kayıt

bağımsız neşriyat

  1. 1
    sözlükte çeşitli yazıların biriktiği bir nevi multi-disipliner külliyattır.

    ilk yazı:

    Sahanlık arayışı

    Koyu renkli düşüncelerinin ardında yatan parlak, aydınlık ve pek bir ışıltılı kavramların olduğunu düşünüyorlar.

    Halbuki olay öyle değil...

    Üstünü branda metaforuyla örtmeye çalıştıkları kuyu karanlığı hisleriyle hayatınıza giriyor ve gizleniyorlar. Asla olmadıkları ve olamayacakları gelecekteki tezahürlerine hayaller düzüyorlar. Keza sizi de dahil etmeye ve bu kendinden bozuk düzenlerine müdahil oluyormuşsunuz gibi davranıyorlar. Değişimden yana görünüp; her seferinde ceplerine yeni saçmalıklar, havadan ahmaklıklar ve sahte şirinlikler dolduruyorlar.

    Olur olmaz etkileniyorsunuz,

    Çünkü elinizde değil, çünkü müsebbibi siz değil içtepileriniz. Yalın, naif ve saf yanınızın devreye girmesinden kaynaklı. Ki bu tarafınız aksi halinize göre daha kontrolsüz harekete geçen bir mekanizma.

    Sonradan,

    Yavaş yavaş anlamaya başlıyorsunuz gözünüzün neden bu kertede körleştiğini. Hayal kurarken içine pul biber atmak istemezsiniz ki.. Hülyalarınızın eş-başrolü yerine yerleştirecek birini bulduğunuzu düşünündüğünüz takdirde istemsizce konumlandırıyor ve her taraf gül bahçesiymiş gibi davranıyorsunuz, batan dikenlerin sebebi de o bahçe, sizce...

    Ardından,

    Peyda oluyor içinde bulunduğunuz realite, düşünmeye başlıyorsunuz, sorguluyor ve cevaplar arıyorsunuz. Kendi kendinize verdiğiniz cevapların ötesinde çevrenin de vereceği cevaplar var pek tabii. Sen kendi hikayenin en önemli karakterini paylaşırken, başka hikayenin sahibi aynı şekilde düşünüyor mu? Figüran bile değilsin. Kapıcıdan hallice kenar köşe bireyi oradaki görevin.

    Yani diyeceğin şu ki;

    Boşverin.
  2. 2
    boşluğa ılıman ikazlar

    İkili ilişkilerde yanlış tahlil, hatalı kritik büyük yer kaplıyor. Dikkate almıyorum kisvesi altında saygısızlık yapmayı hayatına yedirmiş bireyler çevreliyor dört bir yanımızı. Kendisiyle defaatle çelişen kişilerin hayallerine atfen, kasti anti-eylem yapma çabaları genellikle hüsranla sonuçlanan bir süreçten ibaret. Sevgi sözcüklerini diline pelesenk edip aksi davranışlarda bulunanların ivedilikle davranışlarını gözden geçirme ve doğru analiz etme eğilminde bulunmaları ise ilişkiler açısından hayati önem arz ediyor.

    Bazı kavramların tam oturması önemlidir;

    İkili ilişkilerin performe edildiği yer satranç tahtasıdır lakin kesinlikle mahkeme salonu değildir. İnsan, öznelere suç atmayla puan kazanılmadığını öğrenemedikçe olgunlaşamayacak bir düşünceler bütünüdür. Aynı hastalıklı düşünce sahibi bireyler eğer ki yaşamlarında önemli bir yeri kapsayan kişileri -yanlış yaptıklarının farkında olmaksızın- görünüşte-gerçekle mukayese edildiğinde daha ehemmiyetsiz yerlere koymuşlarsa ve uyarılmalarına rağmen bu yanlışlarına devam ediyorlar ise, belli bir noktadan sonra, hududu geçtikleri takdirde onlara ekstra ılıman ikazlardan ziyade daimi sessizlikler eşlik edecektir. Ortada urgan varsa dahi onu yakan tarafın kim olduğu konusunda en ufak fikirleri bile olmayacak noktadadırlar.

    Bu hayatta, incindiğiniz düşünceleri kafanızda gark ederken fütursuzca yaralamayı caiz gördüğünüz bedenin bunun karşısında daima tepkisiz kalamayacağını bilerek değer yargılarınızı oturtmanız gerekiyor. Yoksa yenilen tokatlar da anlamsız, meşgulde ruh bekletmeyi uygun gören, içine zehir zerk edilmiş düşünceleriniz de manasız.
  3. 3
    rögar kapağı kadar önem verilmeyen değerler

    günümüzde hepimizin zaman zaman dillendirdiği, revaçta olan kalıp sözler var.

    iyilik-doğruluk unutuldu.
    ihsana aç kaldık.
    yalanlar almış başını gidiyor.
    modern yaşam insanları birbirinden uzaklaştırdı.
    namus, iffet kavramları yerlerde sürünüyor.

    vesaire, vesaire…

    söyleyeceğim şu ki dostlarım; içinde bulunduğumuz çağın şartlarını yakalıyorum ayağına kendimizi kandırmayalım. fezaya baktığımızda bize parıldayan milyarlarca yıldızın ufak bir kısmı kadar dahi parıltı göremiyoruz insanların gözlerinde. görmüyoruz diyoruz lakin göstermiyoruz da. kapalı kapılar ardında neler olup bittiğini çoğumuz merak ediyor fakat o kapıların mahremiyet çizgisini tenzih ettiğimizde neden kapandığını sorgulayan yok. dilimize pelesenk ettiğimiz doğruluk kavramını sözlük anlamının dışında hayatımıza hem somut hem soyut bağlamda yedirebildiğimiz vakit muvaffak oluyoruz. kendi alanımız dışına çıkmaya çalıştığımızda senelerdir çevremizde süregelen emperyalist politikalar misali derhal saldırıya geçiyoruz. dostluktan nasibimizi almamış, düşmanlıktan geciken silleyi armağan olarak kabul ediyoruz. ortada sarih olan bir şey var ki: “benim özgül ağırlığım var” tavırlarını “senin de bir özgül ağırlığın var” noktasına getirmediğimiz vakit ortada ne geliştirecek bir ilişki olacak ne de duygu yöneltilecek bir beden.

    binaenaleyh, yollarda güvenemediğimiz bir rögar kapağına basmaya imtina ettiğimiz gibi karşımızdaki bireylerin temel kişilik alanlarına da dokunmamak konusunda bu derece dikkatli olmamız elzemdir.

    sağlıcakla kalın.
  4. 4
    yanlışlarla ortaklaşa atılan salvolar

    Bazı zamanlar “umrumda değil” moduna girdiği vakit insanda peyda olan göreceli kötü durumlar belirir. Bu durumlara “semeri çoktan vurdum, hızımı aldım duramıyorum” esintileri hakimdir. Bildiğimiz çevre, toplulukları muhteva eden alan da diyebiliriz, bizim zaman zaman hatta çoğu zaman çeşitli eylemler yapmamızı engeller, ket vurur lakin geçerli olmadığı anlar vardır ve bu, o “çoğu zaman"ın dışındaki "neredeyse her zaman"dır. İnsan denilen varlık kendini muhtelif şeylere inandırmaya meyyal bir oluşumdur. "Ne olacak ki” kafasında dolaşır ve bu düşünce onun zihninin dolaylarında çapraz salvolar atar, ta ki bu tahrik oyunu bir dansa dönüşene kadar. Kendinizi doğruyu öylersem durum daha kötüye gidecek derken buluyorsunuz, ardından bir zincirleme kolpa daha sallayacak kadar arsızlaşıyor ve sonunda tamamen yalan kutusu bir canlıya dönüşüyorsunuz. Artık zevk vermeye başlıyor, doğrunun kısa vadede kaybettirip uzun vadede kazandıracaklarından ziyade yalanın anlık geciktirecekleri sizi çekiyor. Kısmi gerçek dünyanızda, beyninizin oynadığı oyunların kralı/kraliçesi hissediyorsunuz kendinizi. Tek perdelik hayat oyununda başrol olarak gördüğünüz siz, zaman zaman rolden düşüyorsunuz ama geri almak için bazı noktaları çarpıtmak sizin için çok da büyük bir ehemmiyet arz etmiyor. Kapattığınız algılarınızı kendi benliğinize açmaya korktuğunuzda zaten alışkanlık halini almış oluyor.

    Kaybettiğiniz duruşunuza bakıp gidişini kapının deliğinden izliyorsunuz. Zaman size iyi davranmayacak, çok iyi biliyorsunuz lakin göte çoktan koymuşsunuz birilerinin rahvan eylemesini dört gözle bekliyorsunuz. Yanlılarla attığınız ortaklaşa salvonun öznesi de eylemi de olmuş, nedamete susamış, kahrolmuşsunuz.
  5. 5
    tarumar olmuş aklınla

    Döndük yine aynı noktaya.

    İhsan etmenin eksik olduğu,
    Temrine vakit ayırmadan,
    Planı tam çözülememiş bir yapıyla, parçalara ayrılmış.

    Tepki olarak durduğun,
    Varlığını sembolize ettiğin ama anlaşılmadığını anladığında,

    Zamanın çoktan geçmiş.

    Yorgunsun, Bitapsın, Tarumar olmuş ve dağılmışsın.
    Çıkış yolu arayışında cevabın;
    Hoş değil ama maziye dönerim.
    Sen katısın, sahne farklı, oyuncular aynı.

    Kitaplara sarılıp panzehir arayışına gireceksin yine,
    Derman olmayacaklar çünkü o çölde ve sen bedevi değilsin.
    Farklı nefesler yanından gelip geçerken,
    Hava kabarcıklarıyla salvolar atacaksın.
    En usturlu tavırlar,
    Kızgın, içten, basit ve yıkıcı.

    Zaman yine yavaş akacak kulağın o sesi arıyorken.
    Otobüsü kerteriz almış bedenin daima o durakta bekleyecek.
    Sen fiziksel olarak acı hissederken ruhun kayıtsız kalacak,
    Dönüşünü görmek için, sessiz, soluksuz ve karamsar.
    Görüşünü perçeminin kapattığını düşünmüştün,
    Perdeyi açmak isterken simbiyot muamelesi gördün..
    Bitiminde ise alaycı gülüşlerin kurbanı,
    Hissizim hezeyanlarının hasbelkader üçüncü şahsı…
  6. 6
    takribi anlatılar

    Arafta kalan hayallerin,
    Mantıken hatalı düşüncelerin
    ve
    Dışarıya kapalı satıhların ile bir bilinmeyensin.

    Arkanda bıraktığın onlarca iz,
    Sayamadığım geri dönüşlerin
    ve
    Yersiz dengesizliğin yüzünden kapılar sana daima kapalı.

    Ruhunun kadim derinliğine şapka çıkarıyorum.
    Ben en büyük mütevazılığımı takınmış reveransımı sergilerken senin hezeyanların peyda oluyor, yine.
    Çirkinlik yüzde değil, düşüncelerde.
    Yalanlar da her zaman beyaz değil.
    Güneşli havada şemsiyenle geziyorsun, ön yargını temsilen.
    Atıfta bulunduğun karalara bağlaç olmak istemiyorsun.
    Ama şimdi geliyor,
    Tümcelerin yavan, ağzında kesif tükenmişlik kokusu.
  7. 7
    ekseriyete taşlama

    Olmadığı zamanlar da var. Bunları belki de öyle yazılmış s*ktir edelim deyip geçmeli. Mukadderat, mukadderat gibisinden bir kocakarı lafı etmek bile çözebilir, kim bilir. Fiiliyatımız üzerinde bizatihi etkimiz taş çatlasın ne kadar ki? Hariçten gazel okuyup duruyoruz karşımızdaki ruhsuz biblolara mamafih bunun bizi rahatlattığı da oluyor, sonuçta boşalttık artık duygularımızı, sözde.. Gayet muntazam bir biçimde, dönem dönem stres, yalnızlık, depresyon, duygusal hezeyanlar hangimizi vurmuyor diye sorsak ve ortada da iki şık olsa cevaplar %100 e %0 olacak.

    Düzensiz hayatlarımızı belli bir düzene sokmak için debelendiğimiz enerjiyi başka yerlere yöneltsek neler olurdu, onu da bilemiyoruz çünkü ya koyuyoruz göte rahvan gidiyor ya da düzen ütopyamız uğruna yıpranıp gidiyoruz, başkalarını yıpratıp gidiyoruz. Ortası yok çünkü belli normatif temellere oturtursak vergi alacaklar ya bizden. Sağ, sol, ön, arka, sağ çapraz, sol iki çapraz ötesi, ya da satranç tahtasının üstünde çevremizdeki tüm ekürilerimize de salça olmak gibi bir adetimiz var insanlar alemi olarak. Sürekli bir intisab peşindeyiz ya da “onlar” olsun istiyoruz. Çünkü “onlar” yapay egomuzun gölgesi altında daima karanlıkta kalacaklar düşüncesi var. Evrende yayılan en parlak ışık bizim o kalkık götümüzden çıkıyor gibi geliyor.

    Bir de “ama bu seferki durum değişik, bu seferki müstesna” taifesi var ki içi sizi, dışı bizi yakar. Yakındıkları, hayıflandıkları şey; aynı sahne üzerinde, farklı kişilerle oynadıkları, ihtimalleri çok fazla olmasına rağmen kısıtlı konjonktürden dolayı sonuçları üç aşağı beş yukarı belli olan kurgusu yanlış olaylar bütünü. Gereksiz tiplemelerin kol gezdiği, kendi özerk hava sahanızda yaptığınız yanlış hamlelerden mütevellit başka bireyleri, şahısları, zatları, nevi şahsına münhasırları, garipleri gurebaları suçlayamazsınız. Hayıflanmak yerine iki ayağınızın üstünde dengede durmayı öğrenip ondan sonra rotanız çerçevesinde durumunuza bakmalısınız.

  8. 8
    perdeyi kaldırmak

    Karşısındakine her ses etmediğinde, her sustuğunda, her kuşku ve endişe uyandıracak gizler bıraktığında bazı zat’ları soğutmayı göze aldığını bilmeli insan. Önemsendiğini öğrendiği vakit har vurup harman savurmamalı kredisini. Avantajlı durumda olduğunu düşündükleri vakit başlıyor zaten kendini savaşta yitik görenlerin imtiyazlı duruma geçtiklerini düşünme sanrıları. İkili, üçlü, çoklu ilişkilerde sisli duvarlar, flu tanımlar yerini nedamete bırakmadan önce aradan perdeyi kaldırmak gerektiğinin ayırdında olduğumuz vakit birimiz mümtaz; diğerimiz, diğerlerimiz mesut ve selim. Daima bir tehdidin, ön koşulu perde çekip maval okuduğumuz takdirde yıpranıyoruz, yıpratıyoruz. Kendi nezdimizde, nihayete erdirilmiş fikirlerimiz var, pek tabii. Dayatmaya çalışıyor, değiştirilemez diyor, üstüne oynanmamalı diye etiketliyor ve reklamını yapıp, sofraya koyuyoruz. Düşünüldüğünde tat vermemeye başlıyor, endişeler almış başını yüzü fezaya dönük koşuyor ama biz değişmemeye yeminliyiz. “Ben böyleyim”e endekslenmiş hastalıklı silüetler, metanetten yoksun bedenleriz.
  9. 9
    toplu göndermeler

    Mesafeleri muhafaza etmek zordur, bir kez yakınlaşmanın tadına varıldığında. Bazen de keza zorunluluktur, uygun ortam koşullu çaresizlik zamanlarında. Masaya öncüller vurulduğunda ne yapacağını şaşırır insan, zaman zaman. Bunca koşut arasında uysal kalmayı başarmaktır aslında zor olan. Fasılalar her seferinde gönülde tadilat yapmaya vesile olmuyorlar; kimi zamanlar tahribatı da beraberinde getiriyor bu ‘ara’lar. Verilen onca taviz, gösterilen gırla toleransın eksi hanesine yazıldığını öğrendiğinde bitap düşer insan. Her soruya doğru-yanlışı meçhul bir cevap yapıştırmak, her sorgulama döngüsü sonunda bir tirat atmak olmamalı bireyler karşısında su üstüne çıkmak. Doğru değildi ve hiçbir zaman da olmadı onun adının geçtiği her yerde, sende iz bırakan kötü anıları referans alarak saldırmak.
  10. 10
    noktalı virgül

    Çevrende yüzlerce, binlerce insan taifeleri var ama sen tek başınasın. Hayatında her yer siyah ve beyazın tonları ile sarılıp sarmalanmışken bir farklılık gözüne çarpıyor. Renkli, sıcak ve sana candan… Mimiklerinde buluyorsun kaybettiğin neşeni. Tasfiye etmek istiyorsun onun etrafındaki fazlalıkları, görmezden gelmek istiyorsun. Ayıklamak istiyorsun hepsini aradan, zeval etmeseler bari diye iç geçiriyorsun gün ışığının en taze hallerini. Kafanda düşünceler, yolunu kaybetmiş mefhumlar, esamesine oturtamadığın yığınla söz var. İki güne biaman oldun gereksiz, yabancı zihinlerde, umrunda değil. Sen kaybetmemiştin ki kazanasın “diğerlerini”; o ise kar-zarar hesabında kendi masasında. Açmış veresiye defterini, önünde paylaştığı duygular, anılar ve diğerlerinin yekünü duruyor. Kendisi güven muhasebesinde, öncesiyle muharebede. Birbirlerine yelken açtıklarının farkında değil ki, limanı hala kapalı. Çetin dalgaların geleceği aşikar lakin omuz çıkacağına girdaba itiyor hala “o” diye nitelediğini. Yazılmış hadisatı bırakıp yenisine başlamayı, keza mürekkep biterse tırnakla kazımayı da bilmeli.
  11. 11
    Sahnede

    Oturdu yine soğuk seyirci koltuğuna,
    Elinde sönmeye hallenen sigarası,
    Aklında, önceki oyunun açığa çıkardığı yaraları
    Ve tazmin etmeye çalıştığı hataları.
    Kusursuz bir teori, izzeti mesafelere bağlı
    Sahnede sıradaki gösterim; anıları
  12. 12
    peyda olmuş gölgeler

    Yine daimi bir kovalamacanın tam ortasında uyandı. Saat 12.30’u gösteriyor. Birbirlerine eşit mesafede durmuşlar, sırtları birbirine yakın; çehreleriyse uzaklar. Kendi durumuyla bağdaşlaştırmaya çalıştığı aşikar. En ufak bir ilinti bile onu derin düşüncelere sevk etmeye yetecek gibi. Yüzünde, içindeki çatışmaların getirdiği o muteber belirsizlik var. Hepimizin deneyimlediği, veçhiyeden yola çıkarak kısa bir saygı duruşunda beklediği o kısa zaman dilimi. Sadece ufak bir an için nezdimizde şah oldukları, olduğumuz durumlar.

    Gözleri parıldadı, hayat için durma; onun için tahlil zamanı.

    Onlar klasik bir çift olmak istememişti. İlişkilerinin normatif ilerlemesini istemiyorlardı, olmayanın peşindeydiler. Yaptıkları ve yapacakları şeyler yüzünden birbirlerine karşı pervaları da yoktu, hesap sormalar onlara göre içi boş, fasondu. Hızlı yaşayıp, erken tüketen türdendi onlar. Vaatler kabzımallıktı, sorumluluk kabul etmiyorlardı. Yaşamı amaç değil, araç olarak kullanabilmeyi isteyen kısıtlı bir güruhtandılar. Daima, daimi kalma düşüncesi içinde gittikleri şu yolda zamanın ötesine geçmek onların elinde değildi. İşte bu onları zoraki sıradanlaştıran etkenlerden biriydi. Olabilecek X, Y, Z, vesaire vesaire bütün durumları zaten hasbihallerinde yüzlerce dile getirdiler. Bunlar bir şeyi çözmezdi ki, fiiliyata dökmeden tepki beklemek çölde yağmur, boşlukta rüzgar arama misali, kumardı. Evla görülenin ufak düzenlemelerle akışına bırakmak olduğu fikri başat geliyordu. Akışını yönlendirebilleri bir duygu nehrinde sallarına atlayarak istedikleri mahale gidebileceklerini anlamışlardı. Duygular köreltilmeden aktarılmalıydı. O kısa ama yoğunlaşmış geçmiş omuzlarında ek bir yüktü, birisi farkında diğeri bununla savaştaydı. Telafi için tolere bir yöntemdi lakin içten pazarlıklı beklenti bunu eritirdi. Değişmiyoruz, yaşıyoruz dedikleri zaman karşılıklıydı simaları. Paslanmış yalandan, hasetten ordularını tarumar ettikleri vakit aydınlıktı çevreleri ama görünüşte bilakis gözlerini kapayınca peyda olmuştu gölgeleri.
  13. 13
    aynı okyanus, üç farklı canlı türü

    Sayısız kişi aynı ovada; kimimiz yan yana kimimiz zıt yönde ve azımsanmayacak bir popülasyon da tek başına at koşturuyor. Hayallerimiz, ideallerimiz, bazı özgün, bazı bağıl fikirlerimiz, yüzümüz, yüzlerimiz, doğru, yanlış, gerçeklerimiz, gelmişimiz geçmişimiz, atimiz ve bir de karanlık yanımız var.

    Yan yana dolaşanlardan bir kısmı birbirlerini sürekli ittirdikleri için bu durumdalar, mutsuzlar ama belli etmekten korkuyorlar. Motivasyon mekanizmaları kendilerine eş olarak belledikleri kişinin mutluluğu üzerine endeksli, nevi şahıslarına münhasır en ufak bir mutluluğu dahi çok görüyorlar çünkü onlar diğer kişiye göre yaşıyor. Karşısındaki mutlu olmadığı sürece mutlu olmaması gerektiğini düşünüyor, kafasına böyle işlemiş, böyle gelmiş ve gidiyor. Daima “hayalleri” var, bir hayal üzerinde ikisi de ortak payede buluşuyor. Hayatları umutlanmaya çalışmakla geçip gidiyor. Belirledikleri eşe martaval okuyup duruyorlar. Verdikleri sözlerin gerçek olup olmaması önemli değil çünkü anı kurtarma derdindeler. Uzun sürmeyeceğini ikisi de biliyor lakin ellerindeki kovayla o değirmeni daha ne kadar döndürebileceklerini kestiremedikleri için mevsimi geçip umut derelerinin debisi düşene kadar bekliyorlar. Bu mantıken hastalıklı bir durum ama gerçekte yargılaması kimseye düşmüyor çünkü onlar sözde hür kararlar alabilen bireyler ve seçim hakları var.
  14. 14
    dermanına yalpalanma uğraşı

    Rüzgara karşı yürüyor yine, aritmik adımlarla
    Yaş yerine kıvılcımlar çıkıyor bu iki kömür karasından
    Bırakın girsin.
    Tanıdık-tanımadık herkese bir temennası var, haliyle biraz yapmacık
    Karşılık beklediği aşikar bu mağfirete susamış bedenin,
    Biraz daha sabredin.
    Anlatırken değersiz meramını ahaliye,
    Bölün en ateşli yerinde ve söyleyin;
    Dermanı bizde değil.
    Bu vakarlı bakışlar ardında ona uzanacak bir el göremedim..
  15. 15
    biteviye kapanan gözleri

    …Unutulmaya yüz tutmuş bir marina gibiydi artık. Başkalarının nezdinde çoktan mürur-u zaman olmuştu. Başından geçen olayları kronolojik sırayla anlamlandırmaya çalışıyordu amansızca, yapamadı. Kendi eksiklikleri konusunda had safhada muhterizdi, bu barizdi lakin konu başkalarına gelince bu çekingenliğinden eser kalmazdı. Aniden suratına keskince vuran bir rüzgarın ardından üşüdüğünü fark etti. Düşüncelere dalınca unutmuştu dış dünyayı, kış soğuğunu, yolda yürüyen insanımsıları. Paltosunun kolunu biraz daha aşağıya çekmeye yeltenmişti ki kol saatinin ebedi düşmanları akrep ve yelkovanın birbirini son telefon görüşmesinden bu yana 1 saat kadar daha kovaladığını gördü ve içindeki loş umut ışığı topyekün söndü.

    -Bayım?
    -En son kapatıyorum dediğinizden bu yana bir saat geçti, yeni bir yalan daha atmak için yorulmayın, inanmayacağım.
    -Dışarıya çıkıp kepenklerin nasıl indiğini görmek ister misiniz?

    Ağır ağır kapanan kepenkler. Gözleri gibi, sadece çok seslisi. Doğru dedi, dükkanın gün sonu sanki yorulmuş gibi yavaşça kapanan gözleri yani kepenleri. Genelde böyle şeyleri ikrar etmezdi ama özlediğini fark etti. Belki de alışkanlıktır dedi, insan bir şeyi 40 kez tekrarlarsa alışkanlık haline getirirmiş. Ben ise 4 sene boyunca yüzlerce sefer izlemişimdir bir nevi uyumadan önce kurduğu son kapanış cümlesini…
  16. 16
    Kuvvetli Bir Bâde Beklerken

    Ölmek için fazlasıyla sevimli bir gün,
    Yarınlar uzak, atiler hep mi soluk..
    Bugün dahi öyle mi?
    Soğuk bakışlar ardında gözetleniyorsun
    Öten yok gibi çaresiz beriye geleceksin,
    Topal zihniyetinle.
    Sen ki aksaksın ya aklından istemlice,
    Ben ki daima sağırım seni yerenlere,
    Siz ki bir oldunuz ya sözde kırık kalbinle,
    Biz ki bekledik mantığım ile biçare ve yekpare,
    Peki ya sana göre?
    Mütemadiyen acıması olmayan, daimi cabiriz
    Doğrularının peşinden koşan ama had safhada hazanlika.
    Sen hiçbir zaman bakmadın gözlere,
    Görmedin ki yanan ateşi,
    Sadece nefret için yanmıyordu oysa ki,
    Yarı harf sayısı kadar lakin pahası biçilemez bir şey için de,
    Tutuştu, yandı, kül oldu ve
    Sessizce onu savuracak rüzgarını bekliyor.
  17. 17
    hamaseti bırakıp su birikintisinde çırpınmak

    Yaşadığı muhtelif olaylardan sonra başka seçeneği kalmadığını düşünüp kendisine aslında hiç uymayan şahıslarla iletişim kuranlar da yok değil. Suni mutluluklar peşinde, anı kurtarma hevesiyle ve önceden şahsi değerlerine karşı vakurken; sonraları aymazlıkta yüksek lisans yapan tipte insanlara evriliyor bu kişiler. Onlara hiç uymayan büsbütün yabancı bir ortamın içinde sessizce ağlıyor, seslice gülüyorlar. Dışarıdan baksanız nice hallerine inat zat-ı mesruriyetleri tavan yapmış gibi görünmeye çalışıyorlar ama içlerinde gün be gün çoraklaşan verimli duygu alanları var, tükenmekte olan. Evet, belki denize düştün ya da küçük bir su birikintisine ve gözüne gerçekler kaçmasın diye açmıyorsun lakin yılan dediğin her türlü sulak arazide yaşar. Gözlerini açmak için dervahını hissetsen gerisi gelecek zaten biraz bahadır olmalı insan. Labirentin ortalarına doğru karmaşıklaşır hayat en azından başındayken dikişi tuttur.
  18. 18
    eski bir hayale su vermek

    Olanları temelli unutmanın mümkün olmadığı durumlarda eski krallığın üzerine yeni başlangıçlar yapmak hadsiyyata dahil midir? Taraflar sineye çekmeye dünden razı ise maziye takılmak boş yola set çekmeye eşittir lakin yaşanmışlıkları da yok saymak pek tabii zor. Durum analizini iyi yapmak lazım. İçi boş cümlelerle kandırılmaya alışmak en büyük aptallıklardan; dolusunu elinin tersiyle itmeye de andavallık denmiyor değil. “Daima oradaydı ama daimi orada kalmayacak.” tümcesini dikkate almak gerekir. Gözler her açılıp kapandığında karşısında aynı silüet beliriyorsa büyüsü kaçıp silikleşmeye başlamadan önce anı yakalamak elzem, korkup geçmesini beklemek zaiddir. Tüm gerçekliğiyle önünde duran ve dokunmanı sabırla bekleyen bir hayal, kurgu realitelerden daha çekici geliyorsa durma, doğru yoldasın ama hızlı ol çünkü son virajdasın.
  19. 19
    rutin bir gün, cevapsız sorular

    Bakıyorum da gün her zamanki rutinliğiyle ağarmaya başlamış, onu kendi haline bırakalım. Benim bahsetmek istediklerim daha soyut, görülmesi daha zor ve görüldüğünde de muhtemelen içinize umut değil de benbin duygular zerk edecek şeyler. Sorular diyorum hani her yerde olan ama ekseriyetle cevaplanmayan şeyler, başımızın belası. Cevapsız kalan sorularınızdan sonra sual etmeyi temelli bırakıp sadece cevap arar oldunuz mu hiç? Yanlış şeyi, yanlış yerde, yanlış kişilere sormanın da ötesinde artık sormadan cevap arar olmak zor durum vesselam. Bazılarından da sadece bir yanıt bekliyorsunuz lakin arkadaşlar soruya cabet etmeyi geçtim, davete icabet dahi etmiyor.. Neyse, arayış içinde olanlarımız var pek tabii lakin bu zatları çevreye baktığımızda maatteessüf pek göremiyoruz. Görünmemelerinin sebebinin korkudan ziyade onları tutan, onları engelleyen ve pasif kalmalarını sağlayan bir duygu olduğu konusunda kanaat getirmek yanlış olmaz. Çünkü bakıyorsun, görüyorsun bir şeyler yanlış gidiyor, boka sarıyor, tünelin ucu lağım çukuruna çıkıyor ve fakat kalbinden, beyninden, bedeninden gelen sinyaller “dur” yönünde.
  20. 20
    dünden hazır sana limanlar

    Kabul etmişti hatasını; ama cümlesini bitirdikten sonra…
    Doğru diye de ekledi, bir de haklısın geldi üstüne buna müteakiben.
    Lakin sonradan söylediklerinin alayı beyhude, olan çoktan tarihin izbe sayfalarında yerini almıştı;
    Cümleye başlarken başka biriydi, bitirdikten sonra başka biri…
    Gözlerindeki yaşlar artık suni yılan derisi, timsah mahsulü.
    Yol almalı erkenden, yeni limanlar yelken açmanı bekler..
    Muhteris olabilirsin ama olmuş bir kere çek seti kalbine, yıkmamak üzere.
    Ayrıca kapısız yap ki girişi de olmasın.
    Sendeki de aymazlık, az daha ketum olsaydın şimdi nedametler ile işin olmazdı.
    Her neyse rüzgar esiyor, aç yelkeni erkenden, yemek ağırlık yapıp mayıştırmasın…
  21. 21
    müphem, flu dakikalar

    Bak dün uzaklaşıyor,
    Önceki gün ufuk çizgisinde kaybolmuş bile,
    Yarın yüzünü göstermeye başlamış lakin,
    Zamanın geçmesini istemiyorsun.
    “Sükun”un etlerine işlediği vakit tam da şu an,
    Masalın sonuna gelmişten hallice, hafiften sak bir uykusuzluk
    Dakikalar ilerledikçe akrebe de yelkovana da lanet okuyorsun,
    Ne olurdu ki bir kere barışıp-sarılsalar diye düşündün,
    Olmayacak, biliyorsun, o da gitti çoktan anladın artık,
    Az önce methiyeler düzdüğün düne lanet okurken, yarına yarenlik etmek için yanaşıyorsun.
  22. 22
    faraziye güvenmek "genelde" aptallıktır

    “Belki” ihtimalinin ardına sığınarak bir şeyleri dile getirmek, gerçekleştirmek tarihi değiştiren olayların neredeyse tamamına vesile olsa dahi; daha gündelik yani daha genel, daha sosyal bir olay karşısında pek de faydalı olmuyor. Gel gelelim ki şu an buraya yazmamın sebebi de o “belki” ihtimali, sakladığı gizemin verdiği o sonsuz çekicilik cazibesine cazibe katıyor, ne yazık ki..

    Bu arada fon müziği: “Birsen Tezer - Şarkıcının Şarkısı”

    Anlık ve keza uzun dönem duygularımı şeffaflık başlığı altında karşı tarafa takır takır dile getirmekte üstüme yoktur ve bu özelliğimle genellikle övünürüm lakin takribi beş ay önce söylediğim ve ilk defa birini kırdığıma üzüldüğümden mütevellit burada bir-iki klavye tuşu tıkırdatıyorum. Düzenli takip eden 50-60 arkadaşın dışında sen de okuyorsun biliyorum vatandaş.

    Bu arada fon müziği: “Büyük Ev Ablukada - Olanla Olunmaz”

    Fazla uzatmayacağım, anın gazıyla söylenen sözlere; uzun vadede değerlenecek şeylerle kıyaslandığında pek de önem vermemek lazım. 100 doğrunun yanında iki üç eğriye rastlayınca bunayıp hayatında radikal kararlar almaya çalışmak da saçmalığın daniskası. Mutluluğu göklerde aramak Vecihi Hürkuş’un zamanında deneyip görece başarısız olduğu bir şeydi, kafayı dik tutmaya çalışırken havaya bakıp haybeden hayaller kurmaya çalışmak da gereksiz. Beklentiyle kalkıyorsan hüsranla karşılaşmaya da doğal olarak hazır olman gerekiyor. Programda olmayan şeylerin aksaklık kisvesi altında hayatına girmesi de seni yıldırıyorsa sürekli kaybetmeyecek de ne edeceksin… Koy göte rahvan gitsin moduna gir demiyorum ve fakat en azından göte koymanı da temenni ediyorum.
  23. 23
    ortaya karışık

    “Cehenneme sıfır arazi almış, arafta fırsat kovalıyorsun.”

    İnsanlık, kendi türünün ticaretinden tutun ruhunu satanlara kadar geniş yelpazede çirkinlikler gördü. Şimdi ne yapıyor; hepsine ek olarak bir de düşünce, akıl, zihin ticareti. Fikir teatisine benzer bir biçimde değil hem de bayağı bayağı beyninin ve kalbinin parsellenmiş arazilerini satarak. Umarım dükkanınız batar..

    ————

    “Çaldıkları her saatimiz için bir de komisyon alıyorlar, bizi görmezden gelmeyerek.”

    “Düşünmek” diyordum bir arkadaşıma, sence pahalı bir şey mi? Bedava olan şey pahalı olur mu diyerek düz mantıkla yaklaşmıştı, fakirlik iliklerine kadar işlemiş. Bir şeyin değerini para ile sınırlandırmak kadar küçük düşürücü bir şey olabilir mi? Şu bozuk düzende düşünce yollarına set çekerek salmışlar kendilerini çayıra kendilerini lakin mevlaları yok ki kayırsın.
  24. 24
    tek şeritli asma köprü

    Hayat,sorgulayan için zor, çetrefilli bir yol. Sonu bir türlü görünmeyen lakin geçilmesizoraki bir akabe. Sonlarına doğru gelinen yolculukta deneyimlerinden bahsedençok az, ekseriyetle yaşanmak istenilen anlatılıyor. Tecrübeler istinat alınarak yeni bir köprü kurmak dimağa en yakın olanı; en yatkını ise duyguların baz alındığı bir düşünce sistemi. Yaşama renk katan da bu heyhat, elemlere sebep olan da.

    Ya değerler? Bizi biz yapan, oturaklı olmamızı sağlayan, hayata duruşumuzu belirleyen ve fakat yeri geldiğinde de (aslında ironik ama yersiz) gözümüze set çeken, naçiz hale evrilen de değerlerimiz değil mi…

    Peki riyakarlığımıza ne demeli? Yağmur yağarken güneşi kapattığı için buna hüsnengiz diye atıfta bulunmamız; güneş çıktığında ise yakıyor diye serin yağmurları çağırmamız. Bu bir metafordu, benim lügatımda insan ilişkilerini tek cümlede özet geçmekti.

    “Bak bu bir asma köprü. Benbinlik yaparsan o kadar suyun, boşluğun ortasında seni tek şerite mahkum, yalnız bırakıyor; ona nikbin bakarsan önündeki engeli aşmanı sağlayor, ne garip. Bu arada, tecavüzden zevk almayın, hoş değil.”
  25. 25
    meczuplara aşık dünya

    Akıllı adama alerjisi var bu insanlığın, yalan mı?
    Kendini haline ağlayacağına; başkalarını suçlamıyor mu bireyler…
    Diğerlerinin mutluluğundan feyzalacağına bok atıp, lanetlemiyorlar mı kendi içlerinde?
    Peki, iyi olan herkesi melun, kendiniyse ışıklar saçan bir çiçek çocuk olarak görmek ne kadar doğru..
    Öznesi “ben” olan her cümlede kendini övmeye çalışmak kapatıyor mu acaba bireyin noksanlığını?
    Görmezden gelmek müsterih olmaya yetiyor mu tek başına,
    Yine sustun meczuplara aşık dünya..