büyük patlama, yıldız patlaması gibi bir şey değil ya ondan biraz abes olabilir aslında. yani altındaki mantık doğru da diğer taraftan zaten galaksilerdeki mevcut güneş sistemlerinin oluşup yok olması zaten madde dönüşümünü sağlıyor. birinin ölümü diğerinin ham maddesi oluyor. bunu geriye götürünce ilk yıldızlara kadar gidiyor, büyük patlamada her taraf leş gibi hidrojendi diyorlar :D
Büyük patlamada patlayan şey bildiğimiz yıldızdı demiyorum tabi ki ama sonuçta muhteviyatı ne olursa olsun yıldız demek çok yanlış olmaz bana göre. Ne olduğu konusunda pek bir fikrim yok ama yine de çok yüksek oranda hidrojenden oluşan yıldızlar da var sonuçta. Yani uzayın bile olmadığı bir durumda patlayan şeyin ne olduğunu bildiğini iddia etmek çılgınlık olurdu zaten günümüz şartlarında. :)
yok tabii ki o konuda ve öncesinde ne olduğu konusunda bir sürü bilinmeyen var ama büyük patlama aslında genişleme diyorlar. uzay-zaman ve dört temel kuvvet hepsi bir nokta imiş, aniden (çok hızlı şekilde) genişlemiş. tam olarak patlama değil, zaten dediğin gibi uzay yok yani nerde patlayacak bu arkadaş. içerik olarak da sadece hidrojen vardı diyorlar. ilk ve temel atom bu hidrojen, sonra ilk yıldızlar ile hidrojenler birleşerek diğer atomları meydana getiriyor. kabaca maddenin hikayesi böyle bir şey. tabii benim anladığım kadarıyla...
Benim bildiğim de ona yakın bir şey. Girdide bahsettiğim şey de aslında o sonsuza yakın yoğunluktaki noktanın tozları olduğumuzdu. Yani o noktanın tozları olmak ondan sondaki herhangi bir yıldızın tozları olmaktan daha kıymetli bir bilgi olabilir bence.
işte ben de ona karşı demiştim ya o sonsuza yakın nokta dediğin ilk halin tozları değiliz. o hal zaten tüm fiziğin çöktüğü yer, ötesini zaten hesap edemiyorlar. o sonsuz noktada da aynı şey geçerli, tüm temel denklemler çöküyor.
sonraki yıldızların tozları olmak da daha az kıymetli değil. yani özümüzde bir kıymet yok aslında o anlama geliyor. evrenin her yerine yayılmış bir madde çorbası gibi düşünebilirsin. bizim samanyolu tarafına biraz böyle yayılmış, biz karbon bazlı olmuşuz, belki başka taraflara başla türlü yayıldı, onlar başka oldu. özümüzü bu şekilde civarımızdaki maddeden alıyor olmak çok daha mantıklı bir açıklama gibi geliyor bana. tabii ki geriye götürünce hidrojene varıyoruz, onun da kökeni büyük patlama ama işte biz direkt büyük patlamanın tozunun ürünü değiliz, büyük patlama yıldız patlaması gibi değil. benim bildiklerim böyle yani,
Büyük patlamanın ürünü olmayan bir madde hayal edemedim ben. Nasıl olur da her şey büyük patlama ile oluşmuşken biz onun parçaları olmayız. İsmi büyük patlama diye öyle söylüyorum. Eğer vücudumuzdaki atomlar daha önce bir yıldızın parçalarayıdılarsa en temelde de büyük patlamada hepsi bir aradalardı.
Fiziğin çökmesiyle alakalı bir durum değil ki bu. Fizik zaten insanların evreni anlamlandırma çabası. Gerçekte var olan kuralları bizim anlamlandırma biçimimiz. Anlamlandıramadığımız şeyler aslında kullandığımız fizik yasalarının doğru olmamasından kaynaklanıyor. Ancak bilimin şu an kabul ettiği gibi bütün madde tek bir noktadan çıktıysa eğer ister istemez biz de oradan çıkmış oluyoruz.
yani dolaylı olarak evet, ona karşı çıkmıyorum zaten. evrende yeni hidrojen üretilmiyor bildiğim kadarıyla. tüm hidrojen büyük patlama ile oluştu ve biz bu hidrojenin daha sonra yıldızlarda dönüştürülen diğer maddelerinin tozlarıyız. yani belki zorlarsak hiç dönüşmeyen mevcut hidrojenler de büyük patlamadan kalanlardır diyebiliriz ama bu sadece tek hidrojen için geçerli olabilir. diğer maddeler için geçerli olmaz. zaten yıldızların tozuyuz derken de bu vurgulanıyor yoksa özümüz bir, büyük patlama ile var oluk gibi bir düşünce de aynı derece doğru olabilir. bu yıldız tozu biraz daha teknik, tek tek atomların nasıl türlere ayrıldığı ile ilgili bir hikaye.
büyük patlama teorisine göre demek lazım sanırım, evrenin tek bir noktadan ortaya çıkmış olması, öncesi için üretilen formülleri işlevsiz hale getiriyor. diyelim yine öncesi için başka bir teori üretildi, bu sefer o teorinin fiziği de ancak o noktaya kadar işlevli olacak. yani tüm sistemin ortaya çıktığı bir teoriden bahsediyoruz, denklemlerin içinde tutarlı sonuç verebilmesi için zaten sistemin var olması gerekiyor, o yüzden öncesi için formüller çöküyor deniyor.
anlamlandırma faaliyeti yani niye tüm bunlar böyledir diye sorarsak o bilimin biraz dışına çıkıyor. bilimsel bilgide sadece nasıl olduğunu açıklamaya çalışıyorlar. madde nasıl ortaya çıktı diye sorup bir cevap bulmaya çalışıyorlar.
yani zaten karşı çıktığım nokta dolaylı olan bir şeyi direkt olarak anlatılması idi, konudan uzun yoruma giriştik, o da bir değişik oldu. okuyan varsa kör olacak :D
Okuyan varsa da okumasın napalım. Ya benim demek istediğim şu, hidrojen dediğimiz şey aslında tek elektron ve tek proton. Diğer elementler hidrojenlerin bir şekilde birleşmesi ile oluşmuşlar. Sonuçta evrende en çok bulunan element yanılmıyorsam evrendeki tüm atomların çok büyük bir bölümü hidrojen zaten. Füzyon tepkimesi ile iki hidrojenin bir araya gelerek helyum oluşturması gibi düşün. Sonuçta o helyum da eskiden hidrojendi. Hatta bizim güneşimizdeki tepkime de tam olarak bu. Hidrojen sürekli olarak birleşerek helyuma dönüşüyor. Bu tepkime sonucunda çıkan çok fazla enerjiden dolayı güneş cayır cayır yanıyor gibi enerji saçıyor. Aslında bir gün güneşin hidrojen stoğu bittiğinde o da yok olmaya mahkum. Sonrasında ne olacak? Muhtemelen güneş patladıktan sonra ortaya çıkacak olan yüksek enerji ile yine aynı helyum atomları bu kez fisyon tepkimesi ile tekrar hidrojene dönüşecek ya da helyum olarak saçılacak boşluğa. Sonra o saçılan atomlar bir araya gelmesi ile başka bir gök cismi oluşturacak ve bu sistem böyle devam edip gidecek. Ama en nihayetinde hepsinin temeli hidrojen elementi. Çünkü çekirdeğinde sadece bir protonu bulunan en hafif element kendisi. Daha ufak bir element olmamasından dolayı her yer hidrojen aslında. Eğer daha küçük bir element olsaydı muhakkak süpernova sonucunda hidrojen de parçalanır ve o daha ufak elementlere dönüşürdü. Yani şimdi karbon bazlı canlılar olsak da temelimiz hidrojene dayanıyor. Evrendeki bütün maddeleri bir şekilde bir araya gelmiş(fiziksel, kimyasal ya da nükleer tepkimeler sonucu) hidrojen atomları olarak düşünürsek hepimiz aynı maddenin tozlarıyız denilebilir.
ona tamam dedim zaten ama o teknik bir açıklama olmuyor. yani o hidrojen temel atom, içeriğinden dolayı bu böyle ama zaten en başta büyük patlama ile şak diye hidrojen oluşmuyor ki proton, nötronlar ve elektronlar var, daha geriye gidilirse ki ben bilmiyorum ötesinde mutlaka bu temel maddelerin de yapı taşı aynıdır, hepsi büyük patlama içindeki noktaya sığdırılması demek zaten aradaki boşlukların olmaması demek, dolayısıyla bildiğimiz madde değil demek. yani geriye götürdüğümüzde tam olarak hidrojenlerdir diyemiyoruz.
hadi dedik diyelim, yani elbette hidrojen en yaygını ama zalıyor çünkü tekrardan bildiğim kadarıyla hidrojen oluşmuyor. tüm evren ilk zamanda oluşan hidrojeni tüketiyor. ona rağmen en yaygın atom olabilir. bu durumda kalan hidrojenler sadece tekil olarak bizim hidrojenlerimiz olabilir. geriye kalan atomlar tam olarak yine olmuyor.
hadi tamam buna da kabul dedik diyelim. yani yıldızların üretimi de sonuçta hidrojen üzerinden ama bu durumda iki hidrojen birleşti helyum oldu, sen zaten hidrojendin dersen alınabilir. yani bir söylem olarak elbette hepsi birdir, özümüz birdir diyebiliriz ona zaten daha ilk cevabımda mantık doğru ama teknik olarak hatalı olabilir demek istemiştim.
yani takıldığım yer de burasıydı. yıldızlar teknik olarak şu an mevcut atomların üretim yeri. Hidrojen hariç diyelim geriye kalan tüm elementler yıldızlar tarafından üretiliyor. malum füzyon olayı, birleşe birleşe gidiyor. basınç ve sıcaklık meselesi ile bu atom arkadaşlar bir araya geliyor yeni element oluşturuyor ve enerji açığa çıkıyor. bu yıldızın içinde soğan gibi katman katman elementler anlamına geliyor. demir oluştuğunda daha fazla bunu enerjiye dönüştüremiyor. o yüzden yıldız çekirdeğinde çöken demir ile yıldızlar ölüyor. patlamalı ölümünde, patlama çeşidine göre ve patlama yüzünden diğer ağır metaller oluşuyor. yani şimdi atıyorum altın bir yüzüğe baktığımızda sen ona zaten hidrojensin dersen yine alınabilir çünkü çok büyük bir yolculuk geçirdi o hidrojen, artık farklı bir şey. aynı şey insan için de geçerli olabilir.
karbon örneğini o açıdan vermiştim. karbonun özelliği yüzünden belki organik için tek elverişli elementtir bilemiyorum ama diğer taraftan yaygın olmasıyla da ilgili. örneğin neden ağır metaller az? diğer nadir bulunan elementlerin az olması hep yıldızların patlmadan önce üretilmemesi ile ilgili. tam olarak tabloyu bilemiyorum ama demirden önceki elementlere bakılırsa zaten üç aşağı beş yukarı etrafımızdaki yaygın elementler olduğu görülebilir. bu yüzden birincil olarak yıldızlara bağlıyız. özümüz bu.
dolaylı olarak elbette önceden hidrojendi ve ona bağlıyız. büyük patlama sonrası parçacıklara da bağlıyız, burada aslında hidrojen esas element ama onun da içindeki parçalar belli bir sürede oluştu ve hidrojen de acaba tek tip bir atom mudur diye enteresan bir sorunun cevabını arıyordum. belki zamanla değişiklik göstermiş olması bile mümkündür.
büyük patlama sonrası kısa süre ki malum gözlemlenebilir evren için toz bulutunun kalkıp yıldızların ortaya çıkması gerekiyor, zaten hidrojenin ve diğerlerinin oluştuğu zamana denk geliyor. ötesi zaten sadece teorik fizik olarak bize anlatılıyor. o yüzden yani ne kadar romantik bir söylem olsa da teknik olarak büyük patlama ile dolaylı olarak bağlıyız diyorum. bağımız yoktur, yıldızlar üretmiştir demiyorum elbette ama zaten tüm maddenin ve fiziğin bir noktadan genişlemesi zaten hayal edilebilecek bir şey değil. öncesinde ne vardı, bu kadar madde nerden geldi diye insan sormadan edemiyor. eğer ki öncesine dair bir teori ortaya atılırsa bu sefer de büyük patlamanın tozları değil, öncesinin tozları olacağız.
yani çok uzattım farkındayım ama mesela büyüt patlama olayını beyaz delik olayına da benzetiyorlar. bir başka evrendeki kara deliğin sonucu bu olabilir deniyor. maddenin kaynağı da budur diyebiliriz. yeni geriye götürdüğümüzde elimizde fazla bir şey kalmıyor. biz yine yakınlarımızdaki yıldızları, güneşleri sevelim, onlara saygı duyalım. bizler için kendilerini feda etmişler, maddelerini kendilerine saklamamışlar yaymışlar diyelim. en azından ben öyle diyorum.
Tamam söylediklerine katılıyorum zaten yıldızlardan geliyor olduğumuzu ben inkar etmiyorum ama bunun söylenme maksadı da teknik bir açıklama yapmak değil ki. Eğer daha geriye götürme niyetimiz yoksa, yani biz yıldızlardan geldik, e yıldızlar nereden geldi? Sorusunu aramayacaksak tamam yıldız tozu olarak anılmanın, söylediğin gibi romantizmine saygı duyarım elbet. Ama şu an gerçekçi olmak gerekirse o halde dünya üzerindeki elementlerden oluştuk yıldızlara kadar gitmeye de gerek yok. Yani ben öyle düşünüyorum. Çok mühim değil tabi ki hangi yıldızın neresinden kopan elementlerin bizi ve diğer yıldızları oluşturmuş olması. Fakat o yıldızları oluşturan etkilere de bakmak gerek. Ve evet eğer büyük patlamadan önce başka bir şey vardıysa, o halde onun da tozu olmuş oluyoruz. Ama biliyoruz ki zamanın kendisi de büyük patlama ile oluşuyor ve "öncesi olmak" kavramı büyük patlamayı kapsayamıyor. Yani büyük patlama diye anlatılan şeyin aslında sadece madde ve uzayın değil zamanın da başlangıcı olduğunu kabul edersek var olan herhangi bir şeye onun sonucudur demek yanlış olmaz. Tabi bu yıldız tozu olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Aslına bakarsan biz dünya tozuyuz ve dünya dediğimiz gök cismi bir yıldızın tozu. İnsanların yıldız tozu olduğunu söylemek, senin de dediğin gibi biraz romantik bir söylem gibi geliyor bana da her ne kadar doğru da olsa. Ama koskoca bir sürecin ortasından bir noktayı kaynak olarak göstermek de çok doğru gelmiyor.
baya ilginç oldu böyle. ilkin büyük patlama olayı var. zamanın başlangıcı olarak söylüyorlar ama açıkçası bu o kadar da anlamlı gelmiyor bana. yani bir taraftan dini bir bilgi gibi oluyor. öncesi nedir? öncesini soramazsın çünkü başlangıç o deniyor, e dinler de aynı şeyi söylüyor başka şekilde.
yani burada konuyu o zemine geçmek ya da yargılamak için söylemiyorum. sadece geriye götürmenin aslında açıklamaya değil inanmaya götürdüğünü vurgulamak için bunu söyledim. büyük patlamanın muhtevasında uzay-zaman dokusu da dahil, dolayısıyla zaman da bu doku ile genişleyerek var olan her şey için bir temel teşkil ediyor. bunu genel kabul edilen bir şey, buna karşı çıkmıyorum ama...
ilginç bir şekilde anlaşamadığımız nokta yıldız çocukları olma meselesi ya büyük patlamaya kadar gider ya da dünyadadır denmesi... yani baktığımız nokta elementler meselesi, yoksa anne ve baba olarak bakarsak, onlar dünyanın çocukları, onların meyvesi olarak biz oluşuyoruz. o zaman olayı dünya için değil ebeveyn olarak daraltmak gerekir çünkü dünya element üretmiyor. dünya uygun şekilde karışmış bir madde çorbası gibi. o çorbadan insanlık çıkıyor, o insanlıktan anne ve baba, onların karıştırdığı çorbadan da sen çıkıyorsun. hikayenin son kısmı böyle.
ama "tozuyuz" abi meselesi, elementlerin nerden geldiği ile ilgili. en azından ben öyle anlıyorum. elementler yıldızların üretimi, bunu pozitif bilim olarak patlayan yıldızların ulaşan ışıklarının analizleri ile uzaktaki cisimlerin ışık analizleri ile ortaya koyuyorlar. yani net bir şekilde elementler yıldızlar tarafından üretiliyor. bir yerde ham maddeyi belirlemek lazım yoksa zamanın öncesine kadar gidiyoruz. o yüzden temel nokta elementlerin ortaya çıkışı olmalıdır diyorum.
hidrojen açısından durum bir taraftan tabii ki kabul edilebilir ama ilk hidrojenin ortaya çıkışı ayrı bir teori. büyük patlama sonrası meseleye geliyor. tüm maddenin homojen olarak dağılmamasıyla alakalı bir noktaya geliyor. yani o farklı bir hikaye.ham maddeyi oluşturma öncesi mekanı hazırlamak gibi bir şey. bilmem tabirim ne kadar doğrudur da ben öyle algılıyorum.
o yüzden burada mühim olan elementlerin kökeni, o da yıldızlardır. dünya üzerinde bildiğim kadarıyla bu tarz temel element oluşumu gibi bir şey yok. kimyasal süreç işliyor, füzyon için zaten yıldız gerekiyor. bunlar zaten malum şeyler. hatta dünya üzerindeki suyun bile dünya tarafından değil uzaydan geldiği şeklinde teoriler var. en azından bu kadar çok suyun açıklamasını yapamıyorlar. teoriler bitmiyor tabii ki nereye nasıl bir anlam vererek baktığımıza göre cevaplar buluyoruz.
sonuç olarak koskoca bir süreç evet ama maddenin üretimi açısından yıldızların üretimi başlangıcı ifade ediyor. yıldızlardan önce hidrojenden başka element yoktu. bu yüzden bu adımı ara bir basamak değil, esas basamak olarak kabul etmek gerek. hidrojen de bir nevi maddenin oluşması için gerekli ortamı yaratan bir temel olarak kabul edebiliriz. sanırım anlaşamadığımız nokta bu, nasıl olsa hidrojen böyledir o halde diğerleri ikincildir deniyor ama ben de zaten özünde hepsi proton nötron, o halde onları temel kabul edelim demeye getiriyorum. halbuki her şey belli oranda karışımdan ibaret. bu aynı özün farklı versiyonları anlamına gelmesi, versiyonları oluşturan yıldızları temel kabul etmemizi engellemez çünkü öncesinde başka element yok.
yani örnekleme pek doğru değil ama bir fabrikada üretilen ürüne bakıp nasıl olsa bunların özü pamuktu deyip onu temel kabul etmek gibi, fabrikaya haksızlık etmiş gibi olmaz mıyız?
burada esas üreten dünya denirse, elbette dünyada da kimyasal süreç işliyor, o da canlılık için üretim gerçekleştiriyor, o da canlılığın bildiğimiz tek yeri olması yüzünden canlılık için temel diyebiliriz.
yıldızlar da ham madde için temel üretim merkezleri diyebiliriz. zaten dediğim gibi tozu meselesi de o, tozlar geliyor dünyada gerekli içeriği oluşturuyor ve bir sonuç ortaya çıkıyor.
o zaman bu tartışmadan şöyle bir sonuç çıkartabilirim kendimce. öncesi belirsizliğini koruyan bir ilk kalıp olarak kabul edilecek hidrojene kadar bir süreç var. birinci aşama bu. bu aşamada ortada diğer elementler yok. özümüzü oluşturan elementleri sadece proton nötron gibi karışık şekilde bulabiliriz. bunların belli bir düzene girip birleştiği ikinci aşama yıldızlarda oluşan element safhası, bunda temel yapıyı belirleyen elementler oluşuyor. dünya üzerinde de bu temel yapı üzerinden kimyasal süreçlerle bir canlılık gelişiyor. yani hepsi önemli aşamalar ama ben yine bu üç aşamada elementlerin çeşitlenmesine belki daha romantik yaklaşıyor olabilirim çünkü diğerlerine nazaran esas çerçeveyi belirleyen o. evrenin bulunduğumuz köşesinde bize verilen elementler hep bu aşamadan ortaya çıkıyor.
ha dersen ki zaten bunların hepsi hidrojen ve öncesinde belliydi. o zaman olay bilinmezliğe giriyor. hadi diyelim onu bir şekilde açıkladılar. bu durumda da dağılıma giriyor yani madde evrenin her yerine eşit dağılmadığı için elementlerde de böyle homojen bir dağılım bekleyemeyiz. dolayısıyla yine içinde bulunduğumuz canlılık kimyasını bir şekilde bize bu sonraki elementlerin karışımı yani yıldız tozları veriyor diyebiliriz. yıldız tozları böyle olmasa ki evrenin farklı köşelerinde farklı olabilir bu durumda hidrojen aynı hidrojen olmasına, dünya da aynı dünya gibi bir yer olsa bile içerik aynı olmayacağı için sonuç böyle olmazdı. yapı taşı bu açıdan bana en temel geliyor.
yani kabaca üçe böldüğümüz aşamaların ilk ve son kısmı tam olarak belirleyici değil, esas belirleyici olan yapı taşları ve dağılımı belirleyen yıldız tozu meselesidir demeye getiriyorum. ilk aşama dediğim gibi her yerde olmuştur, temeldir ve bir yönü ile belki hiç keşfedilemeyecektir. son aşama dünya kimyası ise tamamen bir sonuçtur. yıldızlar böyle olmasa kimya da çok farklı olurdu. belki ondan farklı bir tür canlılık da olabilirdi ama bildiğimiz karbon bazlı yaşam için bu söylediklerim geçerlidir diye düşünüyorum.
Aslında İşte ben de bu noktada; hidrojen, karbon ya da başka bir elementin yapısından ziyade maddenin temeli olarak, yani kütlenin var olması olarak yaklaştığım için olaya Bir kütlesi olan herhangi bir şeyin bilinen en eski kaynağı büyük patlamadır diyorum. Senin vücudundaki herhangi bir atomla benim vücudumdaki herhangi bir atom bir zamanlar tekti. Yani anlamlandırılamayan bir halde, uzaya saçılmış halde değildi. Bütün kütle tek bir kaynakta bulunuyordu gibi bir şey demeye getiriyorum. Yoksa galaksinin hangi köşesinde, hangi atomların yoğunlukta olacağı ya da karbon bazlı yaşama elverişli bir ortamın oluşabilmesi için ne çeşit yıldızların birbiri ile karışması gerektiği noktasına değinmiyorum. aslında var olan her cisim yıldız tozu tabi ki. Ama aslında büyük patlama ile uzaya yayılan atomlar, sahip oldukları kütle nedeniyle bir araya gelerek yıldız denen cisimleri oluşturmuş diye biliyorum. O yüzden tek bir yerdeydik demekten çekinmiyorum. Sonuç olarak benim şahsi fikrim şu ki: cisimlerin nereden nasıl geldiğini araştırmak bir çok soruyu yanıtlayabilirse de aslında diğer cisimlerden ayrı olarak insanlığın var olmasının orijin noktası olarak bilincin ortaya çıkmasını kabul etmek doğru geliyor bana. Onun dışında kütlenin ortaya çıkışının kabul edilmesi gerek diye düşünüyorum.
Bilinç ve Kütle
vay be böyle deyince güzel oldu.
evet demek istediğini anladım, maddeye kütlesini veren parçacık olayı bir ara çok popülerdi. atomların içinde o ve daha nicelerinin hepsi elbette ilk ortaya çıkışla ilgili, buna itirazım yok ama acaba gerçekten arada bir bağ sağlıyor mudur? yani kütlfesi olmak temelinde her şeyi, bir kabul edebilir miyiz? bundan o kadar emin değilim.
maddenin özünde farklılaşmaya neden olan bir şeyler olmalı, örneğin atıyorum iki hidrojen kaynaşınca farklı bir titreşime geçiyorlar diyelim. bu durumda helyum artık kendini hidrojenden ayırmış oluyor. senin de kütlen var, benim de var o halde biriz demiyor. dese güzel olurdu aslında.
bilinç meselesi çok daha karmaşık bir konu. onu da kabaca şöyle özetlemiştim kendime. bilinç belli bir karmaşıklık düzeyinin sonucunda ortaya çıkan bir ürün gibi bir şey. o seviyeye gelene kadar tam olmuyor ama ara formlarını bulmak mümkün. beyindeki karmaşıklık olarak düşünebiliriz. daha az karmaşıklık olan canlılarda az da olsa farklı düzeyde kendini bilme özelliği var, bilinç için ilk adım diyebiliriz buna.
ama iki konuyu birleştirdiğimizde, bilincin kütlesi gibi oluyor da tam o değil şimdi, ikinci bir film ismi gibi olacak böyle ama sanırım esas kütle ya da bilinç ile vurgulanan daha bir manevi bir yere gidiyor. her şeyi bir arada tutan bir şeylere gidiyor. yani yanlış anlamış da olabilirim elbette ama önce ayrışmaları tekleştirip sonra bunlara anlam katan bir şeyler olmalı adımına geçeceğiz gibi geldi bana.
yani büyük patlamanın ruhu da diyebiliriz, tanrı da diyebiliriz artık o birlik fikri neyse onun vurgusu var diye düşündüm.
konu nerden nereye geldi ama bir taraftan birlik fikri insanın hoşuna gidiyor, olmalı gibi geliyor. tüm bu madde çorbasının bir anlamı olmalı, başı boş olmamalı diyor ama diğer taraftan belki sadece öyle de olabilir.
yani kütfe örneğinde, kütlesi olan her şeyin bir olması fikri hem doğru olabilir hem de olmayabilir. felsefi olarak çok doğrudur ama bilimsel olarak olmayabilir. zaten kütlenin ne olduğu tam bilinmiyor ya da her kütle birbirinin aynı mıdır? aynı kaynaktan mı ortaya çıkmıştır. atomların özelinde her bir atom diğerinin aynısı mıdır gibi gibi bir sürü sorun var. yani biz ideal olanı hayal ediyoruz ama gerçekte olan böyle olmayabilir.
ilk kütle kazanma meselesi zaten apayrı bir konu. enerjinin damıtılmış hali olarak düşünülüyor ya. buradan bakıldığında o birlik fikri enerjide odaklanıyor. sonsuz enerji ve ışık, işte bir tanrı. yani evet olabilir de, olmayabilir de... nerden bakarsan orada değişiyor. düşünmesi elbette güzel ama...
işte aması var, o da bilimsel yaklaşımları bir yerden sonra bu hale getirmek bana biraz sakıncalı geliyor. yani bilerek yapabilirsek sıkıntı yok ama bir inanca çevrilirse o zaman normal bir inançtan farkı olmuyor, üstüne bu bilimdir diye kabul ediyoruz. halbuki durum bu olmuyor.
özetle evet enerjiden maddeye geçişte kütle kilit rol, maddeden bilince geçişte de kilit rol tanımlayabiliriz ama bunların hiçbiri içeriğinin özelliklerine göre değişen bir yapı olmasını bize anlatmıyor. bir durum karşısında analiz edip sonuca ulaşacaksak, kabaca bile olsa içeriğinde ne var onu bulmak gerekiyor. bu madde olarak da böyle, bilinç olarak da böyle. yani mesela bilinç temelinde tüm insanlığı tek bilinç gibi düşünebiliriz ya da hepsini genelleştirip üst bir bilinç vardır diyebiliriz ama bu tekil olarak senin bilincinin içindekini açıklamaya yetmez, hatta açıklamak şöyle dursun onu aktarabilmene imkan tanımaz. sadece kendi evrenimiz içinde arayışlardayız. birlik fikrine karşı çıkmamakla birlikte içeriğe de odaklanmalıyız diyorum. içeriği de bize yıldızlar verdi :D diyerek gülümseyerek bu uzun yazıyı da sonlandırayım. karınca duası küçük yazılarla baya baya okurken kör oldular diyecekler
*Günaydın, söylediklerine katılmıyor değilim tabi ama tanrının varlığını ya da yokluğunu konu dışında tutmak istedim ben açıkçası. bana göre tanrı var olmak zorunda ancak bilinçli olmak zorunda değil. Benim tanrı tanımım inanç sahibi insanlarınkine pek uymaz. Ben herhangi bir şeye inanmayı reddeden bir insanım. İnanmak bana göre değil. Bir şeyi ya bilirsin ya bilmezsin. Bilgi öyle bir şey. Sahip olduğun bilgilerden yaptığın çıkarımlar da sadece öznel bir varsayım olabilir. Kendi çıkarımlarını bir başkasına kabul ettirme kaygısı taşımak o çıkarımları ispatlamayı gerektirir ki kendimi o donanıma sahip görmüyorum henüz. Yani ortada ispat edebileceğim türden bir konu yok. aslına bakarsan ispat edilebilir bir bilginin geçmişle alakalı olması da bana mantıklı gelmiyor. Hiçbir şey ispatlanamaz. Kısıtlı algımızla, ilahi bir kısıttan değil fiziksel bir kısıttan bahsediyorum burada yani duyabildiğimiz ses aralığı, görebildiğimiz renk aralığı, diğer duyularımızın sınırları vs. Aslında bizim algımızın çok ötesinde bir evrenin içerisinde yaşadığımız izlenimi uyandırıyor ister istemez. Bu kısıtlı algı ile algılayabildiğimiz herhangi bir şeyi tüm çıplaklığıyla ispatlamak her şeyden daha zor olsa gerek. Kendi algımızın ötesinde bir çok büyüklüğü ölçebiliyor olsak bile bir şeyi ölçmeye yeltenebilmek için onun varlığı hakkında düşünebilmek gerekiyor. Yani var olduğu hiç kimsenin aklına bile gelmeyen bir şeyi ölçmeye kalkmazsın değil mi? Yani adamın biri çıkıp higgs bozonunun var olabileceğini hayal etmese onu nasıl ölçümleyebileceğini tasarlayarak bir laboratuvar kurmazdı. Demek istediğim bugüne kadar bilimin sahip olduğu birikim, tamamen bir takım gözlemlerin henüz aksine rastlanmamış olması üzerinde ilerliyor. Newton fiziği "makro" dünyada o kadar isabetli sonuçlar veriyor ki kesinlikle doğru olduğu düşünülüyor uzun bir süre. Sonrasında ışığın ve atom altı parçacıkların gözlemlenebilmesinin neticesinde kuantum fiziğini uyduruyorlar. Sebebi de orada bambaşka kuralların geçerli olduğunu görmeleri. Aslında newton fiziği tamamen bir yaklaştırımdan ibaret. Ki kuantumun da öyle olduğunu düşünüyorum. Gözlem yapma ve bu gözlemlerin sonucunu bir şekilde anlamlandırma çabası hepsi. Belki cisimlerin uymak zorunda olduğu kurallar bizim algılarımız dahilinde olmayan bambaşka şeyler olabilir. Henüz aksine rastlanmayan bir gözlemin doğru kabul edilmesi ilerleme açısından ve isabetli hesaplamalar açısından çok önemli olsa bile gerçeği açıklamak konusunda çok yetersiz. Bu nedenle insanın gerçeği arayışı hiçbir zaman bitmeyecek. Benim tanrı hakkındaki düşüncem bu. Varlığı ya da yokluğu ispatlanabilir değil diye düşünüyorum. Zaten neredeyse hiçbir şeyin ispatlanabilir olduğunu düşünmüyorum. Benim kendimi şüpheci olarak tanımlamamın sebebi de tam olarak bu.
Her şeyin tanrıdan geliyor olması gerektiği sonucuna ulaşıyorum düşünerek. Çünkü hep daha öncesini ilk var oluşu düşünmek insanı buna itiyor ister istemez. Yani hiçbir şey yokken bir şeylerin var olmasını açıklamaya yetmiyor düşünmek. Zamanın var olmadığı bir durumda herhangi bir şeyin gerçekleşmesi için nasıl bir ortam olmasü gerektiğini düşünemiyorum. Zamanın olmaması insanlar tarafından idrak edilebilecek bir şey değil gibi. Tıpkı şu anki gelişmiş duyularımızla 3 boyutun ötesini algılayamıyor oluşumuz gibi zamanın da dışını algılayamıyoruz. Orada olan şey her ne ise ben onun tanrı olarak isimlendirilmesinden rahatsız olmuyorum. Sadece bizi kukla gibi oynatan bir kukla efendisi olması gerektiği fikri bana saçma geliyor.
O yüzden tanrıdan geliyor olma fikrini kabul edilebilir buluyor olsam da benim kafamdaki tanrı bilinçli bir birey gibi hırsları, duyguları ya da başka arzuları olan bir varlık olmak durumunda değil. Bir cismi olmak zorunda da değil. Senin de söylediğin gibi aslında bir fabrikadan çıkan ürünleri o fabrikanın malı olarak isimlendirebiliriz. Ama en nihayetinde o fabrikanın yaptığı iş başka bir yerden aldığı hammaddeyi işleyerek son ürün haline getirmek. Zaten bu noktada ayrıldık en başında da. Ben hepimiz buğdaydan geliyoruz derken sen hamurdan geldiğimizi söyledin diye uzadı bu kadar konuşma. Söylediklerin doğru tabi ama eğer evrenin gerçek sırrı bir gün çözülürse tam olarak nereden geldiğimiz anlaşılabilir. Yani ben mümkün olduğunca temele, en başta neydik ve nereden geldik konusuna odaklandığım için böyle düşünüyorum tabi.
*günaydın, uzaması kötü olmadı. hamur buğday meselesine tekrar girmeyelim. o konuda anlaşamadığımız konusunda anlaştık diyelim. yani bence maddenin kütlesi bir önceki yorumumda da dediğim gibi ortak bir özellik olmayabilir. hatta kütlenin oluşumu aynı zamanın oluşumu gibi bir süreç olabilir, yoktan var etmeye benziyor. başka detayını bilemiyorum. sonuçta bakıldığında evrende her şey dönüşüme giriyor, yoktan var olan bir şey yok. o halde her şey birdir diyebiliriz ama bu bir olma fikri detayların göz ardı etmemizi gerektirmiyor diye düşünüyorum. en temelinde burada anlaşamadık ama olur o kadar.
zaten detayları bırakırsak tahmin ettiğim üzere bir inanç formuna gideriz demek istemiştim. açıkladığın inanç formu aslında bu olasılıklar içersinde en makulü. mevcut dinlere karşı tepki de olabilir. kişisel hırsları olan, insanları yargılayan bir tanrıdansa açıkladığın tanrı çok daha inanılabilir bir tanrı ama nihayetinde bir inanç.
işte benim de takıldığım nokta bu. bilim felsefesine girişte ya da işte bilimsel bilgileri edinme yolunda bu noktaya gelmeyi o kadar doğru bulmuyorum. yani bu sözlere katılmadığımdan değil. gayet makul şeyler söylüyorsun ama benim de bu konudaki çekincem bir sonuca varmak bile hatalı olabilir diyorum.
elbette bilimsel metot tam olarak bilgiyi veremiyor ama insanın sınırları içersinde şu an için ulaşabildiğimiz en güvenilir metot, bundan ötesine geçebilirsek o zaman daha iyisi budur diyebiliriz. bunda hatalar var deyip sonucu bir çeşit inanca bağlayınca o noktada hata ediyor olabiliriz.
kuantum meselesi zaten apayrı bir konu, oraya girersek baya çıkamayız ama hepsi uydurma gibi düşünmek, yani bilim insanlarının bakış açıları gibi düşünmek o kadar doğru olmayabilir. kuantum fiziğindeki bir sürü bilgi sağ duyu ile çelişiyor. belli küçüklüklerde olan bu duruma bakıp nasıl bir sonuca varabiliriz ki.. zaten mevzu da bu aslında. özünde tüm parçacıklar da diğerinin bir formu olabilir. hepsinin daha da özünde iyice küçüklüklerin evrenine girince mevcut fizik yasaları garipleşiyor olabilir. hepsi aynı anda doğru da olabilir. mesela şöyle bir deney yapmışlar. bir ortamdan tüm maddeyi vakumlamaya girmişler. boşluk nedir, uzayda boşluk nedir meselesini araştırmak için. bir yerden sonra vakumlama belli bir noktaya gelince parçacıkların anlık olarak yok olup var olduğunu gözlemlemişler. bana çok ilginç gelmişti bu. yani eğer ki tüm zemin buysa zaten üzerine sabit bir yapı inşaa edemeyiz.
yani işte detayları bir yaratıcı aşama olarak kabul etmeyip tüm özü bir noktaya indirirsek tanrı fikrini zorunlu kabul etmek durumunda kalıyoruz. önceki yorumumda buna gönderme yapmıştım. dolayısıyla buna da o kadar katılmıyorum. bir tanrı fikri olabilir de olmayabilir de... mevcut bilgimiz ile tanrının varlığına bir zorunluluk atfetmek aslında onu bir bakıma sınırlarımıza dahil etmek demek gibi geliyor bana.
o yüzden büyük patlama meselesi aynı zamanda bir başlangıç da olamayabilir demiştim ya, bu konuda da yığınla teori var. yani eğer başlangıç değilse tüm madde başka yerden geliyorsa bu durumda da biz oradan gelen madde tozlarının çocukları oluyoruz. peki orası neresi, orada her şey bir mi diye düşününce iyice yamuluruz.
o yüzden sınırı öncelikle ölçüm kapasitemizin içersindeki tanımlara koymak gerekir diye düşünüyorum. şu an insanlık birikimi olarak atomları tarif ettiğimiz şekilde ve çeşitliliklerinin oluşumunu ortaya koyan açıklamalara göre baktığımız zaman sürecin başlangıcını buraya koymak düşünce olarak daha sağlıklı geliyor. yoksa ötesi var, her şey bir demek bizi bilinmezliğe, açıklanamazlığa ve sonuç olarak tanrıya götürüyor.
ufak bir karşı çıkıştan ta buralara kadar gelmek ilginç oldu, güzel de oldu aslında. bilimsel bilginin güvenilirliği konusunda da kabaca şunu eklemem gerek. mesela higgs bozonu örneğinden ilerlersek, bir bilim insanı önce bunu hayal edip sonra buna uygun bir formül geliştiriyor sonra da bunu gözlemliyor. aslında hep süreç böyle ama bunda karşı çıkıldığı kadar bir terslik yok bence çünkü bir insanın hayali de yokluk değildir ki. yani hayal edebildiklerin de bir çeşit varlık alemi olabilir, belli bir sınır olabilir. hayal edilen ispat edilemez bilgilerdir denebilir ama işte zaten eleme metodu gözlemlenebilirliğe iniyor, orada da sıkıntı olabilir ama tüm evrenin bir olarak kabul ettiğimiz yapısından insanın hayal gücü ayrık değil ki, bu açıdan bakınca sanki bunlar uydurmuşlar gibi değil de bütüne dair parçalar, bütünleşmek isteyen parçalar gibi de görebiliriz. tabii ki yorumdur, hepsi yorumdur. bizim sözler de yorumlara yorum gibi daha ikincil şeyler ama sonuçta bunlar üzerine kafa yormak iyidir.
bir de şüphecilik noktasında bir şey eklemem lazım. zaten aslında temel anlaşamadığımız kavram da bu bence. bence de ispatlanabilir bilgide ve teorilerde büyük sorunlar var ama hiçbir şey ispatlanabilir değildir deyince aslında bir kesinliğe ulaşmış oluyorsun. bu noktada şüpheci değil aslında inançlı oluyorsun. bu sonuca bile ulaşamadan mevcut eldeki parçaları değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. zaten baştan sona ortaya koyduğum yaklaşım da buna dair idi. bir olayın kökenine inmeye çalışırken her zaman kendimizi kaybediyoruz. bunu zaman ve mekan olarak da aynı şekilde sınırlı şekilde yapıyoruz. bu kaybediş noktasında zaten hiçbir şey ispatlanabilir değildir dendiği vakit bir sonuca ulaşmış oluyoruz ama bu sonuç da yine aslında sadece insanlığın sınırına dahil olmuş oluyor ama diğer tarafta tüm varlığa dair hüküm de içeriyor. büyük patlama ya da ötesi için bir hüküm veremeyeceğimiz için özümüz belirsizliği korusa da detayları oluşturan parçalara dikkat edince hatalı ve eksik de olsa bir anlayışa ulaşabiliriz diyorum. bence bilim felsefesinin en sağlıklı yorumu böyle yapılabiliyor. yoksa bilimsel bilgiyi de bir çeşit mutlak bilgi olarak kabul edip ona tapmak da mümkün ki ona karşıyım.
o yüzden eğer konuyu toparlayıp çıkış noktasına gelirsek eğer evrendeki içeriğin tek bir içerikten gelmesi mümkündür diyorum ama gelmemiş de olabilir, birbirine benzeyen yapıların dönüşümü de olmuş olabilir. çoklu evrenlerden karışan farklılıklar olabilir diyorum. birlik fikri bir bakıma insan algısının sınırını da teşkil edebilir çünkü bizim için yoktan var oluş algılanamaz bir şey, o yüzden hepsini bir noktaya, onu da bir inanca bağlayıp rahatlayabiliyoruz ki bence bu rahatlık o kadar doğru değildir diyorum.
bu yüzden çeşitliliği oluşturan mekanizmalar değerlidir diyorum. yani hepsinin özü konusunda kesin bir yargıya varamayacağımız için en azından kendi sınırlılığımız içindeki çeşitliliklerin ortaya çıkışını belirleyici bir aşama olduğunu kabul etmek gerektiğini düşünüyorum. yıldızlar meselesini o yüzden önemsiyorum. yoksa ara formu işleyen madde ara fabrikasyon gibi düşünmek onlara karşı haksızlık oluyor gibi geliyor bana.
enerjiden maddeye geçişte titreşim konusu var. enerjinin maddenin içine geçip titreşimi hapsettiğini düşünürsek eğer, bu durumda belki füzyon ile bu titreşimler de yapısal olarak değişiyor olabilir. yani ileri fizik çıkarımları yapmaktan allah'a sığınırım bu konuda aşırı cahiliz de :D yine de düşünmeden edemiyorum. bu noktada madde bir titreşim yumağı ise artık titreşimi değiştirince başka bir şey olur.
müzik örneğini verip bitireyim, destan oldu yine. şimdi bir şarkıya bakıp lan zaten sesler bir, tüm sesler zaten bir titreşimden ortaya çıkıyor, hepsi birbirinin oranı dolayısıyla müzisyenler de bir şey yapmıyordur diyor musun? yani diyebilirsin de yargılamıyorum ama eğer böyle demiyorsan ortada bir yaratıcılık varsa işte yıldızlar da maddenin rock starıdır (kelime anlamı bile tam uydu be) diyebiliriz :D dönüp dolaşıp nasıl yıldızlara bağladım ama...
Uzun uzun yazmıştım telefon kapandı... Aslında epey uzlaşmıştım söylediklerinle ama şimdi tekrar yazmaya gerçekten sinirlerim el vermeyecek. Resmen emeklerim çöp oldu. Kısaca özetlemek istiyorum yazdıklarımı.
Söylediklerinin tamamına katılıyorum. Hayal etmeyle ilgili neredeyse aynı şeyleri düşünüyor olabiliriz. Ama fizikçilerin uydurduğu dediğim şeyler aslında belli kabullere dayanan matematik modellerdi. Mühendisliğin temeli olan ve teknolojinin ilerlemesini de sağlayan yegane şey. Kendi algılarımız ve ölçüm kabiliyetlerimizle gözlemlediğimiz fiziksel fenomenleri matematik ile açıklayarak sürekli olarak benzer davranmasını beklediğimiz fiziksel olaylarla matematik modeli test etmek. Yani bizim beş duyumuz ve ölçüm kabilihetlerimizin dışında gerçekleşen olaylar olduğunu düşünürse evreni anlamaktan ne kadar uzak olduğumuzu da düşünebiliriz aslında. O yüzden gerçeğe yakınsamaktan öte gidemiyor diyorum bütün o modeller. Çünkü her defasında, bir olay mevcut modele uymayan bir davranış gösterdiğinde ya anomali diyor ve yeni bir model oluşturmaya çalışıyor ya da mevcut modeli revize etmeye çalışıyor bilim.
Şüphecilik konusunda eklediğin şeye de katılıyorum ama aslında dil alışkanlığının yanı sıra bir paradoksa soktuğu için kullandım o cümleyi. Hiçbir şeyin ispatlanamayacağını da ispatlayamam sonuçta. Ben gerçek anlamda her türlü inanışa karşı biriyim. Tanrının var olması gerektiği çıkarımına kendi kısıtlı bilgim ve bakış açımla ulaşabiliyorum. var olması gerekmiyor da olabilir tabi ki. Sadece şu an o seçenek hakkında düşüncelerim kilitlenip kalıyor. Tanrının evreni yaratması gibi bir şey olmak zorunda değil benim düşünceme göre. Evrenin bir şekilde var olmasına sebep olmuş olması yeterli. Çünkü zamanın başlamasının dışında bir varlık ya da oluş biçimi varsa ben ona tanrı demeyi seçtim. Yoksa hiç de tanrı özellikleri taşıması gerekmiyor kafamdaki seyin. Belki bir cismi yoktur da sadece bir olaydır tanrı. Bilmiyorum.
Kütlenin varlığı ile ilgili saydığın ve hatta saymadığın sınırsız olasılığı da yerinde buluyorum. Sonuçta hiçbir şeyin yoktan var oluyor olduğuna şahit olmamış olmamız, her şeyin, her an yoktan ve yeniden var olmuyor olduğunu ispatlamaz. Evrenin çalışması şimdilik bizim algımızın dışında gibi görünüyor. Çünkü aslında algılayamadığımız bir 4. Boyuttan bahsedebiliyoruz. Hatta ondan fazla boyut olduğunu ileri sürüyor bilim adamları. Yani algımızın ötesindeki bu şeylerle ilgili bir takım kanunlar ve aralarında bağlantılar kurmak çok zor. Örneğin; Bizim üç boyutlu evrenimizde üç boyutun birbirine doksan derecelik bir açı yaptığını biliyor buna göre bir koordinat sistemi oluşturuyor ve hareketi tanımlıyoruz. Yani aslında 3 boyutun birbiriyle kesi. Ve doğrudan bir ilişkisi var. Peki varlığını şiddetle ileri sürdükleri diğer boyutların bu üçüyle olan ilişkisi nasıldır ve hangi kanuna göre çalışır? Bu tip bilinmezlikler içinde bilimin yaptığı şey, ki kendim bizzat bilimle uğraşan bir insan sayılabilirim, sadece anlamaya ve açıklamaya çalışmak. Newton yerçekimi yasası genel göreliliğe kadar neredeyse gerçek kabul ediliyordu sonuçta. Bunlara güvenmek zorundayız ve bunları kullanmak zorundayız ama bunların gerçek olduğunu kabul etmek bana doğru gelmiyor.
Son olarak; yıldızların rockstar olması fikri çok cazip geldi. yıldız tozu olma romantizmini ben de yaşayabilirim. :) zaten konuşma boyunca sanki yıldızlara haksızlık yapmışım hissiyatına kaptırdın beni kendimi kötü hissettim. Sonuçta yaşamın kaynağı hatta enerjinin kaynağı yıldızlardır demek yanlış olmaz. Öncesinin de olması yıldızların cayır cayır enerji basıyor olduğu gerçeğini değiştirmez elbet. Dönüştürüyor tabi ki aslında ama anlaştık sanıyorum. :)
Koordinat sistemi ve 3 boyut hakkında söylediklerimin de aslında bir şeyleri tanımlayabilmek için yaptığımız kabuller olduğunu ayrıca belirtmek istedim şimdi.
ben de paragraf paragraf not defterine yazmaya başladım şimdi. hatta arada göndere tıklamadan yazıyı kopya ediyordum, her ihtimale karşı silinirse diye. sinir bozucu bir şey yazılanların uçması...
evet ben de ikinci paragrafa elbette katılıyorum. aslında belki aynı şeyi farklı açılardan söylüyor olabiliriz ya da söylediğine bir açı daha getirmeye çalışıyorum diyebilirim. evet evreni anlama kapasitemiz hep sınırlı olacak, elimizdeki araçlar da hep böyle, zamanla gelişe de bilir ama bunun bir sonu yok. o yüzden öncelikle kapasitemiz ölçüsünde ulaşabildiklerimizden mesulüz. bunu bilim insanları için değerlendirdiğimiz zaman da aynı sonuca çıkıyorum. üstüne ek olarak da evrenin ucuna dair hayaller kuran insan zekası da aynı evrenin bir ürünü, bu yüzden böyle bütünlüklü düşününce bir garip oluyor. güzel bir düşünme konusu bu hep...
üçüncü paragraf tanrı meselesi de aslında tüm söylenenler bir taraftan hem olabilir şeyler hem de olmayabilir şeyler. böyle olunca söylenmesinin değerini düşürmüyor çünkü diğer taraftan nasıl olmayacağını da anlatıyor. örneğin daha önceki bahsedilen gibi, tanrısal bir figürde insan gibi bir hırs beklemek o kadar makul değil. eğer böyle bir üstün güç varsa o da üstün teknolojiye sahip bir uzaylı olabilir. uzaylı hırsları gibi bir şey olur.
ama şu var aklın sınırlarını belirleyip ötesine bir tanım bulmak yine paradoksal da olsa tam olarak doğru olmayabilir. yani tanrı demeyi seçtim demişsin ya, bu da bir sonuca varmak yani. bir şey dememek de seçilebilir. o bölgede kendini tekrar eden devamlı dönüşen bir kavram olsa şu an için onu belirleyerek şudur demiş oluyoruz. şudur demeyince durdurmamış oluyoruz. belki toplam insanlığın aklı yaptığı toplu kabulleri (buna tanımlamak da diyebiliriz) bir gün bırakırsa bunun ta evrenin en ucunda bir sonucu olabilecektir. böyle bir ütopyaya sahibim ama mümkün olmadığı da bariz ütopik bir yaklaşım işte. benim kabaca tanrı fikrine bakışım böyle aslında.
dördüncü paragrafa geçiyorum. şimdi tabii ki benim bu konuda vardığım sonucu söyleyebilirim, bunu tekrar tekrar belirteyim de sanki bir yargıya varıyormuşum gibi olmasın. newton fiziğinden einstein fiziğine geçildi. bu örnek mesela bilimin çalışma prensibi olarak örnek olarak veriliyor, malum. diğer taraftan bir devrim gerçekleştirmiş einstein da kozmik sabit belirleyip evreni durağan olarak kabul edebiliyor. sonra bunun böyle olmadığı ortaya çıkıyor. olayları zaten kesinlikle biliyorsundur. burada vurgulamak istediğim bilimin zaten o ulaşılmaya çalışan gerçeklik fikrine ulaşamayacak oluşudur, amacı da bu değildir diye düşünüyorum. sadece yeniden yanlışlanana kadar en doğrusu budur. daha keskin ölçüm yapabilene kadar en keskin ölçüm budur gibi düşünebiliriz. tüm teknik ilerleme zaten bu ölçüm meseleleri üzerinden ilerliyor. bunun kaynağa indirdiğimiz o birlik fikri için bir katkısı olmayabilir ama hayat açısından çok önemli olduğunu söylemem gerek. sırf böyle bir pozitiflikte insanın vicdanı rahat edemiyor olabilir ama yinede bir taraftan bir sonuca çıkmayı ben kendi adıma doğru bulmuyorum. tabii ki bunun psikolojik tarafı var, sorulduğunda verilemeyen cevabı var. belli bir kesinliğe ulaşılmayınca insanlar tarafından hor görülme durumu var. bunlar olağan şeyler ama yine de bence bunlara teslim olmamak gerekiyor. aksi durumda varılan sonucun da baştan hatalı olduğunu söyleyebilirim. neden hatalı, neye göre hatalı, bunların üzerinde durduk. işin aslında bunun da farkında olduğunu görüyorum ama yine de bir sonuca paradoksal olarak çıkmayı da bi tercih olarak kabullenmiş durumdasın, belki buna itirazım olabilir. geri kalan sözlerine elbette katılıyorum.
boyutlar meselesi, çoklu evren modelleri ya da işte matematik modellerinde zorunlu olarak ortaya çıkan tamamen sallamasyon şeyler de olabilir ama dördüncü boyut olayı bir anlamda ispat edildi. uzay-zaman dokusu olarak anlatılan bu durum hakkında güneş tutulmasında yıldızların konumu ile normal yıldızların konumu karşılaştırılarak güneşin uzay-zaman dokusundaki deformasyonu hesap edildi ve doğru tahmin edildi diye biliyorum. yani her şeyi saran bir doku, yer çekiminin onun üzerinde ilerlediği bir örtü gibi anlatılıyor. bildiğim kadarıyla dördüncü boyut bu. ötesi için devamlı artırıyorlar, boyutlar meselesi o açıdan biraz ütopik oluyor ama elbette algılarımız dışında kalan kısımlar hep olacak, bu konuda da birinci paragrafa yazdığım kapasitemiz ölçüsünde vardığımız sonuç kısmına tekrar gönderme yapıyorum.
son paragrafta da yüzde yüz anlaşmışız. diğer konular da büyük ölçüde anlaştık, genel çerçeve olarak bu tarz tartışmalara girip böyle verimli bir dialog kuramamıştım, benim açımdan böyle bir durumu var. insanlar genelde sadece kendi bildiklerini anlatıp karşı tarafı dinlemiyor bile. çok ilginç oldu bu yüzden teşekkür ediyorum yani :)
yıldızlar ve enerji meselesi zaten inanılmaz bir konu. her anlamda onlara muhtacız. bitkiler yıldızların enerjisini depoluyor, bütün ekosistem buna bağlı. sonra malum petrol konusu var, hepsi aslında yıldızlardan depolanmış enerji. onların element üretmek için yaktıkları enerji aynı zamanda daha önce ürettikleri elementlerden müteşekkil yaratıklara enerji kaynağı oluyor. böyle de acayip bir durumu var. düşün düşün bitmez yani ama cidden düşünmesi keyifli konular.