kayıt

öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

  1. 176
    Uyurken bir kişinin sağ eline iğne batirirsaniz sol elini çeker. Sebebi reflekslerin çapraz yaptığı yerin uyku sırasında çalışmamasıdir
    *Daha ayrıntılı bilgi için bir yeşil yakınız
  2. 177
    et ağırlıklı beslenmeyi bırakınca karbon ayak izinin küçülmesi.
  3. 178
    ilk okuduğumda -evet lan sahi- dediklerimden: evren bizi meydana getirdi, yani biz evrenin bir parçasıyız. evreni anlamaya çalışıyoruz, yani aslında düşününce evren kendi kendisini anlamaya çalışıyor.
  4. 179
    (bkz: frodo'nun yavşak olması)
  5. 180
    1 kuruşun maaliyeti 1,92 kuruş olduğu için tedavülden kaldırılmıştır.
  6. 181
    (bkz: kuantum fiziği)
  7. 182
    #1154988
  8. 183
    üç renkli kedilerin her zaman dişi olması.

    üç renkli diye tabir ettiğimiz siyah-sarı-beyaz renkleri bir arada taşıyan kedilere 'calico' denir ve her zaman dişi olurlar. üç renkli kedi derken bu ille alacalı üç renkli olması gerekmez, siyahın arasında kırçıllı beyaz veya sarı vb gibi renk dağılımlarında bile kediler dişidir.
    bu kedilerin renk genlerindeki bir durumla bağlantılıdır. bildiğiniz gibi her yavru anneden ve babadan aldığı x veya y olmak üzere birer gen ile cinsiyeti belirlenir. eğer anneden ve babadan x kromozomu alınırsa yavru xx kromozomu ile dişi olur. ama anne ve babadan aldığı genler x ve y olursa o zamanda yavru xy kromozomuna sahip olduğu için erkek olur. siyah ve sarı renk x genine bağlı olduğu için ve beyaz gen başka bir genle belirlendiği için beyazın yanında hem siyah hem de sarının bir arada olabilmesi için 2 adet x geninin bir arada olması gerekir bu da ancak dişilerde söz konusudur.
    erkeklerin üç renkli olabilmesi için gen bozukluğu sonucu xxy şeklinde fazladan bir genin daha olması ile mümkündür. üç renkli erkek kedi çıkma ihtimali 3.000/1 dir. üç renkli erkek kediler gen sorununa bağlı kısırdır ve 10.000/1 oranında kısır olmayan üç renkli erkek kedi çıkabilir.

    kaynak:
    www.yeniasir.com.tr/...
  9. 184
    "bir menekşe kokusunda seni aramak var ya" şarkısını yıllarca söyleyip, yıllar sonra menekşenin kokusuz olduğunu öğrenmek. ufuk açmaktan çok acıtmıştır
  10. 185
    kutup sözlük'te yağan karın yönünün * değiştirilebiliyor olması***.
  11. 186
    futbol maçlarında top kale seçiminde bozuk para kullanıldığını zannediyordum. meğer top-kale baskılı özel bir şeyle yapılıyormuş.
    www.hakemstore.com/...
  12. 187
    Futbolda 0-0 biten tüm maçların ilk yarısı da 0-0 bitmiştir.
    • Bu doğruysa yer yerinden oynar
  13. 188
    (bkz: evrim)

    ay maymundan mı geldiiğğğğkk
    bak şurdan git lütfen
  14. 189
    Siyah ile kahverengi kombinlenmez. Azıcık ufkunuzu genişletin de gözümü kanatmayın.
  15. 190
    eskimoların buzdolabını yiyeceklerin donmaması için kullanıyor imiş. ne garip bir hayat.
  16. 191
    nurgül yeşilçay'ın afyonkarahisarlı olması.
  17. 192
    #1181357
  18. 193
    5v 600 mah güç her tableti her daim besleyemez.

    koca proje anasının amına gitti çok affedersiniz.

    1,5-2 amper arası güç verin.
  19. 194
    (bkz: false vacuum)

    www.youtube.com/... (türkçe altyazı var)
  20. 195
    ziyaretin kısası makbuldür cümlesinde kast edilen asıl şey; ziyaretin kısa süreninin makbul olması değil, ziyarete kısas yapmanın makbul olması imiş.

    aydınlanmaya devam ediyorum böyle.
  21. 196
    Uzun süre suda kalındığında parmakların buluşmasının asıl nedeni derinin süngerimsi özelliği değildir. Asıl neden sudaki nesneleri daha iyi kavramayı sağlamaktır.

    Buram buram evrim koktu buralar.
  22. 197
    Türk savaş gemileri İstanbul Boğazı'nda Barbaros Hayrettin Paşa'nın türbesinin bulunduğu Beşiktaş açıklarından her geçtiklerinde saygı geçişi ile büyük komutanı selamlarlar.
  23. 198
    Rüyanızda gördüğünüz yüzler, gerçek hayatta bir yerlerde gördüğünüz ve hatırlamadığınız insanlara aittir.
    Beyin rüyada iken yeni bir yüz yaratmaz.

    Benim ufkum şu an 3 katına bile çıkmış olabilir.
  24. 199
    Flamingolar uçabiliyormuş. Gram ihtimal vermezdim ama öyleymiş.

    youtu.be/...
  25. 200
    direkt yepyeni bir bakış açısı sunmaya geldim, her şeye dair hem de.

    Sürekli değişen ve sonsuz bir şeyin içinde yaşıyoruz. Sonsuz denildiğinde sadece boyutları algılamamak gerekir, çünkü boyutlar da tüm şekiller gibi bizim biçtiğimiz sınırlardan ibaret gölgeler. Eğer temele bunu koyarak düşünürsek, hiçbir şey sonsuz değildir. Ama bu eksik ve hatalı bir bakış olmaya mahkumdur, gölgelere baktığımız için.

    Hareket bu iş için çok daha güzel bir temel ve hareketi baz alırsak her şey sonsuz oluyor. Yine de hareket de üzerine konuşacağımız her şey ve her şey gibi gerçekliğin düşüncedeki yansıması olarak sınırlı bir gölge. Bu demek değil ki her şey yalan dolan, seni gerçeğe en çok yaklaştırana gitmelisin her zaman. O sonsuz değişken olduğu için hiçbir zaman varamayacaksın, zaten hayatın kendisi bu. Varmak durmaktır, mutlaklaşmaktır, bildiğim kadarıyla fizik yasalarıyla da mümkün değildir mesela mutlak sıfıra kadar soğuyamayız, nokta çizemeyiz, an diye bir şey yoktur vesaire. Yolculuktan, daha iyiden ve çabalamaktan ibaret olması gerekiyor bu işlerin. Kısaca hareketi temel alan bir bakış açısı gerçeğe çok daha yakındır. Örnek olarak hepimizin bildiği, bir yerlerde kolayca duyabileceği basitlikte bir gerçekliğin aslında tam olarak fark edilmemiş durumda olduğunu göstermek isterim:

    Çok yakın dönemlere kadar gökyüzünün katı bir kubbe olduğunu, yıldızların ona asılı ışıklar olduğunu zannediyorduk. Oldukça kısa bir süre zaman önce bunun böyle olmadığını anlayan bir miktar insan belirdi, bunlar yüzlerce yıl uğraştı, bazıları yakıldı ve bu anlayış bir yerden sonra kabul görmemeye başladı. Şimdi gökyüzünün kapalı olmadığı, milyarlarca yıldıza ve sonsuz bir alana açılan bakış açısı olduğu biliniyor. Biliyor mu?

    İçinde olduğumuz alanı oldukça yatay bir düzlemde algılıyoruz. Şartlar öyle biçimlendirdiğinden aşağı-yukarı sağ-sol gibi ayrımlara sahibiz. Mesela yuvarlak, aynı anda her yeri algılayabilen bir topçuk olabilirdik şartlar öyle olsaydı. O zaman şeylerin yerlerini birbirleriyle kıyaslamamız gerektiğinden yine bu ayrımlara benzer kavramlarımız olacaktı ama çok daha değişik anlamlar taşıyabilirdi bunlar. Çünkü bakış açısı ve kıyas üzerine kurulular, başka bir gerçeklikleri yok. Hiçbir şey kendi kendine aşağıda, yukarıda ya da sağda solda yanda yunda değil.

    Bu sebeple içinde olduğumuz yeri yatay bir düzlemde algılıyoruz. Tabi ki üç boyutlu, aşağı yukarı da var bu düzlemde ama oldukça kısa ve dar, direkt karşıya bakabildiğimiz için çoğunlukla.

    Bu yüzden, misal gece göğünün altında bir parkta oturuyoruz diyelim. Karşımızdaki havuz, ağaçlar, yollar ve kedilerden oluşan bir ortamımız olsun. Algıladığımız şey bu kadarcık, kendimizi sadece burada zannediyoruz. Bir odanın içinde olmaktan çok büyük bir farkı yok.

    Oysa göğün kubbe olarak algılanışının kırılmasındaki keyif tam olarak burada yatıyor, aslında bulunduğumuz ortam milyarlarca yıldızın ışığının düştüğü, oldukça geniş bir ortam. Güneş’i ve Ay’ı aynı karede görürseniz Güneş Sistemi’nin içinde olduğunuzu bile algılayabilirsiniz. Ben bu yüzden özellikle geceleri göğe baktığımda korkuyorum ve yere çivilenir gibi hissediyorum, çünkü sonsuz bir ortamın içinde yıldızlarla beraber oturmaktayım. Çok geniş bir alan var tepemde, bulunduğum ortam düşündüğümden çok daha farklı ve çoğu insan –Bir zamanlar ben de- gökyüzü hakkındaki doğru “Bilgi”ye sahip olmasına rağmen bakış açısı olarak hala kubbe algısında takılmış durumda olduğundan farklı bir ortamda hissediyor.

    İki bakış açısı da kısıtlı ve eksik olmak zorunda, ama bu bakış açılarının bir tanesi gerçekliğe çok daha yakın ve çok daha geniş, özgür bir alan sunuyor. Yine de neyi seçersek seçelim aklımızın en derin noktasına asla tam olarak saf gerçeklik açısından evrene bakamayacağımızı oturtmak lazım. Ona en çok böyle yaklaşabiliriz çünkü ve hep daha iyiye itecek olan şey budur bizi. Düşüncedeki her şey sonsuza kadar sürecek bir yakınsamadan ibaret.

    İşin daha da güzel yanı böyle bakarak her şeye yeni ve daha doğru tanımlar getirebiliriz. Hatta daha da öteye götürelim: Getirmemiz gerekir. Daha iyi, daha özgür ve daha farkında bir hayat için bunu her zaman yapmamız lazım. Yeri gelmişken birkaç çürütme ve yenileme yapmadan da gitmeyeyim örnek olarak:

    Zaman makinesi yapsak nereye giderdik?

    Ben geçmişe gidip eski sevgilimi ilk sevdiğim haliyle bulmak isterdim. Arada bir kere daha sarılmak, yaptığımız şeyleri bir kere daha yapmak, ya da sadece orada var olduğunu görmek. Değiştirmek umurumda değil, orada kalmak da istemiyorum. Var olduğunu bilip göreyim keyif alırım herhalde.

    Ama şu an sadece şu an elimde kalan kalıntılardan ibaret. Onlar da süren etkilerden başka bir şey değiller, artık o zaman ne olduysa şimdi bambaşka şeylere dönüştü. En anlaşılır ve net şeyler fotoğraf gibi simgeleştirilip saklanabilmiş anılar. Gerisi gittikçe çok daha bilinçsiz ve tespit edilemez devamlılıklara kadar inceliyor, sonsuza dek.

    Yani her şey değişiyor, geçmiş diye bir şey yok. Ana bakıp ne kadar çıkarabiliyorsan o kadar var, an var yani bu durumda.

    Gelecek de bundan farksız değil. Teknoloji ile bedenlerimizi çok daha farklı planlayıp ölümsüzlüğe yakın gezginler olabilecek miyiz ileride? Bilmem ama gidip bir bakmak isterim, hatta ışın kılıcı tutabileceğim bir yerde olsam hoş olurdu. Ama bütün bunlar anda bulduklarımızla yaptığımız tahminler, kurduğumuz hayallerden ibaret. Olacağından en emin olduğun bir saniyelik olay bile çok sağlam ve güvenilir deneyimlerle oturmuş, ama henüz yok. Bence de olacak, bence de kesin, ama henüz gerçek değil ve yok.

    Geriye elimizde an kaldığına göre zaman makinemizi kebapçı yapabiliriz, çok daha faydalı olur insanlığa. Çünkü gidebileceği bir geçmiş-gelecek yok.

    Yukarıda dediğim gibi an da yoksa elimizde ne kalıyor zaman diyebileceğimiz? Çünkü sen o an dediğin durağan resme ne kadar yaklaşırsan yaklaş asla varamayacaksın, yok çünkü öyle bir durağanlık.

    Çünkü zaman, temele aldığımız bir şey olmasına rağmen bir saat kadar anlamsız doğru açıdan bakınca. Nasıl ki saniyeler, dakikalar, saatler bizim uydurmamızsa zaman da tam olarak aynı durumda. Var olan hareketleri kıyaslayıp çerçeve içine alma çabamızdan ibaret, bu yüzden sapına kadar göreli ve gölge.

    Zamanın esas tanımını da buna göre yapmak gerekir, insanın sonsuz hareketi bölme çabası olarak yani. Bundan başka bir şey değildir kendisi.

    En temel şeyleri kurcalayarak başladık ki bu yolculuğa inancımız sağlam olsun. Yine de zaten çok soyut olan, gerçeklik yerine koymaktan köşe bucak kaçınmamız gereken şeyleri de oldukça temele yerleştiriyoruz. Mesela düşüncenin kendisi.

    Düşüncenin kendisi bizim tam olarak “Her şeyimiz”. Bütün tanımlar, fikirler, söyleyebileceğimiz bilebileceğimiz her şey ve bakış açımızın kendisi orada ve tamamen gölgeden yansımadan ibaret.

    Niceliklerden ve niteliklerden kurulu kavramlardan oluşuyor. Yumuşak-sert, yüksek-alçak, büyük-küçük, soğuk-sıcak, kırmızı-mavi gibi bütün nitelikler kıyaslamadan ve görelilikten ibaret. Hiçbiri nesnenin kendisinde kendiliğinden var olan şeyler değil. Hiçbir şey durduğu yerde sert değil, onu diğerleriyle kıyaslayıp kendine göre konumlandırdığında sert diyebileceksin sadece.

    Niceliklerinde bundan hiçbir farkı yok, bu yüzden bakkala girip “Beş” isteyemediğin gibi ki çok isterdim sadece 5 alabilmek, sıfır ve bir arasındaki bütün sayıları da sayamıyorsun. Daha bire kadar saymamız bile imkansız yani, çünkü sonsuz mümkün sayı var orada.

    Pek çok paradoks bu yüzden doğuyor, asla bakamayacağımız bir bakış açısı olduğu için temele oturttuğumuz yanlışlıklar her zaman çeşitli paradokslar doğuracaktır da. Ama hiç gerçekliğin paradoksal bir düğüme girdiğini gördünüz mü? Göremezsiniz, yok çünkü öyle bir şey. Eksik-tam, doğru-yanlış, paradoksal ve mantıklı gibi şeyler de yok çünkü. “Hiçbir şey” yok.

    Ama “Her şeye” mecburuz. Başka türlü düşünemeyiz, iletişim kuramayız.

    Mesela birine masa anlatabilmek için havadaki titreşimlerle kafasındaki masa kavramını bağdaştırmaya uğraşıyorum, bir yandan ses tonum ve beden hareketlerimden suratımdaki en ufak kaslara kadar hepsini kullanıyorum. Yani suyumu çıkarıyorum, sınırlarıma kadar kullanıyorum kendimi altı üstü masa diyeceğim diye. Çünkü bütün kavramlar her zaman eksik kalacak, senin için anlattığın şey her zaman çok daha derin ve duygusal açıdan yoğun kalacak ayrıca tamamen sana özel olacak. Dumanla anlaşmaktan öteye geçemeyeceğimiz gibi inanılmaz karmaşıklıkta bir iletişim biçimine sahibiz.

    Bu kadar basit şeyleri anlatmak için ekrandaki çeşitli eğri büğrüleri kullanmam gerektiğinden saatlerimi harcamak zorunda kalıyorum ki anlatabileceğimin en iyisini sunabileyim. Ama asla tam olarak benim açımdan bakamayacaksınız, ben de sıfırdan bir bakış açısı yaratamayacağım hep dokunduklarımın sürdürümcüsü olarak kalmak zorunda kalacağım. Yani hem hiçbir açıdan yeni değil bu akış açısı hem de tamamen tek. Aynı anda.

    Boşluk yoktur. Bu yüzden boşluğu ölçtüğünde ölçü aletinin kendisinden başka bir şey ölçemezsin. Biz de evrenin ölçü aletleriyiz, ne kadar ölçersek o kadar varız. Ama boşluk diye bir şey yok demiş miydim?

    edit: bir de hareketi temel alırsak niye her şeyin sonsuz olduğunu açıklayayım boş kalmasın.

    sen sınır çizmeye uğraşırken o şey çoktan değişmiş olacak. mesela evreni bir enerji baloncuğu olarak düşünelim, dışı boşluk. zaten boşluk olmadığından bir dışı olamayacağını geçersek, sen o evrene sınır biçene kadar o çoktan biçimini değiştirecektir. an da var olmadığından asla yakalayamazsın sadece yakınsayabilirsin. demek ki sonsuzdur, sonu gelmemiştir, gelmeyecektir. öncesinde ve sonrasında zaman olamayacağına göre sonu başı da olamaz.

    edit 2: her şeyin ne kadar göreli olduğunu belirtmek için iki örneğim daha var:

    1- her şeyi bize olan etkileriyle tanımlayabildiğimiz için her şeyin temeline etki-tepki zincirini koyuyoruz. o kadar görelilikten ibaretiz yani.

    2- yine en kutsal şeyi canlılık olarak düşünüyor her yerde bunu arıyoruz, kim diyor bunu? canlılar.

    bunlar hep normal şeyler, hatalı ya da doğru diyemeyiz böyle ilerlememiz gerekir bakış açımızla sınırlıyız çünkü mecburiyet bu. ama farkında olmak ve daha geniş açıdan bakmaya uğraşmak lazım hep.