kayıt

şiir hikayeleri

  1. 1
    ibrahim balaban türkiye'nin ve hatta dünya'nın en saygın ressamları arasında yer alır. nazım hikmet bursa cezaevine düştüğü zaman cezaevinde ki yoksul mahkumlara halı dokumayı öğreterek onları açlıktan kurtarır. bu yoksul mahkumlar arasında ibrahim balaban ve orhan kemal'de vardır. yoksul köylü çocuklarıdır ikisi de özü itibariyle. orhan kemal'i net hatırlamıyorum ama balaban 17 yaşında sevdiği kıza sarkan adamı vurmaktan maphustur. balaban'a resim yapmayı nazım öğretir. orhan kemal'e de okuma yazmayı öğreten insandır nazım hikmet.
    bir gün balaban'a cezaevi idaresinden cezaevi kapısının önünde resim yapma izni çıkar. bu resmi yapar büyük ressamımız. nazım resmi görünce çok duygulanır ve maphushabe kapısı şiirini yazar.

    altı kadın vardı demir kapının önünde
    beşi toprağa oturmuş, ayakta biri
    sekiz çocuk vardı demir kapının önünde
    besbelli henüz öğrenmemişler gülümsemeyi

    altı kadın vardı demir kapının önünde
    ayakları sabırlı, ellerinde keder
    sekiz çocuk vardı demir kapının önüde
    cin gibi bakıyor kundaktakiler

    altı kadın vardı demir kapının önünde
    sımsıkı gizlemişler saçlarını
    sekiz çocuk vardı demir kapının önünde
    birisi kavuşturmuş avuçlarını

    bir jandarma vardı demir kapının önünde
    ne dost ne, düşman. nöbet uzun, hava sıcak
    bir beygir vardı demir kapının önünde
    nerdeyse ağlayacak.
    bir köpek vardı demir kapının önünde
    burnu kara tüyü sarı

    kamış sepetlerinde yeşil biber vardı
    torbalarda kömür, heybelerde soğan, sarımsak
    altı kadın vardı demir kapının önünde
    ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim
    altı kadından biri sen değildin ama
    beş yüz erkekten biri bendim.
  2. 2
    usta şairimiz cahit sıtkı tarancı'nın '' abbas'' şiirini mustafa keser sayesinde artık herkes biliyor da, yazık ki cahit'in ''abbas'' öyküsü çok bilinmez. ''abbas'' şairimizin hayatında gerçekten de çok önemli yeri olan bir şahsiyettir. tarancı çocukluğunda ninesinden bir şehzade masalı dinlemiş. bu şehzade aşkı yolunda memleket memleket gezerken, yoksul bir teyzeye yardım eder. teyze de ermiş bir kişiymiş meğerse. şehzadeye saçından iki tutam verir. ne zaman darda kalsa bu iki saçı birbirine vurmasını öğütler. o zaman karşısına ''abbas'' adında bir cin gelecek ve ne emri olursa yapacaktır.
    cahit büyür ve askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine katılır. bölük komutanı ilk iş olarak kendisine bir emireri seçmesini söyler. cahit askerlerin adının olduğu listeye bakar. orada askerin birinin isminin ''abbas oğlu abbas'' olduğunu görür. aklına hemen ninesinin masalı gelir ve abbas'ı emir eri yapar. abbas mardin midyad'lı çakı gibi bir askerdir. türkçesi kıttır. ama kendisi de bir kürd olan tarancı yazık ki neden abbas'ın türkçesinin kıt olduğu bahsine değinmemiştir. şarimizin her türlü hizmetine koşan bu saygılı çocuk sadece cahit gündüz vakti rakı sofrası istediği zaman ''akşam komutanım akşam'' diye geçiştirirmiş. öyle bir akşamda cahit içerken abbası da karşısına alır ve der ki;

    -abbas sen istanbul'u bilir misin?

    - bilirim komutanım.

    - beşiktaş'ı bilir misin?

    -bilirim komutanım.

    - tamam o zaman, gideceksin yarın oradan benim ilk sevgilimi alıp buraya getireceksin.

    - emredersin komutanım.

    tarancı o gece sızar. sabah uyandığında abbas'ı sivillerini giymiş olarak görür.

    -niye böyle giyindin oğlum?

    -dün siz dediniz yaa komutanım sabah gideceksin ve beşiktaş'tan ilk sevgilimi bana getireceksin.

    şimdi sözü şiire bırakıyorum.

    haydi abbas, vakit tamam;
    akşam diyordun işte oldu akşam.
    kur bakalım çilingir soframızı;
    dinsin artık bu kalb ağrısı.
    şu ağacın gölgesinde olsun;
    tam kenarında havuzun.
    aya haber sal çıksın bu gece;
    görünsün şöyle gönlümce.
    bas kırbacı sihirli seccadeye,
    göster hükmettiğini mesafeye
    ve zamana.
    katıp tozu dumana,
    var git,
    böyle ferman etti cahit,
    al getir ilk sevgiliyi beşiktaş'tan;
    yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
  3. 3
    büyük şairimiz atilla ilhan'ın 3. şahsın şiiri'nin hikayesini anlatmak isterim bildiğim kadarıyla. türk şiirinde tabii ki atilla ilhan dan daha çok sevdiğim şairler de vardır. ama büyük usta, şiirimizde hem tekniği hem de duyguyu aynı mısralarda aynı ustalıkla kullanabilen en yüksek kabiliyette ki şairdir. aynı zamanda ülkemizde yaşamış en büyük entelektüellerden biridir. atilla ilhan ustamızın büyük bir şair olacağı daha on beş yaşından belliymiş. o yaşta sevdiği kıza nazım hikmet şiirleri verir. ve bu şiirleri okuduktan sonra mutlak surretle kağıtları yırtmasını salık verir. kız bu güzel mısraların olduğu kağıtları yırtıp atmaya kıyamaz ve saklar. öğretmenler yakaladığında ise kız pasifist bir tutum sergileyip atilla ilhan ustamızın ismini verir. atilla ilhan daha o yaşında bu yüzden hapis yatar. lisede bir senesinden olur. ama böyle bir bedelle aşkın devrim olmadan, devrimin de aşk olmadan yaşanmıyacağını öğrenmiştir.

    gerçi ben üçüncü şahsın şiirinin hikayesini anlatacaktım bildiğimce. bugünlerde anlamadığım sebeplerden sözü çok uzatıyorum. atilla ilhan lisede bir kıza karşılıksız aşkla bağlanır. ama kızın sevdiği var, ustada delikanlık var söyleyemez. kızla da acaip kankadır. hatta kız o çocukla kavga edince ustamız araya girer barıştırırmış.
    çok kısa bir süre önce, çok hoşlandığım bir kadın bana eski sevgilisini unutamadığını anlatmıştı. bir yanım hemen toroslardı, bir yanım hemen deniz. koşa koşa toroslara çıkmak istedim acıdan. o an üzerime binen yükleri ancak böyle bir anlamsızlıkla yatıştırabilirdim. veya o an kendimi denize atıp yeterince hızlı yüzersem bu gezegenden kaçabileceğim hissine kapıldım. hayır ikisini de yapmadım. hatta sevdiğim kadına ''gık'' diyecek kadar belli etmedim bu durumu.
    ben bu yaşımda bu kadar ezim ezim ezildim de, o yaştaki yavrucak atilla neler çekmiştir kim bilir?.

    gözlerin gözlerime değince
    felâketim olurdu ağlardım
    beni sevmiyordun bilirdim
    bir sevdiğin vardı duyardım
    çöp gibi bir oğlan ipince
    hayırsızın biriydi fikrimce
    ne vakit karşımda görsem
    öldüreceğimden korkardım
    felâketim olurdu ağlardım

    ne vakit maçka'dan geçsem
    limanda hep gemiler olurdu
    ağaçlar kuş gibi gülerdi
    bir rüzgâr aklımı alırdı
    sessizce bir cıgara yakardın
    parmaklarımın ucunu yakardın
    kirpiklerini eğerdin bakardın
    üşürdüm içim ürperirdi
    felâketim olurdu ağlardım

    akşamlar bir roman gibi biterdi
    jezabel kan içinde yatardı
    limandan bir gemi giderdi
    sen kalkıp ona giderdin
    benzin mum gibi giderdin
    sabaha kadar kalırdın
    hayırsızın biriydi fikrimce
    güldü mü cenazeye benzerdi
    hele seni kollarına aldı mı
    felâketim olurdu ağlardım