kayıt

sözlükçülerin ölüme en yakın oldukları an

  1. 15
    siz okurlar üzülmeyeceğinize söz verirseniz size bir hikayem var.

    bundan bir sene önce ben hiç bir şeyden habersiz mutlu mutlu yaşıyorken tam da bu mutluluğa sinsice gölge düşürecek biçimde bir tavsiye aldım cilt doktorumdan:

    "kan değerlerin düşük gibi, istersen bir hematoloğa görün."

    merak edenler için söyleyeyim, o dönem ilaç kullanıyordum ve kan değerlerime düzenli baktırmam gerekiyordu. nitekim büyük resme bakınca baya faydalı olduğunu görebiliyorum.

    en başta he diyip geçtim ama sonra aradan zaman geçti. profesörlük makamına yükselmiş bir doktorun benim sağlığımı benden daha iyi bileceğini düşündüğümden özel bi üniversitenin özel bi hastanesinde başka bir profesöre kan değerlerimi danışmaya gittim. kendisi bana bolca soru sordu, hayat tarzımla da ilgili. bir kaç ay boyunca düzenli bir şekilde kan değerlerimi takip etti. bu muayenelerin birinde bende trombositopeni olduğunu dolayısıyla kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücrelerin testlerde az çıktığını ama aslında daha fazla olduğunu söyledi. sonraki aşama için benden kemik iliği isteyeceğini söyledi. kemik iliği aspirasyonu için gittiğimde ise "yav bn şaka yapmştm eheheh" gibi bi tepkiyle karşılaştım. bundan sonra da işi bıraktı zaten. bıraktı derken, başka bir hastaneye geçmiş ama bana söyleme gereği duymamış diyelim.

    neyse neftalili dedim, sen iyisin bişeyin yok, bak doktor da dedi, az çıkan değerlerinin bir sebebi varmış. 1ay boyunca kendimi oyalamaya devam ettim. ama işin başından beri geçmeyen şikayetlerimden biri olan diş eti kanaması geçmedi. bu da bana her sabah ve akşam "bugün de doktora gitmedin aferim sana salak" mesajını veren sinir bozucu bir arkadaş gibi bana kendime göstermem gereken özeni hatırlatıyordu.

    şans eseri önemli devlet hastanelerin birinde poliklinikte bir hematoloğa görünme şansım oldu. nasıl şans olduğu çok uzun, denk gelir de başlığı açılırsa orda yazarım.

    orda yapılan uzun tetkikler sonucu bende ciddi ciddi bişeylerin bozuk olduğunu söylediler bana. bunu bana doktor söylerken ekran kayıyordu. sanki ordaydım, orada en az 5 insan (başka doktor ve hastalar) daha vardı ama sanki yalnızdım ve başka hiç ses yoktu.

    ben yine tatmin olmadım. daha doğrusu konduramadım kendime. 25 yaşındayım la ben dedim. nası olur böyle saçmalık, bi yerde hata olmalı dedim. inkar ettim. bu inkarlarıma katılacak bir başka doktor buldum. kendisi bulunduğum şehrin hematologları arasında rockstar sayılabilecek bi insandı çünkü birbirinden habersiz 5 farklı kişi de onu önermişti. evet bu doktor inkarlarıma katılıp "sende bişey yok ya abartıyolar" diyebilirdi.

    nitekim demedi.

    o gün Ankara çok yağmurluydu. Şaka yapmıyorum gerçekten film karesi gibiydi hocanın benimle konuştuğu dakikalar. fonda gök gürültüsü arkada hocanın klasik müzikleri.. "şaka mı la bu kim çekiyo bu sahneyi çıkın hadi çıkın yemedim" diyip kendi kendime güldüğümü hatırlıyorum. hoca "manyak la bu" diyerek bakmıştı bana.

    hepimizin yavaş yavaş öldüğünü ama benim ölmeye herhangi bi insandan daha yakın olduğumu o an hissetmiştim sanırım.
  2. 16
    saat 03.36'da yattığım yerin çok çok yakınına düşen havan mermisi sanırım ölüme en yakın olduğum andı. Adam çok çok azıcık yükseliş verseydi şu an bunu yazamıyor olurdum. :)
  3. 17
    Bir yerde protestocular ve polislerin arasında kalıp gaza boğulmak. Korkmuştum. 16 yaşındaydım