56
"
Sevgili Willmett Bey,
Mektubunuz için gerçekten teşekkür ederim. Totalitarizm, lidere tapmak ve benzerlerinin gerçekten yükselişte olup olmadığını sormuş ve güncel olarak bu ülkede veya Birleşik Devletler’de revaçta olmayışlarıyla durumu örneklendirmişsiniz.
Belirtmek durumundayım ki, dünyanın tamamını göz önünde bulundurarak bu şeylerin yükselişte olduğuna inanıyor ve belki de bundan korkuyorum. Hitler şüphesiz ki yakında ortadan yok olacak, fakat bunun bedeli (a) Stalin’in, (b) İngiliz-Amerikan sermayedarların ve (c) bir sürü başka küçük çapta [Charles de] Gaulle gibi führerimsilerin güçlenmesi olacaktır. Dünyanın her yanındaki milliyetçi hareketler, ve hatta Alman iktidarına karşı direnişten kökenini alanlar dahi, anti-demokratik formlara evriliyor gibiler, ve kimi üstün-insanların(Hitler, Stalin, Salazar, Franco, Gandhi, De Valera gibi pek çok örneği var) çevresinde toplanarak, sonucun arada yapılan her şeyi haklı çıkartabileceği teorisini benimsiyorlar. Dünyanın her yanındaki hareketlerin güzergahı, merkezi ekonomilere doğru, yani ekonomik olarak bu sistem yürüyebilir, ama demokratik olarak organize edilmesi mümkün olmadığı gibi, bunun bir kast sistemi yaratması da kaçınılmaz olacaktır. Böylece, duygusal milliyetçiliğin korkutuculuğuna ve nesnel bir gerçekliğin var olmadığına inanma eğilimine sürükleniyoruz çünkü bütün etmenlerin, asla yanılmayacak bir führerin vaatlerine ve kehanetlerine uygun olması gerekiyor. Zaten tarih var olmamaya mahkum, başka bir deyişle, kendi zamanımızın, evrensel boyutta kabul görebilmesi diye bir şey söz konusu değil, ve fen bilimleri askeri gereksinimler insanları yaftalamaya yönelik olmaya başlayınca tehlike altında kalıyorlar. Hitler, yahudilerin bir savaş başlattığını söylüyor, ve eğer ki hayatta kalırsa bu dediği resmi tarihe dönüşecek. Davası için iki artı ikinin beş ettiğini söyleyemez, çünkü kanıtlar bunun dört yapması gerektiğini söylüyor. Fakat benim korktuğum gibi bir dünya düzeni gelirse, yani 2 ya da 3 süper-gücün birbirini fethedemeyecekleri kadar güçlü olduğu bir dünya, iki artı iki führer istedi diye 5 olabilir.* Bu, şu an görebildiğim kadarıyla, şu an ilerlemekte olduğumuz gidişat bu, lakin, elbette ki, süreci tersine çevirmek mümkün.
Gelelim Britanya ve Birleşik Devletlerin bağışıklık gösteriyor olduğu karşılaştırmasına. Pasifistler falan “Biz henüz totaliter olmadık ve bu da umut verici bir semptom” diyebilirler. “The Lion and The Unicorn” kitabımda da anlatığım üzere, İngiliz insanına ve özgürlüğü kısıtlamadan ekonomiyi merkezileştirme yetisine derinden inanıyorum. Fakat anımsamalı ki, Britanya ya da Birleşik Devletler asla yeterince denemedi, yenilgiyi ve ağır acıları tanımadı, ve iyi semptompları dengeleyen kötü semptomlar da var. Başlamak gerekirse, demokrasiye çürüten genel bir kayıtsızlık hali var. Mesela, farkında mısınız, İngiltere’de 26 yaşınının altındakilerin artık bir oy hakkı var, ve de o yaşlardaki insanların hatırı sayılır kısmı bunu pek önemsemiyor. İkinci olarak, şu bir gerçek ki, entellektüeller, sıradan insanlara kıyasla daha totaliterler. İngilizin mürekkep yalamış kesiminde Hitler’e karşı olanlar, bunu ancak Stalin’i kabullenerek yapıyorlar. Pek çoğu bir diktatörlük yöntmlerine, gizli polise, tarihin sistematik olarak yalanlanmasına** ve benzerlerine hazırlar, yeter ki işler “bizim” lehimize gelişiyormuş gibi hissetsinler. Yani henüz İngiltere’de faşizan bir hareketin olmadığı ifadesi, ziyadesiyle gençlerin şu an führerlerini başka bir yerlerde aradığı manasına geliyor. Kimse bu durumun değişmeyeceğinden, ya da sıradan insanların 10 yıl sonra entellektüellerin şu an düşünüyor olduğu gibi düşünüp düşünmeyeceğini bilemez. Umarım ki***, öyle olmaz, hatta öyle olmayacaklarına güveniyorum bile, ama olursa eğer, bedeli bir mücadele olacaktır. Ne zaman biri her şeyin en iyisi için olduğunu savunuyor ve bu esnada semptomları göstermekten çekiniyorsa, o kişi totalitarizmin daha da yakınımıza gelmesine yardımcı oluyordur.
Bir de dünyanın eğilimi faşizme yönelikken, neden savaşı savunduğumu sormuşsunuz. Kötünün iyisini seçmek diyelim – ve sanırım bütün savaşlar bunun üzerine kurgulu. İngiliz emperyalizmini sevemeyecek kadar iyi tanıyorum, ama nazizm veya Japon emperyalizmi karşısında da desteklerim. Benzer bir biçimde, Sovyetler Birliğini Almanya karşısında desteklerim, keza bence Sovyetler birliği geçmişinden bütünüyle kaçamıyor ve içinde hala var olan devrimci fikirler, Nazi Almanyasının karşısında daha umut veren bir fenomen olmasını sağlıyor. Düşünüyorum ki, ve savaş başladığından beri bu düşüncem mevcut, yani 1936 ya da o civarlardan beri, varmaya çalıştığımız nokta, daha iyiye ulaşmak, ama daha iyi olması için, mütemadiyen eleştirel davranmalıyız.
En içten dileklerimle,
Geo. Orwell "
55
60 sayfalık versiyonu da bulunan totaliter rejimlerin özünü anlatan kitap. Bi ara bitiremememistim kitabı, epubini indirip okumaya bi daha başlayım dedim. Bi saate bitti kitap. Bi noluyoruz aşamasını atlattıktan sonra sayfa sayısına bakıp bi oh çektim.
Yazi dilinden ve kelime oyunlarından dolayı türkçe çevirisi yerlerde sürünen kitaptır ayrıca.
Kitapla ilgili girdiler nineteen eightyfour veya bin dokuz yüz seksen dört başlığına taşınmalı. Atmyi göreve çağırıyorum. all things must pass
54
george orwell'in muhteşem kitabı..
aristokrat bir ortamda büyümüş olan yazar, britanya imparatorluğu'nun sömürgesinde olan bazı ülkelerde görev almış. gördüklerine dayanamayan bu güzel abimiz, işçilerin yanında olmayı tercih etmiş, kitaplarında da bu konulara yer vermiştir.
bu kitabında oluşturduğu gelecekte üç polis devletinin oluşturduğu dünyada sisteme baş kaldırmaya çalışan bir adamın hikayesini anlatmakta.
okudukça tanıdık gelen olaylar dünyadan umudu iyice kesmenize sebep oluyor maalesef.
kitap 1984 yılında sinemaya uyarlanmıştır.
53
Bu zamanlarda kesinlikle okunması gereken, harikulade başyapıt.
Hikaye okyanusya adında bir ülke de geçiyor. Okuyunuz.
52
Çok konuşulduğu için okumaya karar verdiğim sıradışı bir kitap. Okurken "Türkiye ye ne kadar çok benziyor şu dönemde" diyebilirsiniz.
Ancak yazı karakterinden mi yoksa sıkışık yazımdan mı bilmiyorum okurken yer yer sıktı.
51
adeta türkiye'yi anlatmış demeye başlıyorum.
ya da günden güne biz bu kitabı kendimize rol model olarak alıyoruz. bilemiyorum.
50
-- spoiler --
adam ölmüyor.
ama ölmüş olmayı diliyor.
-- spoiler --
49
-- spoiler --
aslında tek bir ülke var.
-- spoiler --
48
affedilsin ama,
roman değil, uzun hatta upuzun bir makale.
47
"İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?"
Winston, biraz düşünüp, "acı çektirerek" dedi.
46
kitabı okunmadan filmi izlenirse büyük bi boşluk yaratacak olan eser.
kitabının okunması taraftarıyım. zira tanıdığınız olayların uzun yıllar evvel yazıldığını bilmek dışında şaşırtıcı başka bir olay yok.
44
"sarsıcı kitap" tanımlamasının en çok yakışacağı kitaplardan biridir muhtemelen. okunmalıdır.
43
tanım: 100-150 sayfa sonra yarıda bıraktığım, okuduğum en kötü kitaplar sıralamasında başa oynayacak olan kitap.
öncelikle bu girinin tam olarak yazılması gereken yer burası mıdır, emin değilim. lakin bir yanlışlık varsa, düzeltilecek ya da değiştirilecektir.
kitaba yeni başladım sayılır. 100-150 sayfa kadar geldim. kitabın neyden bahsettiğini de anladığımı düşünüyorum. tabi bu kitabı yarım bırakacağım anlamına gelmez. başlamadan önce de kitapta yer alan yenisöylem kavramının ve "savaş barıştır/özgürlük köleliktir/cahillik güçtür" propagandalarının aklıma ilk olarak, kynodontas filmini getirdiğini söyleyebilirim. tabi kronolojik açıdan bakıldığında işin tam tersi söz konusu. yani kitap, söz konusu filmden daha önce ortaya konduğu için, filmin kitaptaki bu yenisöylem olgusundan etkilenmiş olması, olasılık dahilinde.
yazarın dilini ve uslübunu beğenmedim açıkcası. aslında beğenmemekten ziyade, çekici bulmadım diyelim. yani beni sürüklemiyor. belki de bu içeriğinin okuyucuyu(beni) bir nebze tedirgin etmesi ile de alakalı olabilir tabi.
gelelim içeriğine ki asıl söyleyeceğim mevzu da bu içerik ekseninde olacaktır. zira kitabın başarısı da uslübundan ziyade içeriği ile alakalı. yani bu kitap, 50 sene sonra okunduğunda da, eğer kitapta tasvir edilen bir dünyada değilsek, benzer korkuları yaşatacaktır okuyanlara. zaten öyle bir dünyada olursak da bu kitabı okumamız mümkün değil. o nedenle, her daim güncelliğini koruyacak bir kitap. tabi bunun gibi bir çok eser olduğunu söylemeye gerek yok. ama şu var şimdi : kitapta yazılanların ben yavaş yavaş gerçekleşeceğini hatta gerçekleştiğini düşünüyorum. ve hepimiz de korkuyoruz. aslında ben bu noktada çok da büyük şaşkınlık içerisinde değilim. şöyle ki : bugün yarın 3. dünya savaşı çıksa, buna şaşıracak adamın aklından şüphe duyarım. haa korkunç mudur? son derece...ama bir o kadar da normaldir. ama bundan 40 sene önce belki de 3. dünya savaşına bu kadar normal bakamayabilirdik. bu kitapta anlatılanlarda da durum bence o. şu anda çok korkunç görüyoruz ama yavaş yavaş gidiyoruz oraya doğru, çünkü normalleştiriliyor.
yine olaya korku yönünden bakmaya devam edersek...korkuyoruz ama bir yandan da o sistemin ilerlemesi için, bilinçli bilinçsiz bir şekilde ekmeğine yağ sürüyoruz. korkuyoruz ama karşı çıkmak yerine, destekliyoruz. ama çok da farkında olmadan. denebilir ki : gezi parkı ve benzeri protestolar? evet bu protestoların bir kültür ya da evrim olduğunu tabi ki yadsıyamam ama sonucunda çok bir şeyin değişmediğini de görüyoruz. retorikten ayrılma pahasına, bir kalite yönetim sistemini bir iki cümle ile açıklamak isterim. üniversitede görmüştüm. kaizer diye bir adamın geliştirdiği sistem. küçük değişikliklerle işletmenizde(hayatınızda) büyük yararlar sağlayabilirsiniz. iktidarı bir yana bırakırsak, toplumun 50 çeşit dayatması var. şimdi ben burda çok kaba bir iki örnekten bahsedeyim. mesela kitapta şu var "iyi sevişmek özgürlüktür." şimdi bunu okuyan okuyucu - özellikle burda kadınlar demek istiyorum - vaauuvv tepkisi verecektir. ama iş gerçek hayata döndüğünde, seksin bırak kendisini, kelimesinden korkar bir şekilde devam ediyor yaşamına. ya da seks söz konusu olduğunda 50 çeşit bahane, nedenler bularak kendisini haklı konumuna çıkartıyor. erkekler açısından baktığında da, mesela bir erkeğe neden oje sürmüyorsun dediğinde, suratına anlamsız anlamsız bakacaktır, afallayacaktır. afallamasının nedeni de tabi ki bilinçaltında gelişen toplum ve onun dayatmalarıdır. bugün bile gay, lezbiyen gibi farklı cinsel kimlikleri toplum içerisine kabul etmeyi tartışırken tabi ki bu örnekler son derece uçuk ve bir o kadar da cinsiyetçi gözükecektir gözlere. ama siz buradan çıkıp, bunu genelleyebilecek yetiye sahipsinizdir diye umut etmek isiyorum. haa ben de bir erkeğim ve oje sürmüyor, etek giymiyorum ama en azından bu kitapta yansıtılan böylesi bir dayatma karşısında titreme ile karışık bir korku içerisinde değilim. çünkü ben ve benim gibilerin düşünemediği, karşı çıkamadığı şeyler sonuçta yine benim başıma bela olacaktır. bir şekilde kabullenmeye çalışıyorum. ama diyorsan ki hala, ben gezi parkına katıldım, ben görevimi yaptım, masumum. boynum kıldan incedir sana (m)adamım. ne diyebilir, ne denebilir ki...
41
yarısında kapağını kapattığım, okuduğum en kötü kitaplardan.
40
''Sahtekârlığın evrensel düzeyde egemen olduğu dönemlerde, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir.''
39
bir tarih. george orwell ile bir alakası yoktur george orwell'ın romanının ismi bin dokuz yüz seksen dört'tür. amma velakin o başlık kilitlidir.
37
george orwell'in nazarımda hayvan çiftliği ile kıyaslanınca vasat kalan eseri.kitap 1940'larda yazılmış olmasına rağmen 84 senesini ve olası kaotik olayları anlatmaktadır.genel olarak bakacak olursak kitaba amaç tekdüze,robotik insanlar yetiştirmektir.ayrıca kitap sosyalizm karşıtı olmakla eleştirilmiştir.birde filmi vardı bu eserin sanırım.
35
güzelim kestane ağacının altında,
ben seni sattım sen de beni havada.
2+2=5
34
sistematik komünizm'in aslında kölelik olduğunu gözler önüne süren kitap.
33
insanı bin bir türlü korkulara gark eden kitap.
32
george orwell romanı. hayvan çiftliği ile beraber, en ünlü iki romanından birisi. romanda, düşünce özgürlüğünün yok edildiği, insanların makineleşmiş varlıklara dönüştürülmeye çalışıldığı bir dünya düzeninden bahsedilmektedir. george orwell, kitabı 1948'de yazmış olmasına rağmen kitap, 1984 yılında geçen olayları konu eder. yazar, kafasında geleceğe dair bir felaket senaryosu kurmuş ve bunu mükemmel bir hayal gücü ile kaleme almıştır.
↑