kayıt

kim olduğumu yalnızca o bilir

  1. 1
    son zamanlarda victor hugo ile ilgili yazılan en ciddi yapıtlardan biri olan ve ünlü yazın araştırmacısı, henri guillemin imzasını taşıyan "hugo" adlı eserin ön sözünde, hugo’nun şu sözlerine yer verilmektedir:

    "je m’ignore ; je suis pour moi-même voilé, dıeu seul sait qui je suis et comment je me nomme"

    "ben bile kendimi tanıyamıyorum ; kendi kendime yabancıyım, kim olduğumu ve adımın ne olduğunu, yalnızca allah bilir."

    dahası, hugo’nun, gerek iki oğlu gerek erkek torununun vaftiz edilmediğini ve hristiyanlık adetlerine göre defnedilmediğini belirten yazar, ayrıca kitabın bir çok yerinde onun sürekli evinde gizli ibadet ettiğini belirtir.

    bu durum ve "mahomet" mersiyesindeki içerik, detaylar ve anlatılan öykü hugo’nun müslümanlığının konuşulur hale gelmesine en büyük etkendir.

    işte yakup yaşa’nın çevirisini yaptığı dizeler şöyle:

    l’an neuf de l’hegıre
    (hicri dokuzuncu sene)
    mahomet
    (hz.muhammed sallallahu aleyhi vesellem)

    vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu
    metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu
    yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu
    her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu
    oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında
    durup su içen develeri izliyordu arada sırada
    böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.
    sanki cenneti görmüş, ilahi aşkı bulmuştu
    sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu
    alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi
    kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi
    boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.
    tufanın sırlarını bilen nuh’un havası vardı.
    ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı
    kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi
    sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi
    ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı
    çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.
    boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı
    oturur yere, elbiselerini kendi yapardı
    artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı
    yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı
    altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu
    kutsal kitap kur’an’ı bir kez daha okudu
    sonra, sancağı, said’in oğluna teslim etti.
    onlara: "artık aranızdan ayrılma vakti geldi
    allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi.
    mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki
    sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki
    yine, her günkü vaktinde mescide geldi,
    ali’ye tabi olanlar da arkasından geliyordu
    ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.
    benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi
    "ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici
    biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan o’dur
    ey insanlar, o’ndan başka rehberim yoktur
    onsuz bir değerim olmazdı."
    bir zat ona : "ey müminlerin gerçek sultanı!
    seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne
    sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne
    kisra sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi.
    o da: "melekler ölümümü müzakere etti;
    vakit tamam, dinleyin! eğer herhangi birinize
    bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde
    ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi;
    kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi.
    ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.
    yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte
    ona: "tanrı yardımcın olsun!" diye seslendi.
    bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi
    dalgındı; birden, şöyle dedi: "herkes duysun!
    allah benim adımı andı! bundan emin olun
    topraktan insan, nurdan bir peygamberim
    isa’nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.
    ashabım, ben sabır taşıyım, isa tatlı dilliydi.
    zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi
    isa benden önce, ama ne tanrıdır ne de oğlu
    o, gülü koklayan bakire meryem’den doğdu.
    unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim
    kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim;
    şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı;
    çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı
    baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti;
    ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli
    korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı
    bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.
    tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli
    ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini
    böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir
    cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.
    ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım
    bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim
    kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir
    bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir;
    ey inananlar! çektiklerimi görüyorsunuz işte!
    karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete
    sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri
    engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini
    çoğu zaman, yakup gibi, karanlıklar içinde
    çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle;
    fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi
    bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi
    ben ise, asla, hak davamdan vazgeçmedim
    onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim
    savaş boyunca: "bırakın yapsınlar!" diyordum
    kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum
    varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki
    zira sağ ellerine ayı, sol ellerine güneşi
    versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla
    yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta
    fakat ne olursa olsun geri adım atmadım
    zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım
    işte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım
    şimdi allah’a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.
    greklerin hermès’i, yahudilerin de lévi’ yi
    desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni
    çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak
    bu soğuk, ıssız geceye elbet güneş doğacak
    müminler, asla ümidinizi kesmeyin o’ndan
    zira kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,
    denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla
    donatan allah, elbet sizleri de koymaz darda.
    sonra: "o’na inanıp teslim olun " diye ekledi
    inanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri
    cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri
    kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri;
    hiç kimse tamamen günahsız değildir belki
    ama çabalayın ki, allah cezalandırmasın sizi
    namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere
    zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece
    o’nun için yere kapanmayan bedenleri yakar
    o, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar;
    misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin
    yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için
    yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,
    ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar
    huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli
    incilerden yapılmış köşklerde oturur her biri
    cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine!
    ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,
    sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak
    cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak."
    biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi
    sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti
    ardından : "ey insanlar! size sesleniyorum
    vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum
    belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin
    beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin
    bir hatam olduysa, yüzüme söylesin" dedi.
    kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi
    gitti ve ebufleya kuyusunda sakalını yıkadı
    biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi
    "şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi.
    herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri
    bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,
    ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona
    birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi
    bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi
    ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince
    "ben artık kalkamıyorum, dedi, ebubekir’e
    kitap’ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı."
    eşi aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı
    ebubekir okuyor, muhammed ise dinliyordu
    nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu
    o, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu
    ve, ölüm meleği çıka geldi akşama doğru
    "içeri girebilir miyim" diye müsaade istedi
    "gelsin" dedi. dünyaya açtığı o ilk günkü gibi
    yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,
    ve, melek ona : "allah seni bekliyor" dedi
    memnuniyetle, dedi. şakakları şöyle bir titredi
    bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti.
    Kaynak1
    Kaynak2