kayıt

geceye bir şiir bırak

  1. 1


    ''alper’den 700 lira borç aldım bugün
    israil devleti gömülsün diye karanlıklara!
    çünkü eğer borcu varsa bir mazlumun
    başka bir mazluma
    bir mazluma
    mazlum…
    sevgilim
    tam buraya uygun bir ayet bulamıyorum.
    oysa ne çok ayet vardı 90’larda…
    baktığımız her yerde ayrı bir allah
    gördüğümüz her peygamber yeni bir mağara.
    insan olmak bizatihi sansasyoneldir.
    diline döktüğüm dilleri hatırlasana…

    alper bana 700 lira borç verdi bugün
    israil kaç mermi yapabilir bu parayla?
    tarık ali’nin muhammed ikbal için söyledikleri doğru mu?
    frengiden öldü diyor lahor pavyonlarında.
    işte 90’larda böyle şeyler düşündük biz sevgilim
    düşündük şiir yazınca temizlenir ülkemiz.
    şimdi ikbal cennette, tarık ali ingiliz
    merminin de biliyorsun, bini bir para
    ve diyelim ki humeyni’yi de seviyorum jack daniel’ı da
    diyelim ki ev kirasından muaftır bütün şehir
    diyelim ki zalimler de centilmen olabilirler…
    bana duyduğun sevgiyi azımsasana!
    lira bana alper borç bugün verdi 700.
    hemen iki paket malbora, biraz mızrak, biraz kuz.
    bilhassa ecnebi reyonundan seçtim bunları sevgilim
    fosforun pişirdiği çocuklarda bulunsun tuzumuz.
    ah evet biliyorum demode lakırdılar bunlar
    demode irrasyonalizm, antikapitalizm demode.
    dünya kocaman bir köy, en iyi sigara malbora
    araplar arkadan vururlar, meşru bir ülke israil.
    eğer bir gemi dolusu hayvan
    haksız yere böğürüyorsa
    ölen her zaman suçludur ne yapabilir ki katil?
    biliyorsun zalimin dediği olur ortadoğu’da
    dur küfretme. zalimler de allah’a dahil!

    söylemiş miydim alper’in bana borç verdiğini?
    mızrak aldım, çok arabesk, fazla anakronik.
    kuz desen; alnım açık, dolaşmam kuytularda.
    belki de lirayı kapar kapmaz 700
    yüzümü dönmeliydim olduğu gibi batıya.
    bir bakmışım karşıdan tarık ali geliyor
    hey bayım; şu var ya; şu koca london bridge…
    90’larda espriler hep böyleydi sevgilim
    çok açık göstermeci, nobran, edepsiz ve kitsch!
    90’larda zalimler biraz racon bilirdi.
    karıları çocukları köpekleri olurdu.
    yalnız kalan bir zalim allah’ı düşünürdü
    dur gevşeme. zulüm, allah’tan hariç!
    ah o gemide ben de olsaydım eğer
    mızrağı sallardım aştot’a kadar
    belki gider çirkin bir faşiste değer
    belki de bir masumun tam kafasına.
    ama savaş böyleymiş bazen siviller
    ölebilirlermiş devlet uğruna
    90’lar bitti artık onlar var ve hey
    siz devlete inanan bütün reziller
    cehennemde karşıma çıktığınızda
    öyle bir yumruk patlatacağım ki tam burnunuza
    hayatınız gazze şeridi gibi geçerken gözünüzden
    anlayacaksınız allah ne demek
    ahlak ne demek
    ve rüya…
    bu sözlerimi cennet ehline aynen ilet sevgilim:
    devletin bekasının da allah belasını versin
    malbora'nın da"

    (bkz: ah o gemide ben de olsaydım)

    t; anket başlığı.
  2. 2

    Sanırdım gündüzdü onlarla gecem
    İçimde ümitti dost bildiklerim.
    Ne zaman yıkılıp yere düştüysem
    Bırakıp da gitti dost bildiklerim.

    Hepsi varken baharımda, yazımda;
    Kışın bir burukluk kaldı ağzımda,
    Seneler senesi oysa gözümde
    Cihana eşitti dost bildiklerim.

    Nerede o sözlere kandığım günler?
    Her gülen yüzü dost sandığım günler;
    Acıdan kahrolup yandığım günler
    Ta canıma yetti dost bildiklerim.

    Meydana çıkalı asıl çehreler
    Aydınlanmaz oldu artık geceler
    Yalanlar tükendi, indi maskeler
    Birer birer bitti dost bildiklerim.

    Korkar oldum bana "dostum" diyenden
    Yoksa yok olandan,varsa yiyenden
    Ne onlardan eser kaldı ne benden
    Beni benden etti dost bildiklerim.

    -evladının ölümüne sebep olan şair
  3. 3
    Bir kere sevdaya tutulmaya gör;
    Ateşlerde yandığının resmidir.
    Aşık dediğin, Mecnun misali kör;
    Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

    Dünya bir yana, o hayal bir yana;
    Bir meşaledir pervaneyim ona.
    Altında bir ömür döne dolana
    Ağladığım yer penceresi midir?

    Bir köşeye mahzun çekilen için,
    Yemekten içmekten kesilen için,
    Sensiz uykuyu haram bilen için,
    Ayrılık ölümün diğer ismidir.

    -danteyi özümsemiş şair
  4. 4
    Bir şiir yazmıştı şaire hanım.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.
    Kimi yorum yaptı dedi ‘’Ah canım’’
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Otuzunda bir şuh vardı resminde.
    ‘’Aşk Perisi’’ yazıyordu isminde.
    Mecal bırakmadı erkek kısmında.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Esasında hatun buruş buruştu.
    Boyu desen en fazla üç karıştı.
    Abazalar onun için yarıştı.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Üç yüz elli kişi girdi sıraya.
    Elli kişi kaynak yaptı araya.
    Hepsi dedi ‘’Gel sen benim saraya.’’
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Kimi dedi : ‘’Vallahi çok güzelsin.’’
    Kimi dedi :’’Özelden de özelsin.’’
    Kimi dedi:’’Motor, hem de dizelsin.’’
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Kimisinin arka taraf cırlarken,
    Protezler çenelerden fırlarken,
    Kimisi de zırım zırım zırlarken,
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Kimi davet etti hemen Roma’ya.
    Kimi Divriği’ye kimi Soma’ya.
    Cümle alem girmiş idi komaya.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Ağlıyorken memlekette analar.
    Azmış idi öküzcükler, danalar.
    Göklere yükseldi meth-ü senalar.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Üç yüz elli kişi resmen dağıldı.
    Yorumların hepsi çağıl çağıldı.
    Dünya yansa tiklerinde değildi.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    Daha vardı nice böyle mankafa
    Beyinleri kaldırmışlardı rafa
    Agresif’im nokta koyalım lafa.
    Üç yüz elli kişi bunu beğendi.

    -yazarın ismini göremedim "agresif"li bi'şey olsa gerek...
  5. 5
    Bu aşk
    Öylesine şiddetli
    Öylesine kırılgan
    Öylesine hassas
    Öylesine ümitsiz
    Bu aşk
    Gün gibi güzel
    Ve zaman gibi kötü
    zamanda kötü olunca
    Bu aşk öylesine gerçek
    Bu aşk öylesine güzel
    Öylesine mutlu
    Öylesine neşeli
    Ve öylesine alaylı
    Karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
    Ve öylesine kendinden emin
    Gecenin ortasında sakin bir adam gibi
    Başkalarını korkutan bu aşk
    Dillerini çözen
    Benizlerini solduran
    izlenen, gözetlenen bu aşk
    Çünkü biz onu gözetliyorduk
    Terk edilmiş, yaralanmış, çiğnenmiş, tükenmiş, inkâr edilmiş, unutulmuş
    Çünkü biz onu terk ettik, yaraladık, çiğnedik, tükettik, inkâr ettik, unuttuk
    bu bütün aşk
    öylesine yaşayan
    Ve güneş gibi parlayan
    Seninki
    Benimki
    Hep var olan
    Her zaman yenilenen
    Ve değişmeyen
    Bir bitki kadar gerçek
    Bir kuş kadar ürkek
    Yaz kadar canlı, yaz kadar sıcak
    Her ikimiz
    Gidebilir ve geri dönebiliriz
    Unutabiliriz
    Ve sonra tekrar uykuya dalabiliriz
    Yeniden uyanabiliriz, acı çekebiliriz, ihtiyarlayabiliriz
    Sonra tekrar dalabiliriz uykuya
    Ölümü düşleyebiliriz
    Tekrar uyanabiliriz gülümsemeyle ve gülebiliriz
    Ve gençleşebiliriz
    Aksimiz burda kalıyor
    Dişi bir merkep gibi inatçı
    Arzu gibi canlı
    Bellek gibi zalim
    Pişmanlık gibi aptal
    Hatıralar gibi şefkatli
    Mermer gibi soğuk
    Gün gibi güzel
    Bir çocuk gibi kırılgan
    Gülümseyerek bakıyor bize
    Ve bizimle hiçbir şey söylemeden konuşuyor
    Ve ben onu ürpererek dinliyorum
    Ve haykırıyorum
    Senin için haykırıyorum
    Kendim için haykırıyorum
    Sana yalvarıyorum
    Senin için benim için ve tüm sevenler için
    Ve birbirini sevmiş olanlar için
    Evet, ona haykırıyorum
    Senin için benim için
    Ve tanımadığım tüm diğerleri için
    Orada kal
    Olduğun yerde
    Eskiden olduğun yerde
    Orada kal
    Kımıldama
    Çekip gitme
    Biz birbirini sevenler
    Unuttuk seni
    Sen unutma bizi
    Bizim için, tek sen vardın yeryüzünde
    Buz tutmasına müsaade etme yüreklerimizin

    Ne kadar uzakta
    Ve nerede olursan ol
    Bize hayat işareti ver
    Kuytu bir köşesinde ormanın
    Hatıralar ormanında
    Aniden çık ortaya
    Uzat elini bize
    Ve kurtar bizi

    -prévert
  6. 6
    Açlık pek büyüktü, ürün yetişmedi
    Küçük nehirlerde “el yıkamak” için su yoktu,
    Sular yükselmedi,
    Tarlalar sulanmadı,
    “Sulama” hendekleri hiç kazılmadı.
    Bütün tarlalarda ürün olmadı,
    Yalnız yaban otları büyüdü.
    Dağılanı topladı, topladı o,
    Kur’un dağıttığını
    Yöneltti, Dicle’ye akıttı.
    Yüksek sular tarlalara yayıldı,
    Bak şimdi, yeryüzünde her şey,
    Ninurta’ ya, memleketin kralına sevinç yağdırıyor,
    Tarlalar bol tahıl yetiştirdi,
    Bahçeler ve bağlar meyveler verdi,
    (Mahsul) Ambarlarda ve tepelerde yığıldı,
    Matemde olan bey kalmadı memlekette,
    Tanrıların ruhunu o mutlu etti....

    bir sümer tabletinden çevrilen şiirdir.
  7. 7
    Güdümlü Sualler

    Sorulan sorulara cevap vermedi, veremedi.
    Güdümlü suallerden hoşlanmazdı.
    Gözleri dolarken bile eli mendiline gitmiyor,
    Sağ cebi şu an ona haram, sağ eli kiralık.
    Yanında da güvenemediği dağlar var.
    Omuzları dik, zihni bulanık ve yüzü asık..
    Hadisat henüz sıcak, kendisi şimdi yalın, ayakları çıplak, aklı arafta kaldı.
  8. 8
    Kim o, deme boşuna...
    Benim, ben.
    Öyle bir ben ki kapina gelen;
    Baştan başa sen.

    -58 yaşında ölen ikinci kişiyi fazlaca özümseyen şair
    • Şair: Özdemir Asaf
      Şiir: 2=1
  9. 9
    "Seni kamçılardan çıkardım
    Tevbelerle başladı rahmet vuruşları
    İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun
    Sesimi işkencelerden alırdın
    Elimin altına dökerdin etlerini

    Hızlı varışlara bile hazırım daha
    Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri
    Bir geçmiş zaman kalkanı indi
    Çınar ağaçlarından sahil sularına

    Kalbim kalkıp indi gemilerden
    Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda
    Kapris kamburu çıkardı yıllar
    Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla

    Habire vuran rüzgâr
    Kabirlerde su yollarında
    Dehlizlerde
    İç çekmeler
    Sızlanmalar fısıltılar
    Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim
    Götürüp
    Kelimeleri başka bir semte attılar beni

    Üzgün melal içre ve âşık
    Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim
    Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha
    Üç parıltısında günün
    Devlerimi güreştirmek işim
    Üstüm başım heykel kırıkları"

    -Cahit Zarifoğlu.
  10. 10
    ...
    uzanmışsın soylu çıplaklığınla
    ama çıplak değilsin
    pembesin
    yeşilsin
    morsun
    kızılsın
    saçlarınla oynuyorsun durmadan
    sabah kesip kısa kısa
    akşam uzatıyorsun
    gözlerinle oynuyorsun durmadan
    gözyaşın değişmiyor
    gülüyorsun pencereden sokağa
    kuytuda ağlıyorsun
    bekliyorsun ağlayarak
    o mavi kuşu

    biliyorum
    biliyorsun dilini duvarların
    kapıların karanlığa kapanışını
    gece köpek seslerini
    yolcu uçaklarını
    filmin öbür yarını
    sonun ardını
    çiçekli balkonların gizli yanlızlığını
    aşkın kedi çığlığını ıslaklığını
    içkinin yasalara amansız düşmanlığını
    duyuyorsun
    biliyorum
    yaşıyorsun çırılçıplak
    ama işte ardındasın şu camın
    kozanın içindesin
    saçlarınla oynuyorsun durmadan
    gözlerini boyadıkça artıyor dalgınlığın
    bekliyorsun
    biliyorum
    bekliyorsun ağlayarak
    a mavi kuşu
    ...

    -Hasan Hüseyin Korkmazgil.
  11. 11
    Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
    Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
    Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
    Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
    Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
    Onun unutamadığın hayali,
    Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
    Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

    Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
    Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
    Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
    Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
    Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
    Duyarsın,
    Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

    Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
    Niçin yaratıldığını.
    Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
    Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
    Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
    Dolar gözlerin, için burkulur.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

    Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
    Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
    O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
    Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
    Uzanır, gökyüzüne ellerin.
    Ama çaresiz,
    Ama yorgun,
    Ama bitkin.
    Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
    Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
    Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

    Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
    Beklemeyi, ümit etmeyi.
    Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
    Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
    Lanet edersin yaşadığına...
    Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
    O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
    Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

    Ümit Yaşar OĞUZCAN
  12. 12
    Sevdiğim, kemençede titretiyorken yayı,
    Bülbül sustu, unuttu o eski ağlamayı.
    Öyle sandım ki gökte kızıllık sardı ayı,
    Sevdiğim, kemençede inletiyorken yayı...

    Ağaçların dalları saygılarla eğildi,
    İçimden çarpıntıyı, gözümden yaşı sildi,
    Böceklerin sesleri birdenbire kesildi,
    Sevdiğim, kemençede söyletiyorken yayı...
    Ayın on dördü gökte yavaşça yükselince,
    Bir bağlama başladı önceden ince ince ...

    Birdenbire gürleşip kemençeye karıştı,
    Biri coşkun bir öfke, biri bir yalvarıştı.
    Birini inletirken bir kadının elleri,
    Birinde bir erkeğin kırılmış emelleri...
    Sonra kemençe sustu... Yalnız kaldı bağlama,
    Çalkalanarak diyor ki: “Boşunadır, ağlama!
    Kemençen, bağlamam ve ... Gönüllerimiz kırıktır;
    Her tatlı sevişmenin sonu bir ayrılıktır...

    Gök onun kadar derin , o gök kadar berraktı,
    Biraz sonra nazik ay bizi yalnız bıraktı...
    Bu ayrılık çağının hicranını bir düşün,
    Beni hala yakıyor tadı en son öpüşün!?..

    Hazin hıçkırıkları bırakılmış bir kızın,
    Hatırlattı bütün o eski ayrılıkları.
    Söndürür neşesini gönlümüzdeki hızın,
    Bırakılmış bir kızın hazin hıçkırıkları...

    1932

    Hüseyin Nihal Atsız
  13. 13
    Eller Havaya Bir Sağa Bir Sola
    Çalkala Çalkala Bir Sağa Bir Sola
    Çalkala Çalkala
    Cadı Kazanına Fırlat
    Herşeyi Bir Bir Yak
    Asabi Hallere Gerek Yok Aa Aa

    Gece Yine Canlı Mı Canlı
    Uçuyor Herkes Heyecanlı
    Acele Etmiyor Kimse
    Çıkmak Yok Kapı Kapalı

    Bir O Yana Bir Bu Yana
    Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    İnadına İnadına İnadına Düşmez Yükselttin Bak Nabzımı
    Bir İleri İki Geri Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    Sularıma Sularıma Kor Gibi Düştün Yükselttin Bak Nabzımı
    Kimseyi Bilmez Huyunu Suyunu
    Dans Et Görelim Boyunu Posunu
    Dans Zaten Bir Aşk Oyunu ah
    Eller Havaya Bir Sağa Bir Sola
    Çalkala Çalkala Bir Sağa Bir Sola
    Çalkala Çalkala
    Cadı Kazanına Fırlat
    Herşeyi Bir Bir Yak
    Asabi Hallere Gerek Yok Aa Aaaa
    Gece Yine Canlı Mı Canlı
    Uçuyor Herkes Heyecanlı
    Acele Etmiyor Kimse
    Çıkmak Yok Kapı Kapalı
    Bir O Yana Bir Bu Yana
    Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    İnadına İnadına İnadına Düşmez Yükselttin Bak Nabzımı
    Bir İleri İki Geri Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    Sularıma Sularıma Kor Gibi Düştün Yükselttin Bak Nabzımı

    Kimseyi Bilmez Huyunu Suyunu
    Dans Et Görelim Boyunu Posunu
    Dans Zaten Bir Aşk Oyunu Aaaaahhhh
    Gece Yine Canlı Mı Canlı
    Uçuyor Herkes Heyecanlı
    Acele Etmiyor Kimse
    Çıkmak Yok Kapı Kapalı
    Bir O Yana Bir Bu Yana
    Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    İnadına İnadına İnadına Düşmez Yükselttin Bak Nabzımı
    Bir İleri İki Geri Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    Sularıma Sularıma Kor Gibi Düştün Yükselttin Bak Nabzımı
    Eller Havaya Bir Sağa Bir Sola
    Çalkala Çalkala Bir Sağa Bir Sola
    Gece Yine Canlı Mı Canlı
    Uçuyor Herkes Heyecanlı
    Acele Etmiyor Kimse
    Çıkmak Yok Kapı Kapalı

    Bir O Yana Bir Bu Yana
    Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    İnadına İnadına İnadına Düşmez Yükselttin Bak Nabzımı
    Bir İleri İki Geri Yürü Hadi Göster Bana O Eşsiz Dansını
    Sularıma Sularıma Kor Gibi Düştün Yükselttin Bak Nabzımı
    Eller Havaya Bir Sağa Bir Sola
    Çalkala Çalkala Bir Sağa Bir Sola

    Demet akalın
  14. 14
    Oradaydık hepimiz,müheyya bekliyorduk
    salaştı mukadderat, bozulmuş bir nişandı
    gebe rüzgar, ihanete uğramış deniz, kerrat cetveli
    dünyaya sokunmuştuk, dünya hamdı
    külsüzdü ocak, tellal çarşısız
    ağzımız noksandı.
    Rımbaud'nun haberi yoktu Menelik'ten
    Nijinski delirmişti
    Mahler'in beş yaşındaki kızı ölmemişti daha
    nehre Haşim annesiyle karanlık geceler
    bazı çıkardı
    zonklardı öpülmek için kavlamış dudaklarımız
    bekliyorduk; alnımızın çatında
    hepimizin bir çarpı.

    Kopmamış birer çığlık diyesilerdi bıze
    verilmemiş birer söz
    daha hiç çıkılmamış
    birer iskeleydi bedenlerimiz
    alnımız birer sayıltı
    azalarımız yerli yerine çakılmamıştı
    bir çift göz, bir yumruk yürek arasında
    darma dumandık
    küşümle kapanırdı yüzümüz
    çünkü kazınmıştı oraya yekten
    başkalarına ait bir çarpı.

    Yaşamak çarpısı derlerdi buna,yaşamak çarpıntısı.
    Ne acelemiz vardı? Kime kavuşacaktık?
    Yokuşu göze almak mı? Niçin?
    Bir geçit
    nereye açılmak için gerekti bize?
    Susmak bilmiyordu tepemizde ses,saklı ve açık:
    Tamamla çabuk! Çabuk bitir! Hadisene!
    Sese bühtan etmedi aramızdan hiçbiri
    değil mi ki hepimiz
    işaretli ve yarım
    dünyaya sarkık.

    ismet özel
  15. 15
    Ne doğan güne hükmüm geçer
    Ne halden anlayan bulunur
    Ah aklımdan ölümüm geçer
    Sonra bu kuş bu bahçe bu nur
    Ve gönül der ki tanrısına
    Pervam yok verdiğin elemden
    Her mihnet kabulüm
    Yeterli gün eksilmesin penceremden

    -dante yı özümsemiş şair
  16. 16
    ....................
    iki serseri var
    ikinci serseri yolumun üstünde duruyor ve bana soruyor
    proleter dediğimin ne biçim kuş olduğunu
    anlaşılan bağdadi şaklaban unutmuş
    adana mersin hattında o kuşu yolduğunu

    ................

    iki serseri var
    ikinci serseri,
    meydana dört topaç gibi saldığım dört eseri
    sanmış ki yazmışım kendileri için
    benim bir serseriye hitap eden ikinci yazım işte budur

    atlas yakalı sarhoş sofralarının sazı
    fransız sermayesinin hacı aymazı
    bu yazdığım yazı
    örse balyoz salanların şimşekli yağmurudur

    ............

    ezberden yazdım. doğrusunu isteyen google a bakabilir.
  17. 17
    Mısrı Kadim
    acaba ot gibi yerden mi bittim
    acaba denizlerde mi şaşırdım
    ve zamanı nasıl unutmaktayım

    zaman unutulunca mısri kadîm yaşanabiliyor
    kendimi unutunca seni yaşıyorum
    yaşamak
    bu ânı yaşamaktır

    ammon râ' hotep
    veya tafnit
    kim olduğumu bilmek istemiyorum
    yalnız etrafında nefes almalıyım

    dut bu â'ru ünnek pahper
    kama pet kama tâ
    mısır metinlerinde okuduğum cümleler
    seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi

    seninle bir bahçedeyiz geliyor bana
    orada hem var hem yok gibiyim
    daha doğrusu bütün bir bahçe oluyorum
    insanlığımdan çıkarak
    kama pet
    kama tâ

    (bkz: Asaf Halet Çelebi)
  18. 18
    Dışarıya yağmur
    Yüreğime hasret
    Fikrime sen
    Nasıl yağıyorsunuz üçünüz birden bir bilsen

    -güllü hanım'dan doğma şair

    Yağmur yağınca akla gelen dizelerdir.
  19. 19
    O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı
    Sahile vurdu kalbim su yandı, kum da yandı,
    Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum
    Ölüme baş kaldıran dertli uykum da yandı
    Yurdumdan mahrum edip dolaştırdın cem gibi
    Ruhumla söndü alev sonra ruhum da yandı
    Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut
    Bülbülün küllerine konan puhum da yandı
    Böylesi bir yangın görmedi Nemrut bile
    Kaktüsün gölgesinde nazlı ahım da yandı
    Ahımdır zannederdim en belalı kıvılcım
    Kirpiğine dokunan kanlı ahım da yandı
    Bir damla su ver bana ey çöl, bari sen küsme
    Kalmadı hiçbir şeyim bak günahım da yandı
    Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme
    Ülkem yıkıldı heyhat, ordugahım da yandı.
    Köleleri her akşam duman kıldı gözlerim
    Başıma taç ettiğim padişahım da yandı
    İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı
    Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı
    Ondan başka ne varsa yandı, yandık sen ve ben
    Onu göreyim diye kıblegahım da yandı

    Nurullah Genç
  20. 20
    Anna

    Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna.

    Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.

    Sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden.

    Piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde.
    Kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ardarda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında.

    İşte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.

    İnsaf et Anna!

    Gidelim buradan.

    Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.

    Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.

    Ölelim diyecektim az kalsın. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna.

    Sarılalım diyecektim az kalsın. İçimden böyle şeyler de geçiyor işte. Sarılalım, dudakların…

    Tamam sustum.

    Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
    Şiir kalsın istersen, sadece otursak.
    Oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut.
    Ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak.
    Yüzüme bak ama Anna, yüzüme bak.
    Gözlerime bak, gözlerimin içine bak.

    Gözlerim biraz karanlık.
    İçinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, Turgutlar, Edipler, Sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen baş ağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.

    Gözlerim biraz yorgun.
    İçinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…

    Bekleyişler Anna.
    Köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela.
    Nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.

    Hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var.
    Ama geçecek hepsi, geçecek.
    Şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek.

    Gözlerimin içine bakmaktan korkma Anna.

    Sen adımını attığın andan itibaren Hira dinginliğine dönüşecek ortalık.

    Tanrı bizimle de konuşur belki.

    Tarık TUFAN
  21. 21
    "biz şehir ahalisi, kara şemsiyeliler!
    kapçıklar! evraklılar! örtü severler!
    çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir
    bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

    nezaketten haklılardan yanayızdır hepimiz
    sevinmemiz çapkıncadır, ağlatır bizi küpeşteler
    yaşamak deriz -oh, dear- ne kadar tekdüze
    katliamlar ne kötü be birader

    güneş neredeysek orada bulur bizi
    ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser.
    falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
    sayılar bizi bulur, o ayıp işaretler

    saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
    hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
    evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
    verem olmak üretimi düşürür ibaresini çizer

    biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
    kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
    kimbilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'ruf
    kimbilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
    bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
    memeleri ve boynu itimat telkin eder."

    -ismet özel.
  22. 22
    Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,
    Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,
    Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.
    Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

    -Nâzım Hikmet
  23. 23
    Arıların uçuşuna
    Aynı çeşit çiçeklere konuşuna
    Karın halkalarının körük gibi
    İnişine çıkışına,
    Hortumu ile
    Bal özünü emişine bak!

    Arka bacaklardaki sepetçiklerin
    Çiçek tozları ile doluşuna,
    Yumak yumak oluşuna,
    Yükünü tutup
    Kovanına dönüşüne,
    Uçma deliğinden girişine çıkışına bak!
    Dış işlere başlayan yeni kuşak arıların
    Kovan yerini belleme uçuşuna,
    Helezonlar çizip oynaşırken
    Ruhu okşayan tatlı senfonisine bak!

    Hava sakin, gün güzel, gök bulutsuz,
    Hareketlerin olsun çok gürültüsüz,
    Hatta bedenin, giyimin temiz,
    Ağzın bile kokusuz,
    Geç kovanın ardına yada yanına
    Sakın durmayın ha önüne.

    Aşk evine gizli giren sevdalı gibi
    Aç kovanın kapağını, örtüsünü usul usul
    Duman ver arıya, hafifçe üfür,
    Çıkmasın körükten alev püfür püfür,
    Kazara sokarsa bir arı çıkar tırnağınla iğnesini, oraya tükür
    Ruha ferahlık verir edilebilir sessizce küfür
    Unutmaki;
    Şifadır iğnesi, etmelisin şükür

    Çıkar bir çerçeve, getir yüz hizasına
    Arkana al güneşi izle sağı solu
    “Kuş kafesten hoşlanmaz, arı ise nefesten”
    Pek derinden değil, çok yavaş yavaş solu
    Bak! Danslarıyla nektar kaynağını haber verişine
    Ana arının yumurta bırakışına.
    Kurtçukların süt içinde yüzer gibi duruşuna,
    Hücrelerin gıdım gıdım balla doluşuna
    Çiçeklerde heder olacak öz suların
    Çerçeve içinde, sıvanmış ballı petek olusuna
    Bir daha bak.
    Açtığın gibi sessiz sakin kapat
    İzlenimlerini not et, arada bir göz at

    -nizamettin kayral
  24. 24
    Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
    Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
    Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
    Günlere geldim, bunu bana öğretmediniz
    Hükümdarın, hükümdarlığı için halka yalvardığı
    Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
    Bunu bana söylemediniz
    İnsanlar, havada uçtu ama yerde öldüler
    Bunu bana öğretmediniz
    Kardeşim İbrahim bana mermer putları
    Nasıl devireceğimi öğretmişti
    Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
    Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
    nasıl sileceğimi öğretmediniz

    Bir kentten daha geçtim
    Buğdayları yakıyorlardı
    Yedikleri pirinçti
    Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı
    Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı
    Pirinçler gibi çoğalıyorlardı
    Atlarını, yalnız atlarını cana yakın buldum
    Öpüp çıkıp gittim yelelerini...

    sezai karakoç
  25. 25
    bu çok sağlam surlu şehirden de geçtim
    beni yalnız yarasalar tanıdı
    az kalsın bir bağ bekçisi beni yakalayacaktı
    adım hırsıza da çıkacaktı
    her evde kutsal kitaplar asılıydı
    okuyan kimseyi göremedim
    okusa da anlayanı görmedim
    kanunlarını kağıtlara yazmışlar
    benim anılarım gibi
    taşa kayaya su çizgisine
    gök kıyısına çiçek duvarına değil
    kedi yavrularından başka
    -o da gözleri açılmamış olanlardan başka-
    el uzatmaya değer
    soluk alır bir nesne bulamadım
    bir gün daha öldü
    ey batıdaki mağaralar
    beni afyonunuz bağlasaydı da
    uyusaydım
    bu katı bu sert kente gelmeseydim
    bir kaç eski ölünün kemiğini fosforladım
    ışıklarını arttırdım bin yıl sonraki çocuklar için
    yaşlı bir adamın şapkasını düşürdüm
    karpuz kopardım
    dağdan taş yuvarladım
    ırmakta yıkandım
    ölümsüz çamaşırlar giyindim
    çivi yazısıyla yazılmış bir taşa oturdum
    yanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçti
    çok eski bir şairin(ben miyim yoksa)
    taktım aklıma şöyle bir dörtlüğünü:
    “giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki
    seni bir bardakta kaynayan
    abıhayat sandım
    elim uzandığı yerde kaldı”

    şimdi ayı bekliyorum
    ay doğunca onu yerime gözcü bırakacağım

    sezai karakoç
    hızırla kırk saat 1