kayıt

babalar günü

  1. 21
    Babalar günü hepimiz için kutsaldır. Kimimizin babası hayatta, kimimizin değil. Baba hasreti çeken bir çok insan ne yazık ki filmlerle avutuyor kendini. Kanımca; filmler onları anmak için en ideal yöntemdir. Çünkü filmler bilinçaltımızın bir parçası gibidir, istesek de değiştiremeyiz bunu. Filmleri seyrederken hüzenlenebiliriz belki, ama belleklerimize kazınan o sahneler bizi geçmişe bağlar. Dolayısıyla geçmişle kurulan bağ, babalarımızın sonsuza dek yaşayacağının önemli bir göstergesi haline gelir. Bunun en önemli sebebi de kalbimizin her daim onlara açık oluşudur. Buradan yola çıkıldığında, göz önüne serilmesi gereken o kadar çok film var ki… Bunların en önemlileri “The Champ”, “John Q”, “Road to Perdition”, “ I am Sam”, “Mr. Popper's Penguins”, “ A Bronx Tale” ve “After The Promise” ve “Lorenzo’s Oil”dir.

    Hazır konu baba filmlerinden açılmışken, biz de baba figürünü iyi işleyen filmlerden bahsedelim istedik. Rus sinemasının geleneğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren “Dönüş”, baba karakterinin kadraj içindeki konumunu vurguluyor ve baba hasreti çeken çocukların yeni arayışlarına yelken açıyor. Böylece baba figürü öne çıkmış oluyor. Bu figür hep bir ikon olarak tasvir ediliyor ve baba-oğul ilişkisi soyut ikonografi üzerinden işleniyor. “Dönüş”, büyüme çağında iki erkek çocuğun kendilerini terk edip gitmiş olan babalarına sitemlerini, öfkelerini ve ona karşı duydukları özlemi merceğe alıyor.
    Baba figürünü iyi bir şekilde işleyen bir diğer film ise; “Meet The Fockers”. Kendi kurallarıyla yaşayan bir babanın kızını evlendirmek istemeyişi, kızına olan bağlılığını ortaya koyuyor. Robert De Niro’nun (Jack Byrnes) diktator bir babayı canlandırmış oluşu, kesinlikle hafızalarımızdan silinmiyor. Diktatör bir babayı kim unutabilir ki?

    Kanımca; baba figürünü en iyi işleyen filmler “Godfather”, “The Day After Tomorrow”, “Leon”, “Pursuit Of Happyness”, “Kramer vs Kramer” ve “Real Steel” dir. Gelmiş geçmiş en fenemonel filmlerden biri olan “Godfather” çocukları ve işi arasında bir seçim yapması gereken mafya babası Don Corleone’nin hayat hikayesini konu alır. Kültürel, tarihi, ve estetik olarak çok önemli bir yere sahiptir. Bir Don Corleone repliği olan "Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım", sinema tarihinin en çok gönderme yapılan repliklerinden biri haline gelmiştir. “The Day After Tomorrow”da oldukça etkileyicidir. Dünyayı kocaman buz kaplamışken, oğlunu kurtarmak için yollara düşen Jack Hall, imkansızı başarmak için elinden geleni yapar. Mücadeleci baba Jack Hall, bu macerasıyla, iyi bir babalık dersi vermiştir. Diğer babaların ondan öğreneceği o kadar çok şey var ki... Ayrıca Jack Hall’e can veren Dennis Quaid’in oyunculuğunun da çok iyi olduğunu eklemek gerek.

    Baba sevgisini derin bir şekilde işleyen “Leon” ailesini kaybetmiş küçük bir kızın, baba sevgisini tatmasını konu alır. “Leon” karakterine can veren Fransız oyuncu Jean Reno, gırtlağına kadar çamura batmış ezeli bir suçludur. Hayattan hiçbir beklentisi yoktur, hatta o kadar yalnızdır ki, çevresindeki insanlara dahi katlanamaz. Sadece işine odaklanır. Ama günün birinde hayatı, ufak bir kızla tanışmasıyla alabora olur. Ufak kızın hayatta kimsesi yoktur. Tek istediği aile sevgisidir. Leon onu yanına alır, ilk başlarda ona hiç pas vermez ama zamanla içindeki sevgi büyür ve kendini nehrin akışına doğru bırakır. Artık nehir onu nereye götürürse… Ufak kızda öyle bir şeytan tüyü vardır ki, adeta Leon’un yıkılan dünyasını yeniden inşa eder. Leon da buna karşı koyamaz. İlerleyen zamanlarda Leon ondan kopamayacağını anlar. Leon onun gerçek babası olmamasına rağmen, içindeki babalık sevgisine dur diyemez. Artık Leon’un ufak bir kızı olmuştur. Demek ki sevginin gücü bir suçluyu bile değiştirmeye yetiyormuş. Özellikle de Leon gibi sert birini!
    “Pursuit Of Happyness” filminde de buna benzer bir durum vardır, ama tek fark babanın öz oluşudur. Duyarlı bir baba olan Chris Gardner (Will Simith), işinde sorunlar yaşayan ve maddi sıkıntı çeken bir adamdır. Aynı zamanda da iyi bir eştir. Maddi sorunlarından iyice bunalan eşi bir gün evi terk eder. Baba ve oğul perişan bir halde yollara düşer. Çünkü ev sahibi onları çoktan kapı dışarı etmiştir. Sokak yaşantısına ayak uydurmaya çalışan baba-oğul amansız bir mücadele verir. Duygusallığın matematiğini yapan film, yüreğimizdeki sevgiyi aydınlatır ve biz de o sevgiyle çevremize ışık saçarız. Evladını ihmal eden babalar bile bu durumdan etkilenebilir. Zaten dramatik ve melodramatik filmler de bu mantığı gütmüyor mu?
    Şu ana kadar izlediğimiz en duygusal filmlerden biri olan “Real Steal”, baba ve oğul arasında yaşanan trajik bir olayı anlatıyor. Kendisinden bir hayli uzakta olan oğlu Max ile yakınlaşan Charlie Kenton (Hugh Jackman) özgüvenini yitirmiş, inançsız bir babadır. Oğlu sayesinde kendini tanımaya ve yüreklenmeye başlar. Aralarındaki bağ o kadar güçlüdür ki, o bağı kimse kopartamaz. Tıpkı yenilmez Çelik Yumruklar gibi… Gözyaşı dökmemek neredeyse imkansız.

    Geldik “Kramer vs Kramer”e… Nostaljilerin kralı sayılabilecek “Kramer vs Kramer” filmi, ihmalkar bir babanın kendine özgüven aşılayıp, hayatını değerli kılmasıyla çok önemli bir yere parmak basıyor ve bize iyi bir hayat dersi veriyor. Bu hayat dersini şu şekilde ifade edebiliriz: Siz siz olun evladınızı ihmal etmeyin, onun arzularına kulak verin ve onu her ne pahasına olursa olsun koruyun. Aslında film seyirciye aileler arasındaki, diyalog eksikliğini aktarıyor. Ataerkil bir düzenin egemen olduğu toplumlarda, baba her zaman koruyucu ve fedekar olmalıdır. Şunu unutmayın ki, yüreklerini evlatlarına açan babalar her zaman kazanır
    Peki, ya Dom Hemingway filminde sorumsuz bir babayı canlandıran Jude Law’a ne demeli? Dom Hemingway aslında çok acımasız ve kötü bir babaydı ama, kızından çok önemli bir ders aldı. Dom’a farkındalık sağlayan kızı onun tamamiyle değişmesine vesile oldu. Zaten burada önemli olan bir evladın, bir baba üzerindeki kalıcı etkisiydi, bu nedenle izleyenlere duygu dolu anlar yaşattı.
    Diğer filmler sırasıyla: “The Man Who Knew Too Much”, “Hector”, “Ordinary People”, “Life İs Beautiful”, “World’s Greatest Dad”, “American Beauty” , “The Family Man” ve daha niceleri…

    Yabancı filmler hakkında bilgi verdikten sonra geçelim Türk Sinemasına… Türk Sineması için dört önemli baba filminden bahsedebiliriz: Arzu Filmin yapımcılığını üstlendiği “Aile Şerefi”, Çağan Irmak’ın yönettiği “Babam ve Oğlum”, Yılmaz Güney’in oynadığı “Babam” ve Yetkin Dikinciler’in zengin bir babayı canlandırdığı “Kızım İçin” filmi… Burada “Babam ve Oğlum”a yeşil ışık yakmakta fayda var. Çünkü “Babam ve Oğlum” bir sahnede ağlatırken, diğer sahnede kahkahalarla gülmemize sebep olan bir Çağan Irmak filmi. Hele babanın “suç benim” diye ağladığı sahne yok mu, o sahne insanın içine öyle bir işliyor ki, günlerce etkisinden çıkamıyoruz. Zaten “Babam ve Oğlum” Türk Sinemasının en önemli kült yapımları arasındadır.
    Sonuç olarak babalar gününün her yıl kutlanıyor oluşu bir nebze de olsa küskünlüklerin barışla sonlanmasına vesile oluyor. Yani bu özel günde birbirleriyle küs olan babalar ve evlatlar değişik duygulara bürünüyor. Gelelim günün anlam ve önemine… Bu özel gün her ne kadar tüketimi hareketlendirmek için yapılmış olsa da, işe yarıyor. Sözün özü; bazen ticari olaylar insanı farklı bir noktaya taşıyabiliyor. Bol filmli haziran ayı geçirmeniz dileklerimle…

    *Bu yazım Film Studio dijital dergisinin haziran sayısında yayınlanmıştır.