kayıt

varoluşçuluk

  1. 22
    soren aabye kierkegaard, friedrich nietzsche, jean paul sartre isimlerinin büyük etkileriyle şekillenen, yoğunlukla kendini 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında göstermiş varoluşçu felsefe düşüncesini temel olarak alan bütün düşünsel uğraşılara verilen ad.

    çok basit bir şekilde anlatmak gerekirse, varlığın özden önce geldiğini, insanın önce var olduğunu, yaşamında ise seçim ve davranışlarıyla kendini yaratmaya devam ettiğini öne sürer. yani "insan ne ise odur" düşüncesinin aksine, insan; sürekli gelişen, değişen, kendini baştan yaratan ve varlığından önce nasıl olacağı belirlenmemiş bir fenomendir. insan dünyaya bir amaç uğruna gelmez, hayatının anlam ve amacını kendi seçimleriyle yaratır, insan önce var olur ve kendini tanımlar, sonrasında ise özünü yaratır.

    burada bir alıntıyla devam edeceğim:

    -- spoiler için tıkla --


    "varoluşçuluk "ben"le "varoluş"un ayrılmazlığı düşüncesinden yola çıkar. bunu yaparken de gizemci bir filozof olan kierkegard'ı temel alır. bu düşünüre göre insan, tanrı ve ne etse önleyemeyeceği ölümsel hiçlik karşısında tirtir titreyen zavallı bir yalnız yaratıktır. tanrı korkusu veya ölüm korkusu ile titreyen bu insan ne olduğunu bilmiyor, sadece var olduğunu biliyor. demek ki ben'le varoluş özdeştir.

    öyleyse bu bensel varoluş sorunu ölümsel hiçlik karşısında nasıl konulmalıdır?

    varoluşçuların (özellikle 1905-1980 yılları arasında yaşayan 68 kuşağının fikir babası jean-paul sartre'ın) bu soruya yanıtı özetle şöyledir: insan özünü kendi yaratır, özünü kendi yaratan tek nesne insandır. insandan başka her nesnede yapış varoluştan önce gelir. önce varolup sonra kendini yaratan sadece insandır. yalnız insandır ki önce varlaşır, sonra özünü yaratır; nasıl olacağını, neye yarayacağını kendisi çizer. insan varolmadan önce tanımlanamaz, çünkü varolmadan önce hiçbir şey değildir. ancak varolduktan sonra bir şey olacaktır, hem de kendisini nasıl yaparsa öyle olacaktır. yani insan insanlığını kendi yapar. demek ki bu yapış keyfe bağlı bir yapıştır. öyleyse bu keyifsel özgürlük de ölümün ötesindeki hiçlik karşısında boşuna bir çabalamadan ibarettir. ama varoluşçular böyle demiyorlar elbet. descartes'ın düşünüyorum, öyleyse varım denilen cogito'sundan yola çıktıklarını söylüyorlar. onlara göre bilincin kendiliğinden ulaştığı mutlak gerçek sadece budur. herhangi bir gerçeğin olabilmesi içinse ortada mutlak bir gerçeğin bulunması gerekir. bu gerçek, insanın bir aracıya başvurmaksızın kendini anlaması, özünü bilmesi gerçeğidir. insan, bu gerçekle, kendinden başkalarına da varmaktadır. insan, kendi gerçeklerine varabilmek için başkalarının içinden geçecektir. başkaları, insanın hem varolması, hem de kendini bilmesi için gereklidir. oysa gene de kendini yapan sadece insanın kendisidir. başkalarının içinden geçmesi yaptığını değerlendirmek içindir.

    yani insan geleceğe doğru bir atılıştır, bir gelecek bilincine varıştır, kendini yaşayan bir tasarıdır. insan özünü kendi yaratır: dünyaya atılarak, orada acı çekerek, savaşarak… insan sorumludur. varlık özden önce geldiğine göre, insan ne olduğundan veya olmadığından sorumludur. özünü kendisi tasarladığına göre sorumluluğunu da omuzlarına yüklenmesi gerekir. hem, bu sorumluluğu sadece kendisine karşı değildir, bütün insanlara karşıdır. çünkü insan kendisini seçerken bütün insanları da seçmiş olur, olmak istediğini yaratırken herkesin nasıl olması gerektiğini de tasarlar. yeşil güzeldir derken yeşilin bütün sorumluluğunu da yüklenir. insanın sorumluluğu bütün çağına yayılır, bütün evreni kucaklar. bu sorumluluk korkunç bir sorumluluktur, uçsuz bucaksızdır. insan bu sorumluluğun bütün yükünü omuzlarında taşımakla insanlaşır. insan kendini seçerken bütün insanları seçtiği gibi, bütün insanları seçerken de kendini seçer, kendine karşı sorumlu olunca bütün insanlara karşı da sorumlu olur. bunaltı sorumluluğunu duymaktır. öyleyse insan bunaltıdır. sorumluluklarını maskeleyen bu bunaltıyı azaltabilirler, gene de içleri rahat değildir. çoğu kimseler yaptıklarının yalnız kendilerini bağladığına, yalnız kendilerini sorumlu kıldığına kendilerini inandırmaya çalışırlar, gene de bir türlü rahat edemezler. çünkü sorumluluk da, bunaltı da insanın insanlığından gelmektedir, edimlerinin sonucudur. bunaltı insanı eylemden ayırmaz, tersine eyleme götürür, eyleme zorlar.

    insan özgürdür. hem sadece özgür de değildir, özgür olmak zorundadır. çünkü yaratılmamıştır, kendi kendisini yaratmıştır. çünkü bütün yaptıklarından, tutkularından bile sorumludur. tutkular kötü edimler için bir özür değildir. çünkü yeryüzünde insana yol gösterecek kendisinden başka hiçbir şey yoktur. çünkü her insan kendisinden öncekileri istediği gibi yorumlayabilir. insan yardımsızdır, desteksizdir, bir başınadır, bırakılmışlık içindedir. insanın yapacağı el değmemiş bir gelecek vardır, insan insanın geleceğidir. bunun içindir ki, insan insanı bulur. insan değerlerini kendi yaratır. insan yaşamaya başlamadan önce hayat yoktur, hayata anlam veren yaşayan insandır. değer denilen şey insanın seçtiği bu anlamdan başka bir şey değildir. yorumlar farklı olduğu için genel bir ahlâk yoktur, zira anlamı seçen sonuçta gene bizleriz. çünkü öğüt alacağı kimseyi seçmekle insan kendini seçer. yapacağınız şeye sonuçta ancak kendiniz karar verirsiniz.

    gerçekte insan kendi hayatından başka hiçbir şey değildir. insan erdemlerini kendi yaratır. korkak ya da kahraman olmak insanın kendi elindedir. insan ancak elinden geleni yapabilir ama, yapmayı tasarladığı her şey de elinden gelir. herşey bir seçiş meselesidir ve her seçişin bir sebebi vardır. peki bu sebep duygularımızdan mı doğmaktadır ? hayır diyor varoluşçular. zira harekete geçmemiş duygu hiçbir şey değildir. duygu insana doğru yolu göstermez. varoluşçuluk "özgürsünüz, yolunuzu kendiniz seçin" demektedir. bir insan için toplumda değişmeyen bir zorunluluk varsa o da şudur: dünyada yaşamak, bir iş görmek, başkaları arasından bulunmak, ölümlü olmak…

    bu düşünce sistemine yöneltilen birçok eleştiri bulunmaktadır. benim kişisel görüşüme göre insan toplumsal bir varlıktır ve toplumdan koparılırsa ölüm korkusuyla titremekten başka yapacağı hiçbir şey kalmaz. insan kendisini nasıl isterse öyle yapamaz, insanın gelişimi ve konumu karmaşık dış ve iç koşulların dayattığı zorunluluklara bağlıdır. varoluşçuluğun ayırıcı niteliği kişisel tedirginliği, bu tedirginliğin nedenlerini çözümlemeye çalışacağı yerde, topluma karşı çıkmaya yönelterek gidermek istemesidir. bu istekse toplumsal anarşi doğurarak kişisel tedirginliği büsbütün artırmaktan başka sonuç sağlayamaz. önemli olan tüm olumsuzluklar ve dalgalanmalara rağmen geminin rotasının huzur ve barış limanına yönelik olmasıdır. en kutsal değerin insan olduğu her insanın gönlünde yatan limana…"

    kaynak: düşünce tarihi, orhan hançerlioğlu, remzi kitabevi, 6.basım-s.425-430.


    -- spoiler --
  2. 23
    bugün bulunduğu nokta itibariyle sahip olduğu ününe ün katması, geniş kesimlerde kendine yer bulmasının çokça nedeni var ama 2. dünya savaşı bu itkilerden/nedenlerden en güçlüsüdür bence.
    2. dünya savaşından sonra sonra insanlar korkuların katıksız ağırlığı yüzünden yaşama dair çok derin bir hayal kırıklığı yaşadı. ağzına kadar çaresizlikle ölüm, her an bir sokak, bir dakika, bir nefes ötedeydi.
    o zaman da kesin doğruların olmadığı fikri kök saldı ve varoluşçuluğun geniş kesimlerce benimsenmesi de bu kök salışın meyvelenmesidir.
    çaresizik
  3. 24
    diğer bir adı egzistansiyalizm olan fransızca kökenli bir kelimedir. en büyük savunucularından olan jean paul sartre'in varoluşçu felsefeyi anlattığı aynı isimli kitabının da adıdır aynı zamanda.

    ''varoluş özden önce gelir

    Peki, ne demektir bu? Ne anlamalıyız bu sözden? Yapılmış bir nesneyi, sözgelişi bir kitabı ya da bir kağıt keseceğini ele alalım. Bu nesneyi bir kavramdan esinlenen (ilham alan) bir zanaatçı yapmıştır. Zanaatçı onu yaparken bir yandan kağıt keseceği kavramına, öbür yandan da bu kavramla birleşen bir üretim tekniğine, bir yapış reçetesine başvurur. Böylece, kağıt keseceği hem belli bir biçimde yapılmış bir nesne, hem de belli bir işe yarayan bir eşya olur.

    Neye yaradığını bilmeden kağıt keseceği yapmaya kalkan bir kimse tasarlanamaz. Bu demektir ki, kağıt keseceğinin özü (yani onu yapmayı ve tanımlamayı sağlayan reçetelerin, tekniklerin, niteliklerin hepsi) onun varlaşmasından önce gelir. Karşımda şöyle bir kitabın ya da böyle bir kağıt keseceğinin bulunuşu önceden belirlenmiştir. Burada dünyanın teknik görümü (vizyon) ile karşılaşıyoruz. Bu görüme bakarak, -yapış, varoluştan önce gelir- diyebiliriz. Yaratıcı bir Tanrıyı bile çoğu zaman yüksek bir zanaatçı gibi tasarlarız. Tanrıyı zanaatçıya benzetiriz. Benimsediğimiz öğreti hangisi olursa olsun, -ister Descartes?inki, isterse Leibniz?inki gibi bir öğreti olsun-, yine de biz iradenin az çok anlakı (müdrikeyi) izlediğini, hiç olmazsa onunla birlikte yürüdüğünü kabul ederiz.''

    sartre'in da kitabında belirttiği gibi varoluş, yani fiziki varlık, insanın özünden yani kişiliğinden önce gelmektedir. somut örnek vermek gerekirse, günümüz siyasi ortamında ermeni insanlara veya kürt insanlara sarf edilen ''ermeni tohumu'', ''vatan haini kürtler'' vb. söylemlerin özlerinden gelme olduğunu belirtmekteler. ancak şunu belirtmek gerekir ki, abdullah öcalan'nın veya adolf hitler'in yahut mustafa kemal'in de çocukluk dönemlerinde suçsuz olduğunu herkesin kabul ettiği gerçeğinin herkesçe biliniyor olması. tarihteki bütün diktatörlerden tutalım, hırsızlar, tecavüzcüler vesaire, bütün bu insanların özünde kötü olmadığını, sonradan edimleri ile birlikte kötü roller üstlendiklerini savunur varoluşçuluk. ve hiçbir bireyin de, sırf atalarının yaptığı bazı yanlışlardan ötürü onda da o kişiliğin olacağını düşünmezler. bir bebeğin kendi kişiliğini ailesi içinde oluşturup toplum içinde harmanlayarak şekil vermesidir öz.
  4. 25
    søren kierkegaard, martin heiddegger ve jean paul sartre'la özdeşleşmiş kuramdır. Her ne kadar akıllara ilk "camus" gelse de popülaritesine aldanıp egzistansiyalizmin tepe açısı sanmak gülünç olur.

    Meşhur varoluş özden önce gelir sözü ise sartre'a ait olup, tüm egzistansiyalist filozoflar adına varoluşçuluğun ortak motto'su değildir.

    "İnsan meslek çevresinin, ailesinin, sınıfının ve sonunda dünyanın kendine verdiği hal içinde bir bütündür. Yazı yazarken, kürek mahkumluğunda çalışırken, bir kadını, bir kravatı seçerken kim olduğunu belli eder. Dünya ortasında bir yeri de olduğu için onun hali dünyanın haline bağlıdır."

    Der sartre. Özetle insan kendini yaratan olduğu kadar kendi başına gelendir.

    (bkz: varlık ve hiçlik)