kayıt

sis

  1. 1
    * *

    counter'da bir bomba türü.*
    (bkz: sis atma oç)
  2. 2
    havada asılı kalan damlacıkların meydana getirdiği doğa olayı.

    ayrıca:
    (bkz: aerosol).
  3. 3
    Atmosferdeki su buharının , damlacıklar durumunda yoğunlaşmasıyla oluşur.
  4. 4
    (bkz: aşk)
  5. 5
    (bkz: Secret intelligence Service)
  6. 6
    çok hoş bir doğa olayı. ortalığa korku filmi atmosferi veriyor ama benim hoşuma gidiyor. az önce dışarıya bakınca anlık bir şaşkınlık yaşadım. ne zamandır sis görmüyormuşum meğer. eşofmanlarımı, spor ayakkabımı giyip kulaklığımı da takıp koşuya çıkasım geldi. sonra yaşadığım yerin new york olmadığı aklıma geldi.
    • keşke sisi kavanoza koyabilsek. o derece güzel bir atmosfer yaratıyor. kavanozu da ışıklandırdık mı muazzam :D
  7. 7
    Şiir sevmememe rağmen bildiğim ve hoşuma giden nadir şiirlerden.
    İstanbul'a hunharca giydiren Tevfik Fikret amcanın şiiridir.
  8. 8
    Uyyy enfes ya. Bu gece, dün gecekinden daha yoğun bir sis var. Sözlüğe koymak için fotoğraf çekeyim dedim ama bir bok belli olmuyor. Ah bir profesyonel makinemiz yok ki...

    Cumartesi geceleri ortamlara akan bir insan olsaydım bu gece sabaha kadar sokaklada dolanırdım herhalde. Gel gör ki dağın başında yaşadığım için 5-10 dakikalığına bile çıkamıyorum dışarıya.
  9. 9
    Stephen king'in filme de uyarlanan kısa öyküsünün adıdır. Her ne kadar öykü denilse de işin ucunca stephen king olunca işler hiç de masumane ilerlemiyor.
  10. 10
    şu an istanbulda çok fena sis var.
  11. 11
    Atılmaması gereken.
  12. 12
    bir şiir. sevmem.
  13. 13
    sisterın kısaltılmışı.
  14. 14
    Türk edebiyatında İstanbul'u yeren, kötüleyen ilk şiirdir. Tevfik Fikret tarafından yazılmıştır:

    Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
    beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
    ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
    bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
    tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
    onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
    Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
    lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
    Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
    ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
    Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
    Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
    Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
    sefahate susamış bağrında yaşatan.
    Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
    sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
    Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
    ey bin kocadan artakalan dul kız;
    güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
    sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
    Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
    iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
    Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
    içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
    Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
    lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
    Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
    İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
    Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
    Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
    Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
    Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

    Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahbesi!
    Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
    Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
    Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
    ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
    geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
    ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
    Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
    ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
    Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
    ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
    edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
    “Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
    Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
    canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
    Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
    ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
    vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
    Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
    sembole eden harap ve sessiz evler;
    ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
    kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
    ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
    Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
    her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
    Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
    bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
    her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
    gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
    Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
    olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
    Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
    ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
    Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
    ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
    Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
    her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
    Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
    yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
    Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
    ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
    Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
    vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
    ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
    Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
    Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
    ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
    Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
    zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
    Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
    ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
    Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
    ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
    hele sizler...

    Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
    Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
  15. 15
    ayı gibi karizmatik olay. sisli ve yağmurlu sabahlar...e sevmeseymişiz...
  16. 16
    Boğulma hissi yaratan hava olayıdır bana kalırsa. Uyanınca gökyüzünü görememek kabus gibi
    • gökyüzünü görmek istiyorsan güney yarım küreye git! burası kuzey yarım küre! ona göre!
    • bu gece karakolluk olabilirim.
    • neden bu kadar kötüsünüz?
  17. 17
    karadenizlilerce çok sevilen doğa olayı. başka yerde sevenini görmedim.*
  18. 18
    Birkaç gündür şehri çokça esir alandır.

    Siste Bisiklet sürmesi ayrı bir keyifli oluyor. Başka da bir güzelliği olduğunu pek hissedemediğim hava olayı kendisi.