kayıt

edouard leve

  1. 1
    intihar adlı kitabın yazarıdır.

    ''üstüne yaldızlı harflerle soyadın yazılmış, kara taştan bir mezarda tek başına yatıyorsun. adının altında, doğum tarihinle ölümünün ki okunuyor, aralarında yirmi beş yıl var.

    biri bana bir intihar haberi verdiğinde, aklıma sen geliyorsun. ama birinin kanserden öldüğünü söylediklerinde, aynı hastalıktan ölen dedemle büyükannem gelmiyor aklıma. kanseri başka milyonlarca kişiyle paylaşıyor onlar. intiharsa senin.

    bir yıkıntı, rastlantı sonucu oluşmuş estetik bir nesnedir. kuşkusuz, güzelleştirilmesi amaçlanmamıştır. yıkıntı üretilmez, ona bakım yapılmaz. yıkıntı aşağıya, yığına yönelmiştir. en güzel yanı çöküşe karşı ayakta kalan bölümüdür. işte senin anın o ayakta kalan bölüm, bedeninse aşağıdaki yığın. hayaletin belleğimde dimdik ayaktayken, iskeletin toprağın içinde çürüyor.

    ...

    yalnızca yaşayanlar tutarsız görünür. ölüm, onların yaşamını oluşturan olay dizisini sona erdirir. işte ondan sonra, boyun eğip o olaylara bir anlam yüklemeye çalışırız. anlam yüklemeyi reddetmek demek, bir yaşamın, dolayısıyla yaşamın kendisinin saçma olduğunu kabullenmek demektir. senin yaşamınsa olmuş bitmiş şeylerin tutarlılığına erişmemişti. o tutarlılığı ölüm kazandırdı ona.

    ...

    dünyayı silip atmayı seçmen, geriye kalanları aynı şeyi yapmaktan alıkoyuyor. kaçırdığın şeyi görüyor onlar. senin artık hiç olduğunu düşündüklerinde, çektikleri acı hoşlarına gidiyor.

    sanatta, eksiltmek kusursuzlaştırmaktır. yok olmak seni negatif bir güzelliğin içinde dondurdu.

    annenin evinde, yaşlı bir bekçi köpeğiyle hiçbir işe yaramayan, tepkisiz, evcil kediler vardı. şu özdeyişi yineler dururduk: 'kediyi yaşam boyu besle, seni bir günde bırakır; köpeği bir gün besle, sana yaşam boyu bağlı kalır.' sen kedi oldun, bense köpek.

    ...

    verimli olmayı reddediyordun. az iş yapıyordun ama iyi yapıyordun ya da kötü yapacağına hiçbir şey yapmamayı yeğliyordun. çağdaş düşkünlükleri bilmezdin. her şey, hemen benim olsun istemezdin. kendini yemekten, içmekten, sigara tüttürmekten, konuşmaktan, dışarı çıkmaktan yoksun bırakmayı severdin. günler boyunca, odanda perdeleri çekip mutlu bir biçimde, ışıksız da yapabiliyordun. havanın eksikliğini duymuyordun. bu katılıktı senin klasikçiliğin.

    gösteri yapmaktan hoşlanmazdın, ama kendine seçtiğin ölüm yere, zamana, işin nasıl yapılacağına karar vermeni gerektiriyordu. onu gerçekleştirmek için, ölümü sahneye taşımak zorunda kaldın.

    ...

    sen işin sonunda hastalanıp yaşlananlardan, bedenleri kuruyup hayalete dönüşenlerden, daha yaşarken ölümü andıranlardan olmadın. onların ölümü bir çöküş sürecinin sona ermesidir. bir yıkıntının ölmesi bir kurtuluş, ölümün ölümü değil midir? sense capcanlıyken toparlanıp gittin. genç, diri, sağlıklıyken. senin ölümün yaşamın ölümü oldu. yine de bunun tam tersini simgelediğini düşünmekten hoşlanıyorum: ölümün yaşamını. intihar ettikten sonra nasıl var olduğunu kendime açıklayamıyorum, ama ölümün öyle kabul edilemeyecek bir şey ki, çılgınca düşünceler doğuyor: insan senin ölümsüzlüğüne inanacak oluyor.

    peru'ya gitmedin, siyah potinleri sevmedin, pembe çakıllı bir yolda yalınayak yürümedin. yapmadığın o kadar çok şey var ki insanın başı dönüyor, çünkü bizim de yapamayacağımız ne kadar çok şeyin olacağını gösteriyor. zamanımız yetmeyecek. sen beklememeyi seçtin. sonsuz sanıldığı için yaşama tutunulmasını sağlayan gelecekten vazgeçtin. insan tüm yeryüzünü kucaklamayı, tüm meyvelerin tadına bakmayı, tüm insanları sevmeyi isteyebilir. bizi umutla besleyen bu yanılsamalara sırt çevirdin.

    ...

    kendi mezarını yaptırmayı tasarlıyordun. yaşadığın her yerden daha çok zaman geçireceğin konutu seçme işini başkalarına bırakmak istemiyordun. düz, parlak, kara mermerden olacak, süsü püsü olmayacaktı. önünde, bir mezar taşında adın, doğum tarihin, aynı zamanda seksen beş yaşındaki ölüm tarihin yazacaktı. aile mezarı olmayacaktı: orada tek başına yatacaktın. tarihler sen sağken kazınacaktı üstüne.

    mezarlıkta gezinenlerin onlarca sonraki bir ölüm tarihinin önceden yazılmış olmasına verecekleri tepkileri düşlüyordun. bir sürü senaryo gerçekleşebilirdi.

    sen ölmeden önce, ölümünün geleceğe programlı tarihi mezarını kaba bir şakaya ya da kaygı verici bir kehanete dönüştürecekti. öngörülen tarihten önce ölürsen, mezar taşındaki tarihin yerine gerçek ölüm tarihin yazılarak gömülebilirdin, ne var ki bu yalanı bozup, mezarını sıradanlaştırırdı. öte yandan, yazanı değiştirmeden de gömebilirlerdi seni. o zaman, ziyaretçiler bunun bir şaka olduğunu düşünüp, her şeye karşın içinde bir ölü bulunan bir mezarın karşısında gülerlerdi. mezar taşı bu kaba şakayı senin seksen beş yaşına geleceğin yıla dek sürdürürdü. o tarihten sonra, gelip geçenler ondaki ayrıksılığı fark etmez olurdu: mezar taşında yazan tarihin yalan olduğunu, mezardaki insanın belirtilen tarihte ölmediğini kim düşünebilirdi ki?

    bir başka olasılık da önceden düşündüğün tarihte, seksen beşinci yaşında ölmendi. belki ecelinle o yıl ölürdün, kaldı ki bu çok olağan dışı bir şey olur, öngörünü gerçeğe dönüştürürdü ölümün; belki de mermere kazınan sözü tutmak için intihar ederdin. o zaman, seni mezar taşına yazılanlara dokunmadan gömerlerdi.

    seksen beş yaşını geçersen, mezarlık ziyaretçileri sen hala sağken, öldüğünü düşünürlerdi. sonra gün gelir geçerken ölürdün. yazılan tarih değiştirilmezse, gömüleceğin mezarın taşı genç gösterirdi seni. tabi sen sonunda ölüm tarihini mezar taşındakine uydurmaya karar vermezsen. belki de öldükten sonra, yazılı ölüm tarihinin sürekli ileri alınmasını vasiyet eder, böylece durmaksızın ilan edilen ölümün asla gerçekleşmemiş görünürdü.

    bu karmaşık varsayımları intiharın sona erdirdi, ama tasarını bilen karın arkanda bıraktığın çizimlerden hareketle yaptırdı mezarını. mezar taşının üstüne doğduğun tarihle ölüm tarihini yazdırdı. aralarında seksen beş değil, yirmi beş yıl vardı: ölümünle ilgili şaka yapma düşüncesi senden başka kimsenin aklına gelmedi.

    ...

    pişmanlık mı? arkandan ağlayanların üzüntüsü için, sana olan sevgileri, senin de onlara karşı duyduğun sevgi için pişmandın. karını yalnız bıraktığın için, yakınlarının içlerinde hissedecekleri boşluk için pişmandın. ama bu pişmanlıkları yalnız önceden hissediyordun. seninle birlikte yittiler onlar da: ölümünün acısına arkanda bıraktıkların tek başlarına katlanacaklar. intiharın bu bencil yanından hoşlanmıyordun. ama tartınca, ölümün dinginliği yaşamının acı dolu çalkantılarına üstün geldi.

    *intihar - édouard levé''

    not: yazar kitapta intihar eden arkadaşını anlatıyor diye biliniyor ama aslında kendi intiharını anlatıyor. ve ilk kitabın girişinde, girdiği evde, eşinin intihar etmesinden ötürü kötü halde olan kadın aslında kendi karısıdır. ve kitapta arkadaşı olarak ele aldığı kişiyi çok yakından, duygularını dahi bilecek kadar yakından tanıyan kişi aslında yine yazardır. dikkatli okuduysanız eğer, yazar kitapta ruh gibi gezer ve intihar eden arkadaşının bütün ruh hallerini ince ince anlatır okuyucuya. çoğu kişi kitapta anlatılan kişi ile yazarı farklı görse de, bence ikisi de aynı kişi kesinlikle. yazar, yazdığı kitapta kendisinin bir müddet sonra gerçekleştireceği intiharını ve intiharından sonrasını, arkadaşın intiharı gibi lanse ediyor, ama intihar edecek olan kişi kendisidir. inanılmaz bir romandı. böyle bir şey bir daha denk gelmez. tadını çıkartın işte.