kayıt

kutup itiraf

  1. 7469
    başka bir sözlükte, her alkol ile ruhumu huzura erdirdiğimde uzun uzun içimden geçenleri yazardım hep. eh, madem artık burada yazıyorum, ne yazık ki bu huyumu da burada şey edeceğim. ben kolay kolay içmem normal şartlarda, en fazla bira, o da su gibi zaten. ben öyle, kafa olacak kadar içmem başkalarının yanında. alkol benim için hiç eğlenceli bir şey olmadı, hep bir ağrı kesici kıvamındaydı benim için. yani, bazı olaylar olur, birikir de birikir ve en sonunda baş ağrıtmaya başlar. erkeğiz lan işte, burcum da, yükselenim de balık olsa bile, öylece salamıyorum içimde biriken damlaları. alkol tam olarak bu aşamada devreye giriyor. genelde karanlık olur yerim, mum yakarım masaya bir tane, açarım şarkının sesini hafifçe, arkama yaslanır ve bir elde sigara, bir elde artık o an param ne yettiyse o lanet içecek olur. it öldüren dedikleri cumartesi, hatta daha berbat seviyelerde olan adını "balina deviren" koyduğum en saçma şaraplar bile eşlik etti. bazooka da içtim, absolut da. yeni rakı da, tekirdağ altın serisi de. hepsi aynı halt benim için, hepsi sadece bir ağrı kesici. işe yarıyor mu peki? hüzne kaynak olan etkenleri yok etmiyor tabii, ama en azından kederde boğulup saçma sapan bir şeyler yapmadan ertesi güne çıkmaya yardımcı oluyor.

    anlaşılan bayağı uzatırım ben bu mevzuyu, o yüzden çok da şey etmeden itirafıma geçeyim. evet, içtiğim itiraf değildi, öyle itiraf mı olur? 2.5 yıllık bir sevdam oldu ve bu sevdiceğim beni 5-6 yıllık hüzün bağımdan koparmıştı. ben, "daha başkasını sevemem" dedim, yine sevdim. 8-9 ay peşimde koştu. ya, ben çirkin biriyim. karakter olarak da, fizisel olarak da. demiştim ya, en çok ettiğim küfür, "hayatımı sikeyim" benim. hayatımın mottosudur, "hayatımı sikeyim". ne bileyim, kız çok güzeldi. hani, oturup çizmeye kalksam ömrümü verip, ben bu kadar mükemmelliği bir araya getiremezdim. sadece bu da değil, gördüğüm en zeki kızdı kendisi. benim gibi daha kendi doğum gününü hatırlayamayan aptal, unutkan bir geri zekalıya mı bakacaktı? bakmış. hoş... her şeyi unutan ben 27 ekim olan doğum gününü, 3 kasım sabahının 3:36'sını unutamıyorum. "seni seviyorum" dedi, açık ve net bi şekilde. "senin olayım" dedi. emin olamadım. benim gibi boktan biri için fazla güzeldi. birileri kandırıyor falan sanıyorum hala, o kadar gerçek dışı bana böyle bir şey. sonra... sonra gerçek olduğunu anladım ben. buluştuk. nefret ettiğim bedenimi kollarının arasına aldı ve öptü beni. gözlerime baktı. ben, hayatımda hiç böyle güzel renkler görmemiştim sözlük. ben hiç bu renkleri görmemiştim hayatımda. mutluluğun rengi nedir bilmem, ama o günden beri bir fikrim var benim. adını bilmiyorum... etrafta gösterebileceğim hiçbir örnek yok, "aha bu işte ya!" diyebileceğim. ben, yanımda 2 paket ıslak mendil ve 2 paket bildiğimiz peçete götürmüştüm, onun eline dokunmadan önce elimi temizlemek için. benim dokunabilmem için fazla güzel ve temizdi çünkü. öyle de yaptım. kalbime dokundu sözlük. "sen çok güzelsin" dedi ve ben öylece kaldım.

    neyse, her ayrıntısını anlatmaya gerek yok, ama o gün sinemaya gittik. koca bi kova mısır aldık. bana tek tek uzattı. her birini, tek tek, ellerini ıslatmadan ağzıma aldım ve ardından yine benim gibi bir pislikten bir parça kalmasın diye, bana mısır patlağı uzatan parmak uçlarını tek tek dudaklarımın kuru ucuyla öptüm. bunu anlatıyorum, çünkü bağlayacağım yerle çok alakası var.

    benden defalarca ayrıldı belki de ve ben hep mal gibi sızlayıp durdum arkasından. sebep? akp'yi sevmiyor olmam. ya... bunca sevda bi siyasete bağlanır mı? bu kadar mı basit? ben yine de hep uğraştım. bana, "ben senin kadar mükemmel kimseyi bilmiyorum" dedi, "ben senin kadar güzel sevenini kitaplarda bile görmedim" dedi ama yine de gitti sözlük. kadınların hep yaptığı şey çünkü, hep giderler. gitti. geldi, geldi ve gitti. ben hep kollarımı açtım, yalvardım resmen hep. bir gün, sahip olduğum karakterden bunaldım ve kendimi sıfırdan değiştirmeye karar verdim. buna, neredeyse bütün hayatım dahildi. başta inanmadı herhalde bu söylediklerime, blöf yapıyorum sandı, ama sonra ciddiyeti anladı. bütün gururunu ayaklarının altına alıp adımın sonuna 1. şahıs iyelik eki ekledi. ben, ismimin hiç bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum sözlük. duraksadım. "gidemezsin." dedi ve sebebini sordum, "neden?" diye. "sen benim parmak uçlarımdan öptün, gidemezsin!" dedi. haklı da çıktı, gidemedim. ama sözlük, o yine gitti... o hep gitti...

    tek bir haber bile alamıyorum kendisinden o gün ve deli gibi merak ediyorum. güya geçmişim dahil herkesi ve her şeyi silecektim, bu ayın 25'inin gece 23:50'sinde hannover'a kalkan uçağımla birlikte, ama resmen tıkalı kaldım. benim canımı gitmesi yakmıyor sözlük, "gidemezsin!" deyip gitmesi yakıyor. madem gidecektin, ne diye son gücümü elimden aldın ki? kızasım geliyor, sonra yanağımı sağ avucunun içine alıp, baş parmağı ile hafifçe okşadığı geliyor gözümün önüne... olduğum yerde eriyorum hala. bir kadın niye gider sözlük? niye kalmaz ve basit sebeplerle gider? bir insanın dilini, dinini, ırkını, siyasi düşüncelerini, tipini, parasını mı sever insan? yoksa, kendisini her gördüğünde deliye dönen bir kalbi mi? ama söz, bir gün başaracağım. bir gün ben de maske takmadan gezineceğim ortalıklarda. ama kim bilir hangi gün?
    • Niye insanı durduk yere ağlatıyosun yaa
    • hayatıma hoş geldin.
    • Belki bir gün... Umarım.