kayıt

herhangi bir yazara bir şiir armağan et

  1. 1
    neden şiir armağan etmeyelim diyerek açılmış başlık..

    ilki benden olacakmış..

    www.youtube.com/...

    lecterın terapisti

    sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa?
    kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi..
    dilimizde akşamdan kalma bir küfür..
    salonlar, piyasalar, sanat sevicileri..
    derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni,
    yakanda bir amonyak çiçeği.
    yalnızlığım, benim sidikli kontesim..
    ne kadar rezil olursak, o kadar iyi..
    • Seni cingi senikfkfmddld
    • ay ben gülerim.
  2. 2
    Kimseyi tanımıyorum o yüzden kendime gelsin bu.

    Öyle güzelim ki kuş koysunlar yoluma.

    Ehehe.
  3. 3
    www.youtube.com/...

    pick apart the pieces you left
  4. 4
    paranoyak deli

    Susmanın su kenarındayız bugün
    Ne kadar sevgiyle konuşsak -konuşuyoruz da-
    Korkuyoruz gözgöze gelince Hilmi Bey
    Korkuyoruz
    Sanki gözler rakiptir de birbirine -öyle değil mi-
    Ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz
    Bir yokuştan bir yokuşa sürekli
    – Nereye?
    – Bilmem ki
    Ellerimizde alkol sesleri, saçlarımızda
    Alkol sesleri
    Dağlarımızda, içdenizlerimizde
    Ve günler günlerin içinde öyle yavaş ki
    Yerine saplanıyor bir sürahi
    Pencereler şaşkın
    Perdeler bir uzak yol kadar uzun
    Ve balkon
    Kendi dudaklarında şimdi
    Donmuş bir tavus kuşu
    Bir tavus kuşu yontusu belki
    Ne tuhaf
    Demin de aşağıdan bir bando geçti
    Sormak isterdim sana
    Bir bando şefinin hüznü nedir Hilmi Bey
    Bir bando şefinin uykusu
    Nasıl bir uykudur ki Hilmi Bey
    Ne kötü
    Elimde bir çiçekle yaz geçti.
    Ve bugün
    Çepçevre oturduk masanın başına gene
    Bezik oynadık Hilmi Bey -her gün oynuyoruz ya-
    Giysisiz, sadece kombinezonlarımızla -öyle işte-
    Oda çok sıcaktı -lal renkli çini soba-
    Seniha korse takıyor, yahudi matmazel
    Nerdeyse çıplaktı -terliyor terliyor terliyor-
    Ve Cemal bir köşeden bize bakıyordu
    Bakmıyor gibi bakıyordu
    Durmuyor gibi duruyordu da
    Benim anlamadığım işte bu
    Dün dudağını kesti çarşıda
    Kırmızı bir balıkla oynuyordu
    Öptü bir ara balığı -neden-
    Öperken dudağını kesti
    Balık da kırmızıydı, kan da
    Ve balık yüzerekten geçti -gördüm iyice-
    Dudaklarından
    Durdu Cemal gibi biraz ötede
    Durmuyor gibi durdu
    Ağlamadı, hiçbir şey söylemedi
    Bu çocuk anlaşılmayanın ta kendisi
    Yalnızca sordu, bu yüzden sana soruyorum ben de
    Melekler dişi midir Hilmi Bey
    Dişidir diye tutturdu
    Yani ben..
    Öyleyse neyim
    Elimde bir yapma çiçekle.

    Adım Cemile ya, çok seviyorum adımı ben
    Çocukluğudur insanın adı
    Cemal şimdilik Cemal’dir -evet, öyledir-
    Benimkisi bir anımsama -Cemile-
    Cemal – Cemile: yeni fışkırmış bir marulun sesi
    Ezilmiş iki vişne
    Ve akşam
    Akşam ki sallanacak hamağını buldu
    Buluyor
    Sular menekşelendi Hilmi Bey
    Karpuz lambanın altında
    Yorgunum biraz -bütün gün içtim-
    Hepimiz içtik
    Cemal odasından çıkmadı hiç
    Tangolar çaldık üstüste
    Eski tangolar -bin dokuz yüz on beşlerde ne vardı
    Ben pencereden bakarken
    Kimseler ölmemişti
    Ölüm diye bir şey yoktu ki Hilmi Bey
    Var mıydı?-
    Yüzümden bir şeyler aktı aktı
    İçim de menekşelendi Hilmi Bey
    Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
    Hiçbir yere gitmiyor.
    Nedense odasına kapandıkça Cemal
    Soyundukça soyunuyor yahudi matmazel
    Hırslı bir dişi gibi
    Ester, diyorum, Ester
    Gülümsüyor hafifçe
    Bir başka gülümsemeyi karşılar gibi
    Öpüşürken gördün mü sen iki öpüşmeyi
    Hilmi Bey
    Tam öyle
    Hızla giyiniyor sonra, dışarı çıkıyor
    Üç kişi kalıyoruz birden
    Yeni ısırılmış bir elma gibi kalıyoruz
    Parlıyor yeşil tarafımız kendi aydınlığında
    İçimde bir soğukluk
    Dışımda bir begonya.
    Karanlık iyice dışarısı
    Rakımızı bitirdik -üçümüz-
    Cemal odasından çıkmıyor
    Birazdan Ester de gelecek
    Koltuğa çökecek, bir sigara yakacak
    Gene bir haç gibi olacağız dördümüz
    Bir evin içinde kocaman bir haç
    Kutsal değil, kirli
    Coşkulu değil, kırık dökük
    Sevinçle çekeceğiz onu kendimize
  5. 5
    kutup

    Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
    Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
    Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
    Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
    Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
    Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte
    Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum
    Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
    Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
    Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
    Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
    Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
    Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
    Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
    Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
    Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
    Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
    Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
    Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
    Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
    Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
    Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
    Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
    Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
    Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
    Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
    Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
    Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
    Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

    Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
    Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
    Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
    Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil
  6. 6
    ezgii

    "Susarak anlattım bütün gizliyi
    Sakladım duygumu ben konuşarak

    Bir acı tarlası sessiz yüzünde
    Aşkı yürürlüğe koyma savaşı

    İçimde bir düzen kaynaşmaktadır
    Büyük ve çekingen bakışlarından

    En iyi anlatış artık susmaktır
    Anladım bunu ben seni bilince

    Gel denize yaslan yalnız denize
    Sırrını denizler taşır insanın

    Zaman bir hızdir ve yıldızdır akan
    Esneyen günler ve gece üstünden

    Bir uyku bölmezse anılarımı
    Korkarım çıldırtır bu hayal beni

    Gözlerin ne kadar İstanbul öyle
    Sebiller uçuşur parmaklarında

    Ortak günlerimiz tarih şöleni
    Saçlarında sayfa sayfa güneşi

    İçimde bir sergi var portrelerin
    Hayalim heryerde kavrar gölgeni

    Aşka ve tabiata ulaştır bizi
    Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden

    Terketme n'olursun bir eşya gibi
    Ölümsüz bir hasret yaşarken bende

    Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar
    İçimin ormanı bir yangın yeri

    Bir uyku bölmezse anılarımı
    Korkarım çıldırtır bu hayal beni

    Istırap varoluş şartımız oldu
    Esef etme yasım karaymış diye

    Bir yanım vahşidir ürkütür seni
    Aykırı düşerim sulhçulüğüne

    Bir gün deli gibi sarsarak seni
    Göklerin yolunu sorabilirim

    Başımı taşlara vurabilirim
    Aklımdan çıkarsa anılarımız

    Paramparçayım sen onar beni
    Topla aynalardan eski gölgemi

    Göçebe ömrümü bağla zamana
    Dağılsın içimin karıncaları

    Bir uyku bölmezse anılarımı
    Korkarım çıldırtır bu hayal beni."

  7. 7
    Gönlümde medfûn bir aşk vardı
    âfâk-ı hayâtımı bir hüsrân sardı.

  8. 8

    Beni, gözlerin götürür
    Gözlerin
    Aşkla, acıyla...
    Kuşatmışlar
    Sesimi, soluğumu
    Kesilmiş
    Tuz-ekmek payım
    Vurgunum
    Ve darda,
    Gözaltındayım.
    Dal, kor keser
    Penceremde açarsa
    Kuş, vurulur
    Üzerimden uçarsa.
    Ve hal böyle böyle,
    Yol bu yöndeyken
    Gelir,
    Ki her gelişinde
    Daha da içten
    Gelir,
    Soluk soluğa
    Benim olursun.
    Amansız sarmasında
    Kollarımın
    Esrik,
    Çığlık çığlığa
    Erir, kar gibi vücudun...
    Nicedir,
    Kahpe ağzında
    Bir salgın,
    Bir deprem gibi künyemiz.
    Nicedir,
    Başımıza zindan dünyamız.
    Biz ki
    Yarınıyız halkın,
    Umudu, yüzakıyız,
    Hıncı, namusu...
    Şafakları,
    Taa şafakları
    Hey canım,
    Kalbim
    Dinamit kuyusu...

    denizinorgazmçığlıkları
  9. 9
    ay doğar kapı gibi
    aspirin hapı gibi
    senin için büyüttüm
    keser sapı gibi..

    stilo
  10. 10
    lecterın terapisti

    İki kalp arasında en kısa yol:
    Birbirine uzanmış ve zaman zaman
    Ancak parmak uçlarıyla değebilen
    İki kol.

    Merdivenlerin oraya koşuyorum,
    Beklemek gövde gösterisi zamanın;
    Çok erken gelmişim seni bulamıyorum,
    Bir şeyin provası yapılıyor sanki.

    Kuşlar toplanmış göçüyorlar
    Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
  11. 11
    Alttaki yazara

    Ne hasta bekler sabahı
    Ne taze ölüyü mezar
    Ne de şeytan bir günahı
    Seni beklediğim kadar

    Geçti istemem gelmeni
    Yokluğunda buldum seni
    Bırak vehmimde gölgeni
    Gelme artık , neye yarar
  12. 12
    teodosic neden bilmiyorum ama tanıdığım tek kişi yani bildiğim tek kişi milos bey olduğu için.

    artık zamanın da üstünde şık bir şehirde
    mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için
    kafatasları çelikten adamların şarkılarını
    ya da rahibe pelerini altına gizlenmiş,
    gözleri irin torbalarıyla kanlı şeytanları
    bir ruhun turuncu mihrabına getirip
    ordan aşağı atmalı..
    sisle örtülü bir tanrı yüzünde ortalık
    henüz
    güpegündüz bir şalla sarıldıysa dörtnala
    karanlık bir an
    çirkin bir vincin organik çengelinde
    çağdışı bir cadı gibi kusarken kanlı
    asılı kaldıysa
    delikanlılarla yatıp kalkan ivedi bir caddenin
    dedeleri, dişsiz oratoryolar gibi embriyo ise
    rahmine sıçarım böyle anaların diye
    küfrederek dua adına açılıyorsa engerek yuvası avuçları
    peygamber develerinin
    artık zamanın da üstünde şahsiyetsiz bir şık şehirde
    mazgallara kapatılmış, büyüyemeyen çocuklar için
    kutsal kabahatleri ve mecazi kerhaneleri
    bir ruhun turuncu mihrabına getirip
    ordan aşağı atmalı..
    ve bu sülalenin bütün arsız, ağızsız ağıtlı kapılarını
    o sisli yüzlerin yüzüne kapatmalı..
    • bacanak keşke daha kısa bi şey olsaydı ya. ben bunu okumam çünkü
    • YOK KANKA BEN DE OKUMADIM AHLAKSIZ ŞİİR YAZDIM İNTERNETE BU ÇIKTI BEN DE OKUMADIM
  13. 13
    mavinarsist

    Pc geçince editleyeceğim.
  14. 14
    maytapenguen

    Yanlış hatırlamıyorsam bedri Rahmi eyüboğlu'ndan bir şiir.

    Cücüklü soğan

    Mudurnu'nun alacahöyük nahiyesinden durmuş'a büyük ikramiye vurmuş.
    Paranı nideceksin demişler.
    Bundan böyle demiş her Allah'ın günü,
    Soğanın cücüğünü yiyecem cücüğünü.

    Her Allah'ın günü soğanın cücüğünü yemen dileği ile dndnfnfjfk.
  15. 15
    einsteinınkemanı

    Online listesinden gözüm kapalı denk gelen şanslı yazar sensin.

    Şükrü erbaş'tan

    ...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını
    yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var
    göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
    cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin.
    Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir
    keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce
    bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı,
    yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir
    engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür
    hanım?

    Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı
    görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek
    kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan,
    umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
    meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
    şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış,
    böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir
    anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa
    başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
    mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı
    aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların
    sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik
    olur tükenmek değil de?

    Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin
    boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz
    bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
    diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
    tından?

    Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır
    çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü
    kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
    lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var.
    Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın
    görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
    nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım.
    Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük
    avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın
    binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik
    bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi
    öğrendik böylece.

    Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım.
    Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden.
    Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık
    yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır
    yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut
    karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka
    ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi
    içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa?

    Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim,
    özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni
    oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım
    eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi
    avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
    yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice
    eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
    rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya...

    Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının
    eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla
    dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek
    ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
    gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin
    perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
    kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir
    Ömür hanım?

    Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni
    konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben,
    kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
    reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım
    Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
    ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım
    toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş
    saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem
    hangi gözle?

    Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
    nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz?
    Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden
    mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini
    bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü
    yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi
    anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne
    işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
    nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten
    olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor
    muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya...

    Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun
    aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan.
    Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik
    sesten -hele de güncel ve kof- her zaman iyidir; düş gücü,
    iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o
    puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin
    akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık
    izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü,
    kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi,
    bizi değişmek çirkinleştirir de.

    Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir
    adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz
    olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı
    yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
    şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız,
    ne yerinde ne yersiz...

    Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
    çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
    nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı
    kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
    gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir;
    ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar
    küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
    cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir
    ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir
    içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek,
    bu ezbere yaşamla.

    Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar
    iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir
    yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
    dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla
    nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan,
    geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün
    acıların anasıdır, de...

    Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler
    söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
    lıplarından. Beni duy ve anla.

    Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi
    yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun
    ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi
    atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır,
    kurşuni-külrengi mi yoksa?

    Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil
    dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
    maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
    rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir
    aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim
    değil mi? Kim ne diyebilir ki?

    Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim.
    İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş
    ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim
    olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
    ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir
    saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde,
    ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
    rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü
    ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

    Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak
    yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir
    at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
    kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk,
    yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş
    umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş,
    yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?

  16. 16
    zapel kaytuda
    siir.me/...

    -ciddi
  17. 17
    Hepinize, hepinize, hepinize.

    "Bir gün
    Çok bunalırsan
    Denizin dibinde
    Yosunlara takılmış gibi Soluksuz...
    Sakın unutma gökyüzüne bakmayı
    Gökyüzü senindir
    Gökyüzü herkesindir."

    Çünkü, gökyüzü hepimizin.
  18. 18
    hepinize;

    dolar fırlıyor, altın almış başını gidiyor
    bu ekonomik kriz beni kalbimden vurdu
    kalem sekiz lira, silgi ise havalarda uçuyor
    ceplerimiz ise boş bir çöp kutusu
    insanlar onbin lira için deli oluyorlar
    bu ekonomik kriz öldürecek bizi
  19. 19
    www.youtube.com/...
    şiire olan yakınlık mesabesince kendisine...
  20. 20
    bu sözlükte şiirden en çok ciddi ve piç anlıyor o yüzden sana gelsin bu güzel şiir.
    youtu.be/...
    • Çok teşekkür ederim balım^^
      youtu.be/...
      Bu da benden olsun...
      -ciddi
  21. 21
    yunowimnogood

    Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
    Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
    Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum
    Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
    Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
    Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.

    (bkz: cahit sıtkı tarancı)
  22. 22
    Nickini her görüşümde aklıma aşağıdaki şiir düşen naylon'a.

    Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
    Her şey naylondandı o kadar
    Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı.
    Ama geyikli geceyi bulmadan önce
    Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk

    Geyikli geceyi hep bilmelisiniz
    Yeşil ve yabani uzak ormanlarda
    Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan
    Hepimizi vakitten kurtaracak
    Bir yandan, toprağı sürdük
    Bir yandan kaybolduk
    Gladyatörlerden ve dişlilerden
    Ve büyük şehirlerden
    Gizleyerek yahut döğüşerek
    Geyikli geceyi kurtardık

    Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
    Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
    Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
    Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
    Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
    Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
    Bilir bilmez geyikli gece yüzünden

    Geyikli gecenin arkası ağaç
    Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü
    Çatal boynuzlarında soğuk ayışığı

    İster istemez aşkları hatırlatır
    Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş
    Şimdi de var biliyorum
    Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz
    Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli

    Hiçbir şey umurumda değil diyorum
    Aşktan ve umuttan başka
    Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
    Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.

    Biliyorum gemiler götüremez
    Neonlar ve teoriler ışıtamaz yanını yöresini
    Örneğin Manastırda oturur içerdik iki kişi
    Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek
    Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı
    Koltukaltlarımız gitgide tatlı gelirdi
    Geyikli gecenin karanlığında

    Aldatıldığımız önemli değildi yoksa
    Herkesin unuttuğunu biz hatırlamasak
    Gümüş semaverleri ve eski şeyleri
    Salt yadsımak için sevmiyorduk
    Kötüydük de ondan mı diyeceksiniz
    Ne iyiydik ne kötüydük
    Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa
    Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı

    Ama ne varsa geyikli gecede idi
    Bir bilseniz avuçlarımız terlerdi heyecandan
    Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda
    Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında
    Büyük otellerin önünde garipsiyorduk
    Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte
    Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız
    Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk
    Yahut bir adam bıçaklasak
    Yahut sokaklara tükürsek
    Ama en iyisi çeker giderdik
    Gider geyikli gecede uyurduk

    Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede
    İmdat ateşleri gibi ürkek telaşlı
    Sultan hançerIeri gibi ayışığında
    Bir yanında üstüste üstüste kayalar
    Öbür yanında ben

    Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım
    Eskimiş şeylerle avunamıyoruz
    Domino taşları ve soğuk ikindiler
    Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık
    Gölgemiz tortop ayakucumuzda
    Sevinsek de sonunu biliyoruz
    Borçları kefilleri ve bonoları unutuyorum
    İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada
    Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum
    Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum
    İyice kurulamıyorum saçlarını
    Bir bardak şarabı kendim için içiyorum

    Halbuki geyikli gece ormanda
    Keskin mavi ve hışırtılı
    Geyikli geceye geçiyorum

    Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum.
    • çok duygusal bir anımda duygusal bir yerimden yakaladın dostum, çok teşekkür ederim.
    • turgut uyar'ı da çok severim.
  23. 23
    öyle herhangi bir yazara;

    beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
    daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
    büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
    geceleyin dövdüler dişlerimi tükürdüm

    emirgan'la aramız çok eskiden beri yok
    niye ölmedim diye bana bozuluyor
    ötekiler şurda burda azar azar gördüğüm
    çakıdan bozma itler sustalı birileri
    fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
    bir vakit omuzlarım tutmadı dişlerimi tükürdüm

    boşyerlerime vurdular yumrukları duruyor
    gecenin bir saatinde gizlice kustum
    bir böcek yürüyordu boynumdan içeri
    burnum mu kanıyordu ağlıyor muydum
    büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
    ayıran eden çıkmadı susadım su veren yok
    kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
    çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı
    omzum bir vakit tutmadı dişlemi tükürdüm

    fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
    daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
    hiç kimse o halimde görsün istemiyordum
    eczane aramak filan aklımdan geçmedi
    sıcak bir şeyler içmek otelde motelde
    kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
    dağıtılmış suratımı avuçlarına saklamayı
    ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de
    bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm

    beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
    daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
    büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
    senin için dövdüler dişlerimi tükürdüm

    atilla ilhan

    ps: fakat çok fena dövdüler
  24. 24
    abisininkamili'ne.

    beni unutsun herkes
    dinsin şehrin gürültüsü
    odam kalsın öyle ıssız
    bu gece çekilip kendi içime
    ağlayacağım sessiz sedasız

    Nahit ulvi akgün - sebep
    • çooook teşekkür ederiimm :) burda ilk defa biri bana şiir armağan ediyor çooook mutlu oldum :)
    • Umarım iyileşirim gripken hayat çok zor :)
  25. 25
    artık kime denk gelirse *

    ''Ben deniz kenarındaki odamda,
    Pencereye hiç bakmadan
    Dışardan gecen kayıkların
    Karpuz yüklü olduğunu bilirim.

    Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
    Aynasını odamın tavanında
    Dolaştırıp beni kızdırmaktan
    Hoşlanır.

    Yosun kokusu
    Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
    Sahilde yasayan çocuklara
    Hiçbir şey hatırlatmaz.''

    orhan veli - deniz