kayıt

unutulmayan çocukluk anıları

  1. 6
    bir kısmı hala hatırlananlardır.

    efsanelerin yaşandığı, kralların tanrılarla savaştığı, kahramanların canavarlar avladığı antik dönemlerdir. zeyna'nın jeneriğindeki gibi bir giriş yapmak istedim. malum, çocukluk dönemi dendiğinde zeyna'ya selam çakmazsam olmazdı.

    valla sözlükcüğüm benim çocıkluğumu bazen ben bile düşünüp düşünüp, işin içinden çıkamıyorum. tamam her çocuk biraz hayalcidir, biraz abartır her şeyi ne bileyim, yetişkinler gibi düz düşünmez ama yani ben biraz zorlardım uç noktalardaydım.

    anılarım konusunda hafızamın kuvvetli olmasındaki iyi yanlardan biri çocuk dönemimden kalma çok fazla ayrıntıyı hala hatırlamam. mesela bak örnek vereyim; yıldırımların, şimşeklerin havada cirit attığı yağmurlu havalarda ben balkona çıkıp gökyüzüne baka baka poz veriyordum. neden? çünkü uzaylılar fotoğrafımızı çekiyordu. o bir anlık ışık patlamasının bu sebeple gerçekleştiğini iddia edebilen ve iddiamı daima savunan biriydim. işin bilimsel gerçeğini öğrendiğimdeyse çok üzülmüştüm. gözlerim dolu halde dudağım titrerken anneme "nasıl yani aslında yoklar mı?" derken hissettiğim o acının yıllar sonra "yalnızlık duygusu" diye adlandırıldığını keşfettim.

    bir başka örnekte mesela; babam kars'ta askerlik yaptığı dönemde izne gelirken saç örgüsü peynir getirmişti. ilk gördüğümde nasıl şaşırdım var ya anlatamam. babam "sence bu nasıl olmuştur? diye sorunca cevap veremedim, daha da bilendim, çünkü bana bişey sorulduğunda hayatta diğer çocuklar gibi "bilmiyorum, etmiyorum" gibi kaçamak hallerim olmazdı. mutfakta bir parçasını elime alıp onlar sofraya konmadan önce uzun uzun izlemiştim. ayakta hiç kıpırdamadan, elimdeki peynire baktım durdum heykel gibi, hani bir tanım yapmaya çalışıyordum. tamam tadı tuzu peynir, çünkü diğer elimde tuttuğum normal peynirden bir parça ısırıp tatlarını kıyasladım, orada sorun yok. e peki inekler bunun şeklini nasıl ve neden yaptı? asıl sorun bu işte! ya çocuk aklımla akşama kadar düşündüm. evin içinde resim yapıyorum, oyun oynuyorum fakat aklımda hep aynı soru, çıldırma seviyesindeyim. en son salonda yere yatmış boş boş tavana bakarken birden dank etti. "tabi!" dedim. akşam sofrada dolaptaki peyniri babamın önüne çaat diye koydum. şaşırdı, nolduğunu anlamadan "saçları! onlar ineklerin saçları!" diye bağırdım ve hala daha anlatılıp gülünen bir anıya imzamı çaktım.

    ya daha bunun gibi onlarca örnek var sözlük. hani düşünüyorum, çocuksun, mütüş enerjiksin, hayal gücü, düşünme şekli filan bambaşka boyutta, ancak en önemlisi yalnızsın. kardeşim olmadığı ve anneannem bana baktığı için o yaşlardaki oyunlarımı hep tek başıma oynadım. o türküleri çok severdi, evde bir iş yaparken sürekli türkü söylerdi, ben o türkünün neden söylendiğini, hikayesini sorduğumda uydururdu bişey. bazen duyduğu, bildiği halk efsanelerini tekrar tekrar anlatırdı. fantastik dünyaya olan ilgimin sebebi aslında anneannemdir. perili, develi masalları, efsaneleri çok kez dinledim ondan. ama en önemlisi gelişim hachette isminde bir ansiklopedi serisi vardı, işte onlar benim tek arkadaşımdı. okumayı bildiğimden değil, görselleri büyük ve renkli olduğu için bütün gün yere yatıp onların içindeki fotoğrafları anlamaya çalışırdım. anlamlandıramadığımı kucaklar götürürdüm, anneannem okurdu keyfi yerindeyse. okuma yazma bilmek hak getire, yumruk kadar çocuğum sonuçta... bazen beğendiğim kuş, balık bişey olduğunda aynısını çizmeye çalışırdım. o dönemlerdeki hayali arkadaşım hera* ile de böyle tanışmıştım. tüm gün hera ile oynar, yemek yer, uyurdum. kavga bile ettiğimiz olurdu. bazen o bana küserdi, bazen ben ona. çocukluk, ne bileyim işte...

    şimdi düşünüyorum, yaptığım ve yaşadığım onca güzel anı... hızlı büyümüşüm be sözlük. tüm o basit hayaller hızlıca uçup gitmiş.