anlatamaması bunlarla kıyaslanamayacak basitlikte bir zorluktur. kendini geliştirmeye çalışması, kafidir ki kendini geliştirmeye çalışıyorsa bir şekilde başaracaktır. en kötü ihtimalle hizmet içi eğitim verirsin. böyle öğretmenlere en küçük lafım yoktur. hepsinin ellerinden gözlerinden öpüyorum. saygım sonsuzdur. en azından hatalarının, yanlışlarının farkındadır ve uğraşıyordur. yeterlidir bir yere kadar.

    ama 40-50 yaşındaki insanlara görgü kuralları konusunda eğitmek nedir, mümkün müdür bu ya. ayrıca ne gerek vardır. aklın izanın almayacağı şeyler bunlar. bana diyorlar ki büyük konuşma. onların yaşına geldiğinde nasıl olacağını bilemezsin. hayır efenim işte, büyük konuşuyorum. kendimi az çok tanıyorum. bu yaşlara geldiğimde böyle olursam önce açar bu girimi okur, sonra da kafama sıkar siktir olur giderim.

    bitti, bitti, az kaldı lan. peki bunlara karşılık, yapılması gereken nedir diye düşündüğümde aklımda yapılması mümkün/mümkün olmayan bazı önlemler geliyor. yine hep söylediğim gibi bugün yetkim olsa, emekliliği gelmiş öğretmenleri bir saniye okulda tutmam. yine kpss yi devam ettiririm. aklıma çünkü kpss den daha makul bir şey gelmiyor ya da çok da düşünmedim aslında kpss nin alternatifini. çünkü fen-edebiyat fakültesi öğrencilerinin de formasyon alarak öğretmen olmaya çalışması, çok fazla sayıda işsizlik yaratmış durumda öğretmenlik konusunda. bu çok uzun bir tartışma ama kısa kesip şimdilik kpss ye devam diyelim. ama kpss de son zamanlarda gelen alan sınavlarını kaldırırım. bence gereksiz. çünkü fizik öğretmenliği okuyan bir öğretmen adayı, lise ya da ortaokul ders kitabında anlatacağı konuya şöyle bir göz atarsa rahatlıkla anlatabilir, formasyon konusunda başarılıysa. kpss yi geçen adayları, uygulamalı bilgisayar sınavına sokarım. bilgisayarı ve teknolojiyi kullanamayan adamı öğretmen yapmam + üzerine bir de çok sağlam psikolojik testler yaparım. gerekli psikolojik yeterliliği sağlamayanları da almam öğretmenliğe. hoş olgunluk seviyesini ölçmek gibi bir test var mı bilmiyorum ama aklıma gelen en makul seçenek psikolojik testler. bu sınavlar sonucunda başarılı olanları alır atarım ve devam ettiririm.

    denetlemeye gelirsek de şu anki denetlemelerin kesinlikle yetersiz olduğunu düşünüyorum. zira her okul, müffettişlerin geleceğini 1 ay öncesinden biliyor ve ona göre kendisine çeki düzen veriyor. e müffettişler bunun farkında değil mi? tabi ki farkında. körler sağırlar birbirini ağırlıyor işte. ben olsam okullara gizli kamera koyardım. ama bundan o okulu, okulları denetleyenler hariç kimsenin haberi olmayacak. evet biliyorum bu gzli kamera olayı biraz zalimce duruyor ama aklıma daha mantıklı bir şey de gelmiyor ki arkadaş.
  3. 37
    Öğrenci temelli eğitim modeline geçtikten sonra (günümüzden yaklaşık 10-15 yıl kadar gerisini kapsayan süreçte) iyice elden ayaktan düşmüş olup itibar kaybetmenin zirvesini yaşayan en güzel ve çileli mesleklerden biri.

    Özel okulların artması ile birlikte zaten sınıftaki sıradan değersiz hale gelen bu insanlara yazık. Bacak kadar sıpalar sen sınıftayken “hayırlı bayramlar” diye bağırıyor. Uyardığın zaman benim babam bu okula şu kadar para veriyor hoca diyebiliyor. Müdüre gittiğin zaman müdür de teyit ediyor evet hocam babası o kadar para veriyor bu okula diye.

    itibar, hürmet, gelecek nesil? Hayırlı bayramlar..
  4. 38
    önceden özellikle de anadolu toplumu tarafından inanılmaz bir saygı gösterilen, adeta tanrı gibi muamele gören ancak son dönemlerde neden bu saygınlığı ayaklar altına alınmış olan meslek gurubudur.
  5. 39
    gereksiz yere sürekli maaşına göz dikilen meslek.

    birinci dereceden bir öğretmenin maaşı şu an için 2500 küsur. ek ders ücreti var, her yıl eğitim öğretim ödeneği var. yıllık hasılat aşağı yukarı 35-40 bin lira ediyor. euro'ya vurursan 10 bin euro eder. türkiye'de öğretmen yıllık 10 bin euro kazanırken avrupa'da aylık 2-3 bin euro kazanıyor.

    tatilleri çok, bayağı bayağı çok hem de ama maaşları çok değil. türkiye için ortalama bir maaş. avrupa'ya göre ise devede kulak...
  6. 40
    ülkenin gerçeklerine ve zamana göre değişen insan profili.

    cumhuriyet sonrası dönem : devrim için bir şeyler yaptıklarını düşünen gerçekten idealist ruhlu kişilerdi.
    yetişemedim... yorum yapamayacağım.
    (bende amca boldur, bir tane hiç tanımadığım en büyük amcam bu kuşağın öğretmeni imiş.
    küçük bir yerde ardından gelenlere örnek oldu, hakim albay olan babamın amcasının etkisi ve örneği ile o küçücük yerde en fazla üniversite mezunu çıktı o gariban sayılabilecek aileden. rol model olmuşlardı çünkü. babam hukuk mezunu polis, bir amcam polis ve diğer üçü öğretmen oldu.)

    çoktan emekli olmuş kuşak :
    öğretmen değil, eğitmendiler. bu kuşağa yetiştim ben. sınıftaki her çocuk üzerinde kendisini sorumlu hisseden. kendilerince iyi gördükleri bir nokta için çocuğu ve ailesini yönlerdirmeye çalışan, ilgilenen. ve sadece fen bilgisi, coğrafya değil hayata o küçük insanları hazırlamaya çalışan insanlardı. saygınlıkları vardı... kimseye muhtaç olmadan geçinebildikleri bir maaşları. mahmut hoca karakteri bu kuşağın hatta bir önceki kuşakla bu kuşağın harmanı bir karakterdir.

    80 dönemi :
    dışarıya açıldı ülke... televizyon girdi, kimi şeylere özenmek... köşe dönmek, lüks içinde yaşamak istemek. "mindset" yani kafa yapısı değişti ülkenin. maaşları "bir öğretmen maaşı" oldu insanların gözünde. kemal sunal'ın çizdiği profildi artık öğretmen... mahmut hoca değil.
    giymekten yıpranmış takım elbiseli öğretmenlerin dönemidir bu... "bir öğretmen maaşı"yla geçinmeye çalışanların dönemi. şanslı olan ya bir başka öğretmenle veya gittikleri yerlerdeki hemşirelerle falan evlendiler.

    sonrasında:
    eğitim sistemi bir yarışa döndü... özel ders vermeler, dersaneler girdi işin içine. eğitimcilik, idealistlik bir parça değişti. meslek oldu başlı başına.
    bir yerde eline 5 geçebilecekken 2 ye razı olmamalarına da kızmamak gerek... haklılardı çünkü.

    ve bir dönem öyle bir şişti ki sistem... üniversite mezunu olmak para etmemeye başladı... kriz üstüne krize girdi ülke. öğretmenlik en azından maaşı çok ahım şahım olmasa da en azından yarın kaygısının olmayacağı bir gözle görüldü haklı olarak. vasıfları olmayan insanlar bile bir şekilde öğretmen olmaya çalıştı, polis olmaya, uzman çavuş olmaya çalıştı.

    şimdilerde...
    insanlar aşağı yukarı aynı maaşları kazandıklarını görünce birbirinin... hemen hemen nereden mezun olacak olurlarsa yani... (çoğunluk olarak)... tatilleri göze artı bir değer olarak görülmeye başladı... kıskanılmaya başlandı. çünkü artık neredeyse bir çok iş yerinde cumartesi yarım gün de olsa çalışmayan kalmadı.

    (içimdeki can dündar'ın yakın tarihe göre bir bakışıdır bu... şu dönemin öğretmeni diğerinden iyi veya kötüdür şeklinde de yazılmamıştır)
  7. 41
    (bkz: mustafa kemal atatürk )

    çok da basite almayın bence.
    • O cumhuriyetin kuruluş yıllarındaydı. Öğretmenlik mesleğinin toplumsal prestiji o zamanki gibi değil. Mesela 'slm nbrrr yhaaaa .çs.s.s.s' şeklinde mesajlaşan türkçe öğretmenleri var.
  8. 42
    sürekli dayak atan, hakaret eden, bağırıp çağıranlarıyla karşılaştığım bir meslek grubu ben ise tam aksi davrandığımdan başarısız öğretmen oluyorum neymiş böylelerin dersinde çıt çıkmıyormuş, makbul olan çıt çıkaran, derse katılan çocuktur, ezberleyen değil sorgulayan çocuktur, spor yapan, ingilizce bilen, sanatla, bilimle uğraşan çocuktur biz de son yıllarda bütün dersler din dersi neredeyse, diğer derslerde ise konuların özü değil sınavlardan geçmek öğretiliyor, böyle bir sistemle sorgulayan, düşünen bir nesil yetişmez ki yetişmiyor ve yetişmeyecek de zaten, alın başınıza çalın o çıt çıkattırmayan 2018 yılında medrese mantığıyla güya ders veren öğretmenlerinizi onların ve yöneticilerin sayesinde son sıralardayız zaten.
  9. 43
    peygamber mesleğidir. pek tabii, murathan mungan'ın tabiriyle, toplumumuzun resmi dini iki yüzlülük olduğu için beyni olmayanların, olanca fikirleriyle bu kutsal mesleğe saldırmaları doğaldır.
    eskiden insanların maaşları hakkında konuşmak ayıp addetilirdi. öğretmenlerimizin, çocuklarımız ve yeğenlerimiz üzerinde onca emeği karşılığı aldığı üç kuruş paranın hakkı olduğunu tartışmayacağım bile. ama ''öğretmenler 2 ay tatil yapıyor'' geyiği ne ola?

    keşke şahsi kin bağladığınız insanların emek karşılığı aldığı parada bu kadar çok gözünüz olmasa. keşke bu enerjiyi kendin emeğiniz karşılığı alamadığınız hakların almasına harcasanız.