kayıt

we need to talk about kevin

  1. 7
    zamanında melek arslanbenzer'in aşağıdaki metni yazmasına sebep olan ilginç bir film.

    şöyle:

    -- spoiler --
    aslında hakkında konuşulması gereken kevin değil eva. eva kevin’in annesi. evet “we need to talk about kevin” isimiyle 2011′de gösterime girmiş bir filmden söz ediyoruz. kitap uyarlaması. ne kadar iyi bir uyarlama olduğundan bahsedemeyeceğim çünkü kitabı okumadım. filmde boşluklar olmasını çok iyi uyarlanmamış olmasına yorabiliriz ya da bu boşluklar zaten kitapta da vardı. dediğim gibi bilmiyorum. biz filmden sözedeceğiz. film anne çocuk ilişkisi üzerine. çarpıcı, sarsıcı, toplumsal, ontolojik ve psikolojik.

    domates festivaliyle açılıyor film. ilk anda kanlar içinde yüzen insanlar gördüğünü sanıyor izleyici. doğum anına da benzetilebilir. “doğum bir çeşit tarvmadır” tezini destekleyen bir sembolik anlatım gibi düşünebiliriz bunu. doğumdan sonra çocuğun ilk ilişki kurduğu ve bu travma denen, anne bedeninden kopuş anını atlatmasına yardımcı olan kişi annedir. 0-2 yaş arasında çocukla anne arasındaki ilişki bir çeşit kendini tanıma ve dünyaya adapte olma sürecidir. kevin ve annesinin ilk andan itibaren sağlıklı bir ilişki kuramamasına şahit oluyoruz film boyunca. evlilik ve hamilelik eva’nın kendinden ve dış dünyadan vazgeçmesi anlamına geliyor ve asla tutkuyla ya da sevgiyle istediği bir şey olmuyor. anneyle çocuk arasındaki fiziksel ve psikolojik benzerlik önemli. biri diğerinin devamı hatta mirasçısı gibi. anne ilk aylarda çocukla ilişki kurarken, çocuğu kucağına aldığında bile aralarındaki mesafenin tam olarak kapanmasına asla izin vermiyor. hep belli bir mesafede tutuyor çocuğu. bir çeşit ilişkisizliğe mahkum ediyor. burdan sonrası bu ilişkisizliğin ve çocuğun anneden aldığı intikamın hikayesi. içine şeytan kaçmış bir çocuğun hikayesi değil yani.

    filmin güçlü taraflarından biri kesinlikle oyunculuklar. tilda swinton ve ezra miller. tilda swinton george clooney’le oynadığı avukat filminde de oldukça iyi bir performans ortaya koymuştu. takdirlerimizi kazanmaya devam ediyor. bir karekter oynamaya çalışan, karakterine kafa yoran ve onu derinleştirebilen oyuncu sayısı çok fazla değil. swinton kesinlikle bunlardan biri. miller’ın ikinci bir filmini izlemiş değilim ama bundan sonra bir daha hiç film çekmeyecek olsa bile bunda ortaya koyduğu performans iyi bir oyuncu olduğunu ortaya koymaya yeter.

    domates festivaliyle başlayan kutlamalar, cadılar bayramı ve christmasla devam ediyor. her gergin sahnede sevimli müziklerin kullanılması da iyi bir fikir diyebiliriz. buradaki gerginlik yalnızca izleyiciyi germeye yönelik tek boyutlu bir şey değil çünkü. bir çeşit yalanı ifşa etme yapıntılığı ortaya koyma çabası. kevin ve eva arısında yaşanan ilişkisizlik gerginliğin temel seeplerinden biri. kevin şiddeti bir çeşit ilişki kurma biçimi olarak kullanıyor. eva bütün bu olup bitene müthiş derecede öfkelendiği halde büyük bir sabır ve anlayış gösteriyormuş gibi yapıyor. bunu yaptığı durumlarda kevin’in hissettiği tek şeyin hınç ve öfke olduğunun farkında bile değil. eva başka türlüsünü bilmiyor. anlayış ve sabır kılıfı altında alttan alta beslenen hınç onun bildiği en iyi ilişki kurma biçimi ve kevin’e yani oğluna aktardığı da aslında bundan başka bir şey değil. kevin ve annesinin benzerliğini sarışınlarla esmerlerin savaşı olarak da düşünmek mümkün. kevin ve annesi dışında filmdeki tüm karakterlerin sarışın olması da oldukça ilginç. kevin’in annesine üstün olan tarafı onun şiddet eşiğiniaşmış olması. kevin şiddeti bizzat kullanıyor. hatta şiddet kullanmak konusunda oldukça ilkel ve acımasız ve bunu neredeyse doğası gereğiymiş gibi yapıyor. bu noktada da annesiyle birbirlerine benziyorlar. annesi de tıpkı kevin gibi yabani biri, şiddet dürtüsü bastırılmış bir yabanilik. bastırılmış herşey mutlaka hissedilir ya da yön değiştirir çünkü onu yok edemezsiniz o kadar korkarsınız ki sadece saklarsınız. kevin’in annesini cezalandırmasının ve yalnız bırakmasının en iyi yolu şiddet ve kötülük. ilk yalnız bırakanın anne olduğunu da unutmamak gerek tabii ve bunun bir çeşit intikam olduğunu.

    filmin tamamını lacan ya da freud temelli psikanalitik bir yoruma tabii tutmak ve bir takım çıkarımlara varmak mümkün ama bizim için asıl önemli olan filmin nasıl sonlandırıldığı. kevin sağlam bir katliamın sonunda hapse düşer. aradan bir kaç yıl geçtikten sonra annesiyle görüş günü karşılaşmalarına şahit oluruz. bu karşılaşma ve sonlandırma hollywood izleyicisi için yeterince yoğun değildir ama bir sanat filmi için de oldukça ümitvar bir sonlandırmadır. o kadar kan ve katliam, (bunların hiçbirini filmde birebir göremezsiniz, yönetmen bunu bir şekilde anlatır) sonunda anne ve oğulun hayatlarında ilk kez gerçek bir sarılma yaşamalarına sebep olur çünkü kevin içerde geçirdiği bir kaç yılın sonunda kanlar içinde dünyaya geldiği ilk ana geri dönmüş ve yönetmenin bize hissettirdiği kadarıyla içerde zulme maruz kalmıştır. doğduğu anda çocuğuna şefkat gösterme fırsatını bazı sebeplerden kaçırmış olan anne, ettiği onca zulme rağmen zulme uğramış oğlu karşısında merhamet etmeden duramaz. bu kadar kötülüğün içinden geçerek de olsa böylesi insani ama gerçekten insani yani insana dokunan bir noktaya ulaşılmış olması her şeye rağmen insanın inancını tazeleyen bir şey.

    filmin zaafı kevin’in neden bu kadar kötü bir çocuk olduğunu asla tam olarak bilmeyişimiz, filmin bütün karakterlere karşı tam bir tarafsızlık içinde olması, kevin’in şiddetini yönelttiği şeylerin tam bir tutarlılık içinde olmaması ve net bir bağlamlarının olmaması olarak sayılabilir. bir de yakışıksız bir mantık hatası var filmde: katliama hazırlanırken asma kilit benzeri bir şeyle içerinden kilitlediği salonu polislerin gelip kilidi keserek dışarıdan açabilmeleri. baya atlamışlar yani.
    -- spoiler --