kayıt

roma

  1. 17
    efsaneye göre, roma topraklarında ilk yerleşik hayat troialı kahraman aeneas'la başlamış, şehir ise romulus tarafından m.ö 21 nisan 753 tarihinde kurulmuştur. m.ö 7. yüzyılda roma, tıpkı çevresindeki latium ve güneydeki campania bölgeleri gibi, etrüsklerin hakimiyeti altındaydı. fakat 510'da romalılar kral mağrur tarquinius'u şehirden sürdüler ve dört yıl sonra da latium'un artık özgür olan diğer şehirleriyle birlikte latin birliğini kurdular. birliğin en güçlü üyesi olan roma, m.ö 396'da etrüsklere karşı önemli bir zafer kazanarak topraklarını daha da genişletti. ancak altı yol sonra şehir ve civarı kısa bir süreliğine gallialı istilacılar tarafından işgal edildi. gallilıların kuzeye geri dönmesinin ardından, roma komşularına kıyasla daha çabuk toparlandı. hem latinlere hem de etrüsklere boyun eğdirerek gücünü pekiştirdi. m.ö 348'de kartaca ile yaptığı antlaşma sayesinde, sonraki altmış beş yıl boyunca bir kartaca saldırısından korkmaksızın italya yarımadasını fethetti. m.ö 283'te roma, güney italya'daki lucanialılara karşı thurioi ve diğer yunan kolonileriyle ittifak kurunca, yakındaki taras şehri korkuya kapılarak eperioslu pyrrhos'tan yardım istedi. roma'nın ve tüm akdeniz dünyasının kaderini değiştiren savaş bundan sonra yaşandı.
  2. 18
    3 yıl önce bulunduğum müze gibi şehir.
    enteresan bir havası var.
  3. 19
    Bugün izlediğim, uzun ve renksiz (ya da çok az renkli), Oscar adayı olan ve adından çokça söz ettiren film. İzlemeyenlere bunları söyleyeyim de hazırlıklı olun. Bundan sonrası zaten spoilerlı yorum.

    -- spoiler için tıkla --


    Öncelikle film oldukça (belki de olağanüstü) durağanlıkta geçiyor. Kimi anlamsız sahneler uzun uzun aktarılmış, günlük yaşam çoğu detayıyla verilmiş ve böylece ana karakterimizin yaşadığı tek düze hayat hem bu aktarılanlarla hem de az renkli görüntüsüyle izleyiciye hissettirilmiş. Bazen biraz fazla hissedebiliyorsunuz orası ayrı. Yani resmen ana karakter gibi sıkıldım bazı yerlerde. Ne bileyim, bi 15 dakika falan atılsa filmden çok şeker olacakmış gibime geliyor.

    Bu sıradanlık, monotonluk hissini geçirme anlamında başarılı ancak bazen inandırıcılığını da sorguladım filmin. Kadının gittiği her yerde bir olay oluyor. Bir yere Gitmediği zaman da ölümüne sıradan bir yaşam. Hastaneye gidiyor deprem oluyor, yılbaşını kutlamaya başka yere gidiyor yangın çıkıyor, mobilya almaya gidiyor iç savaşın ortasında kalıp doğum yapıyor, tatile gidiyor çocuklar boğuluyor o kurtarıyor... Belayı çekiyor kadın resmen. Ne bileyim onca monotonluğun arasında gittiği neredeyse her yerde böyle olağanüstü olaylar yaşaması pek inandırıcı gelmedi bana. Ki film aşırı gerçekçilik üzerine kurulu. Yani bizi alıp kadının yaşamının ortasına koyuyor.

    Burada statü farkı da gözlenebiliyor. Her ne kadar ev sahipleri ana karakterimizi sahiplenip, içselleştirip hatta aileden biri gibi görüyorsa da hizmetçi olduğunu her zaman belli ediyorlar. Bunu kimse de yadırgamıyor. İşin kötüsü ana karakterimiz de yadırgamıyor, oldukça kabullenmiş bu durumu ki bi gariplik bile sezmiyor. Çocuklara kadar sirayet etmiş bu, çok sevip yakın arkadaşları olarak görseler bile iş yaptırmaktan çekinmiyorlar. Bu durum aktif şekilde verilmemiş filmde, yani gözüne sokulmuyor insanın. Dikkat ederseniz fark ediyorsunuz sadece, olduğu gibi aktarılmış yani sadece, herhangi bir aracı etkisinden (yönetmen) söz edemiyoruz.

    Eleştirim cinsellik üzerine. Daha önce de birçok filmi bu yönüyle eleştirdim ama sayın yönetmenler artık yeter yahu. Kadının neredeyse işediği sıçtığı sahneleri koyacaksınız filme yaşamı değiştirmeden olabildiğince doğal haliyle aktarmak için, ama kadın için önem arz eden adamla sevişmesini bir Türk dizi yönetmeni ustalığıyla kesiyorsunuz (Ki bence tv'deki Türk dizileri bile daha fazla gösteriyor). Hayır burda bir çelişki görmüyor musunuz gerçekten? Nedir bu cinselliğe gösterilmesi gereksiz, hayatta bir yeri olmayan, öylesine bir yaşantı gözüyle bakmanız? Kadının uyuduğu süre bile fazlaydı yahu. Gerçekten hoşlanmıyorum bu iki yüzlülükten, e ne anladım ben bu aşırı gerçeklikten, kadının hayatına olduğu gibi tanık olmamdan. Bir anda uçuyor tüm gerçeklik hissi. Bari sevişmenin ilk 10-15 saniyesini göster de bu eleştirinin önüne geç, diğer sahneleri kestiği gibi bunu da kesmiş diyelim. Bıktım vallahi. Önünde saygıyla eğiliyorum çok sayın gaspar noe. Love filmine çoğu kişi porno diyor, hem de hiç azımsanmayacak kadar büyük bir kesim. Ne diyeyim ki onlara, devam etsinler kadının sıçmasını bile izleyip sevişmesini izlemedikleri halde gerçek bir yaşamı izliyormuş gibi hissetmeye. Neyse ki gasperciğim izleyici tepkilerini pek umursamıyor. Umarım.

    Sonuçta genel olarak başarılı bir filmdi. Oscar'ı alır mı? Tabi ki almaz. Amerikalılar bu filme Oscar verirse altında yatan sebebi bulmak için tekrar izlerim filmi yani. Cannes'ı alabilirdi bak, ama Oscar olmaz. Çok başarılı aşırı güzel bir film falan değildi bana kalırsa. Günlük, monoton ve sıradan bir hayat iyi aktarılmış. Teknikler başarılı. Renksizlik de bu sıradanlık hissini perçinlemiş. Mesaj vermeme kaygısını beğendim yönetmenin, bazen bazı filmlerde yönetmenin sonda çıkıp nutuk çekmesinden korkuyorum, o derece bariz oluyorlar. Galiba bu kadar.


    -- spoiler --


    Medulla'nın bu filme puanı: 7/10