kayıt

erkeği seven erkek

  1. 1

    yerde kusmuk içinde yatan adama eğildim: “ambulans çağırabilirim?” pek konuşkan değil. ne dediğimi anlamıyor. anlaşılmadığımda kendime gelirim. kendimi bilirim: bu yüzden bazen evden dışarı çıkmak istemem. kendi ruhumla/ varlığımla yorulmak istemem.

    yerden kalkmasına yardım ettim. kursa gitmeden önce oturduğum kafede elime tutuşturulan avuç dolusu peçeteyi çantamdan çıkarıp ona verdim; ağzını yüzünü silmeye çalışıyordu, aslında tek yaptığı havayı peçetelemek. peçeteleri aldım elinden.

    zor oldu: kaldırıma oturttum. yüzündeki ifadesizliği değiştirmesi için ne yapabileceğimi düşündüm. elli yaşlarında sağlıklı görünen, yakışıklı bir erkek gecenin bu saatinde kaldırım kenarında neden uzanıyor? neden bu kadar sarhoş? neden yalnız? besmele çekip yüzünü silmeye koyuldum.

    konuşacak hali yok. orada oturmasını söyleyip köşedeki tekelciden su ile soğuk kahve aldım. suyla yüzünü yıkadım, cildi yumuşaktı sokak lambasında yüzüne bakınca türk olmadığını anladım. bir ingiliz?

    soğuk kahveyi içince yine kustu. allah’tan fazladan peçete istediğimde garson arkamdaki güzel kadına bakıyormuş: peçetem çok: kağıtları severim. kağıtla temizlenmek de çirkin gelmez bana. ısrarla, yazarken defter/ kağıt kullanmam bundan. maddenin yazıyı kabul etmesi beni mutlu eder; kağıt yazıyı koşulsuz kabul eden bir rahim: okuyucunun ruhuna değişik görüntüler doğurmayı sever. hoşuma gider.

    doğru: tuvalet kağıtlarını itici bulurum, onların tıpkı papirüsler gibi “değirmi” ruloya sarılması beni üzer. niye? bir gün bir tuvalet kağıdı üreticisi ile karşılaşırsam onlara köşeli rulo fikrimden bahsedeceğim. yuvarlaklığı çok seviyorum. ama tuvaletlerde değil. konumuzla kesinlikle ilgisi var!

    kendinden geçen adamımız kendine gelirken ingilizce bir şarkı söylemeye başladı. ingilizce kursundan az önce çıkmış hevesli bir öğrenci olduğum için ona kulak verdim. adam tekerleklerden bahsediyordu, çamurdan… çamura saplanıp kalan bir araba gibi olduğunu söylüyordu. şarkıyı kendisi mi uydurmuştu? olabilir. duruma çok uygun.

    koluma girdi. gülmeye başladı. yürürken benimle birlikte dans etmeye çalıştı. dans edemem. hiç bilmem: gövdemin benim insanlığımı sağlayan yegane madde olması onunla ilgili tuhaf düşüncelere sevk ediyor beni: dans edemem, başkalarının önünde ibadet etmekten de on iki yıldır hoşlanmam. cuma namazlarında zorlanırım; kendimi herhangi bir cuma namazında beğendiğim nadirdir. ya körleşmem gerekir ya da cemaatin körlüğüne inanmam.

    ibadet ile dans: bu ikisi birbiriyle ilgili: gövdemin izlenmesi hoşuma gitmez: gövdemin, giyinikken bile (ortada onu izleyen gözler varsa eğer) çıplak olduğunu zannediyorum. modern psikoloji ile klinik psikiyatri mutlaka durumum için uygun tanımlar, teşhisler bulmuştur, umurumda değil: göründüğümde rahatsız oluyorum. rahatsız olmaktan rahatsız olmayışımın bir rahatsızlık belirtisi olduğunu söylemişti bir hekim. 2001’de. doğrudur belki de. memnunum bundan. allah ya da sen beni seyrederken ben nasıl ben olmayı başarabilirim? doğrudan bir yük yükler izleyici; izleyici, izlediğini belirler. izlenmek, izlenen her kimse onu değiştirir.

    görünen, hiçbir zaman ben değildim. hiçbir fotoğrafta ya da videoda görünen ben değilim. bunu biliyorum. kızımla uyurken beni görürseniz beni görmüş olursunuz. sevgilime sarılmış uyurken beni görmüşseniz beni görmüş olursunuz. sabah namazında yalnızsam beni görürsünüz. kendimi her yerde gösteremiyorum. hiçbir yerde görünemiyorum: hep bir görüntünün taşıyıcısıyım. bunu biliyorum.

    koluma giren sarhoş, dans etmeyen bedenimden kurtulup istiklal caddesi’nin ortasında üstündeki gömleği, ceketi çıkardı, üşümüyordu. dans ediyordu. alkışlayanlar oldu. adamı benim sevgilim zannedenler oldu. gelip boynuma sarıldı adamımız. yanağımdan öptü. samimiydi. sevimliydi. insandı. bir erkek değil; yaralı biriydi.

    adamımızın yarasını fark ettim. adam hüzünden dünyayı silmek üzereydi. onun uzandığı bir silgiydi bedenim: bana sarıldığında bunu hissettim. bir silgi olmak bana kendimi sevdirir: eğer yazdıklarım bir şeyleri silebiliyorsa mutlu olurum. okuyucunun hayatına, gerçekliğine temas ederim çünkü. onunla dans etmem için bedeniyle ısrar etti. gülümsedim. üstünü giydirdim. türkçeyi bildiğinden emin değildim. ona nasıl yardımcı olabileceğimi ingilizce sordum. gülümsedi.

    çantasından bir kitap çıkardı, adı önemli mi? önemli. onu bana verdi okumam için. biraz yürüdük. isa’ya kızgın olduğunu anladım. kendine kızgın bir katolik isa’ya da kızgınsa modern psikiyatri onun depresyonda olduğunu söyler.

    adamın sevgilisi ölmüş. bir erkek. onu anlattı bana. sonra kitabı okumamı buyurdu. bana ihtiyacı vardı. gidemezdim. oturup berbat aksanımla elime tutuşturduğu kitabı okudum. ağladı. bana sarıldı. durmadan öptü beni. onun için dua etmemi istedi. kalktık. ingilizcemin pek de fena olmadığını, adamın ingilizcesini zorlanmadan anladığımı görünce sevindim. taksiye bindirdim onu. ama şoföre güvenemedim. tavuk gibi yolabilir adamı. adam deyip duruyorum; adı eric. “erik” kelimesini doğrudan çağrıştırdığı için sevdim adını. çantasındaki cüzdan para dolu. aklı yerinde değil; acısı bedenini ele geçirmiş. oteli sultanahmet meydanında, taksim meydanı'ndan oraya gidene kadar…

    onu oteline götürdüm. odasına çıkardım. kalmamı istedi. geciktiğimi söyledim. yanlış gramerli kötü aksanım onu güldürdü. uzandı yatağına. üstünü örttüm. odasının kapısını kapattım.

    eve dönerken aklımda ölmüş sevgilisi için ağlayan bir erkeğin masum fotoğrafı var. üzülüyorum. tüm dünyada kendini yalnız hissediyor bu adam. kendimi tüm insanların uzağında hissettiğim anlarda neyi düşünürüm?

    uyuyamadım.

    8 kasım 2011