kayıt

kutup sözlük yazarlarının geliş hikayeleri

  1. 17
    inci'de hikayeler toplayan, kendi hikayesini yazmaya az buçuk bi rakı kadehi kadar kalmış bir yazardım. okudum, başkalarının hikayelerinde kendimle ilgili şeyler aradım. buldum da. adnan abi'yi, belki de benim şu anda burda oluşumu borçlu olduğum insanı buldum. yazdığı hikayeyi seri f5'lerimle beklerken bir yandan da şu anki cennetime kuracağım cümlelerin provasını yaptım o kadar süre.

    küstük. aslında sokakta görünce yüz çevirme iğrençliğinin olmadığı bir küslüktü bu. saygımız vardı. bacanağım **** bana her türlü desteği sağlamakla beraber, her zaman yanımdaydı. bu teferruatları yazma nedenim de başımdan geçenleri günlüğümden de yardım alarak yarı felsefik, yarı duygulu bir blog'da bi kere daha yazmak. kendi sözlüğümü yazmak belki de.

    adnan abi 'alem sözlük'e gelince ben de onunla birlikte 'hikayenin sonunu görücem ben, inat da bi murattır amk" diyerekten takıldım peşine. bu sefer de alem sözlük'te f5lerime devam ettim. sonda secool denen ateist ibne bana önceden söyledi sonunu. onun ben amk bu arada. bıraktı gitti. bunu görürse ulaşsın bana ibne. ben o durumla beraber artık bu barışma işinin son virajına kadar geldim. virajı şarampole yuvarlanmadan almak kalmıştı sadece. tabi seko'nun tabiriyle vitesi de küçültmem lazımdı. ben artık ayna karşısında ne derim, ne söylerim diye provalarıma devam ederken 26 mayıs'ta amıma koyan radyo ve şarkılardan, 7 haziran istanbul depreminden sonra daraldıkça daralan kalbime bir cennet açmak zamanı gelmişti.

    8 haziran'a kadar aynada yaptığım provalar çok rutin bi şey haline gelmişti. saat sabah 9 gibi orda olmasını beklediğim canımın diğer yanını ben saat 7'den beri orda bekledim. içi içine sığmaz ya insanın bazen. sonradan öğrendiğime göre de sabahki ilk otobüse binmişim. şoförün hali de zaten bunu gösteriyodu. iş akışının ters yönünde o saatte giden her otobüs gibi bomboştu.

    beklediğim gibi, dakikliğini aldığı babasından da tam zamanında geldi önümdeki durağa. hava sabah ayazıydı. benim gibi bazı manyakların yaptığı gibi güneşin vurduğu yerlere gitmek yerine rüzgarın en bol, sert estiği yerde kendime olan cezamı veriyodum. otobüsten inişi ile beni görmesinin aynı saniyede gerçekleştiği bir anda ben zaten deniz rengi gözlerinde boğuldum onun. ayna karşısında yaptığım o kadar prova, hazırladığım süslü bir o kadar da acınacak halime tercüman olan cümleler bir anda aynı denizde beni daha da aşağıya çekmek suretiyle dibe batıyolardı. yanıma kadar geldi kolu ile göğsüne yasladığı kitaplarla. baktı, baktı ve baktı. sadece baktı. ben ise dilimden cümleleri nasıl çıkarabilirim, nasıl sesimi duyurabilirim ona diye kendimi yırtarken o "gel, bu soğukta buralara insan sadece bir şey için gelir. gel de oturalım bi yere" dedi. benim kafamdan o an geçmeyen binlerce fikir onun düşüncelerinin sadece bir kısmını oluşturuyodu.

    yakınlarda bi cafeye gittik. ben o ana kadar hiçbir kelime etmedim ona. sustum sadece. kendime ceza olarak bunu öngörmüştüm belki de ondan ayrı olduğum zamanlar. hep sustum ben. "niye geldiğini biliyorum. inan her an ben de senin düşündüklerini düşünüyorum gitmesek mi, uyuyamıyorum aynı senin gibi. ama ben konuşabiliyorum, sen her zaman olduğu gibi hep susuyorsun. ben hep bir şeylere karar veriyorum sen hep.." derken "ben hep seni seviyorum" diyebildim. gözlerinin içi bir insanın nasıl güler ? bir insan severek, sevilerek nasıl mutlu olur ? sevmek tüm dünyayı siktir edebilmek midir? hayatın nasıl ilerleyeceğini, neler olacağını zerre sikine takmadan nasıl sever, sevilmeye izin verir insan? aşk bu kadar güçlü bişey midir ? ben bu sorularımı onun yanaklarındaki gamzelerine "alın ulan size cevap" diyerek gömerken birden ciddileşti, kayboldu o gamzeler. benim en büyük yıkımlarım zaten o ciddileştiğinde, ortada sorun yaratabilecek bi şey olup olmadığını düşündüğünde olurdu. korktum lan. bildiğin kaybetmekten delicesine korktum. aslında sevilmeden kaybetmek değil de, sonuna kadar sevip kaybetmekten korktum. ben onunla var olabilridim, onunla bir geleceğim olabilirdi. geleceğimi kaybetmekten korktum.

    "sevmek yetmez gitmesek mi, sevdiğin kadar da mutlu edeceksin, bunu yaparken mutlu olmayı hakettiğini karşındaki daha da iyi anlayacak, anlatacaksın" diye bir cümle kurdu. ben ise "sevmek tabi ki yetmez. ama sevgiyle mutlu olmayı beceremezsem bunu beklemem çok saçma olur. bak; bi taraf her zaman daha çok sever. diğer taraf ise sevmeye çalışır, mutlu oldukça da o adamın yanında kalmaya devam eder, sevmeye başlar. taa ki karşısındaki adamdan daha çok sevene kadar. bu sefer adam mutlu olmayı beceremez doğasının en berbat, işe yaramaz gereği olarak. bu yüzden hep erkek çok sever, sevmelidir. içinde zerre mutlu olma isteği varsa beni sevmeye çalışma, benim seni sevmeme izin ver" diye devam ettim. aynı ışıltı gözüne, sabah güneşinin de renkleri saçına yerleşti.

    ve bugüne kadar hep ben çok sevdim, o onu sevmeme izin verdi.

    sonra adnan abi hikayesini bitirince sözlükte kalarak vefa borcumu ödemeye karar verdim. derken alem sözlük bi yerde kapandı, devam edemedi.

    bu sözlüğün admini olan adamın dibi ayk gel hem işini öğren, hem de bu ortamda kalmak istiyosan kal dedi. cazip teklifine tamam amk diyerek bu günlere geldim.