88
Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
Dünyadaki tüm parlak başarılardan
sensin yüreğime yakın olanı!
Yenilgi, yenilgim, baskaldırım
ve de benim kendimle tanışmam.
Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan
ve solmuş defneler peşinde koşmayan
biri olduğumun bilincindeyim;
ve sende, yalnızlığımı buldum
ve de herkesten uzak,
ve de gururlu olmayı.
Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
ve de kalkanım.
Gözlerinde okudum tahtı arayanın
kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
esasını anlayabilmemiz için
onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
bir meyvenin tadına varılabildiğini.
Yenilgi, yenilgim,
benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın.
Ve senden baska hiçkimse bana söz etmeyecek
kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından
ve de geceleri yanan dağlardan.
Ve sen, tek başına
ruhumun sarp ve kayalık
yollarından tırmanacaksın.
Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
içimizde ölmekte olanlara;
ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
güneşin karşısında;
ve de tehlikeli olacağız.
(bkz: halil cibran)
87
uyu! gözlerinde renksiz bir perde,
bir parça uzaklaş kederlerinden.
bir ruh gülümsüyor gibi derinden,
mehtabın ördüğü saatler nerde?
varsın bahçelerde rüzgar gezinsin,
yağmur ince ince toprağa sinsin,
bir başka alemden gelmiş gibisin,
dalmış gözlerinle pencerelerde.
86
karantina günlükleri
koltuğa gömülmüşüm
idrak bilmem
yeşil kapaklı getir damacaların olduğu evlerde
virüs nedir bilmem
banyomda activex
elimde protex
kalbimde sen
son kez göreyim seni
bu sefer son olsun
最后一刻
*cihat akbel
85
Şimdi açsam pencereyi beklesem
Sen gelsen
Olmaz ya hani geliversen
Hiç bir şey sormasan
Hiç bir şey söylemesen
Sussam
Sussan
Sussak.
Susuşların anlattığını dinlesek
Sırt sırta otursak
Katılasıya ağlasak
Sormasak birbirimize sebebini
Sarılsam
Sarılsan
Sarılsak.
Ve yine hiç bir şey konuşmasak
Ama anlasak
Ne vardı sahi
Olmaz ya
Hayal ya
Hani diyorum olsa ne vardı.
Cemal süreya
84
Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime
Diyorum ki işin acele
Bir gün ne el kalacak tutmak için
Ne yürümek için bacak
Ne bulutların seyri
Ne de bir hatıra dünyamızdan
Çünkü hatıralar kuşlar gibi
Dal ister konacak
Bir gün yaslanmak istesen pencereye
Diz çökmek istesen nafile
İş işten geçmiş olacak
Oktay Rıfat
83
ben şimdi biraz da
senin için görüyorum;
gökyüzünün parlak,
bakış seken mavisini.
ben şimdi biraz da
senin için duyuyorum;
gecenin o sarsak,
yokuş çıkan ezgisini.
ben şimdi kanayarak
senin için yaşıyorum;
sazan derisi gibi
günlerimi külle soyarak.
metin altıok
82
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil bu anılacak şey değil
apansız geliyor aklıma
-m. cevdet anday
81
kadercinin / kendine tapmadan önceki
son -ya da sona yakın- öfkesinin
bir dünya görüşünün yorumuna
başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir
açtık çok açtık çok çok açtık
ekmek istedik kadın istedik tanrı İstedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç ekmek görmedik
yemek için
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru /
sanki hiçbir şey de mi yemedik
bak biz helva yedik güneşe karşı
/ şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik
sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta
şart değildi biliyorum güneş yememiz
güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa
biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye
güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla
bak biz daha neler yedik
inanamıycaksınız ama hem valla hem billa
eylüllerden tutun da nisanlara kadar
göğün saralı günlerinde yağan yağmurlarda
ve de vıcık vıcık çamurlarda
ve de dizboyu karlarda
ve de en bi fena havalarda
/ biliyorum inanmıyacaksınız ama /
ayaz yedik soğuk yedik hem valla hem billa
yağmur yedik çamur yedik kar yedik
ve de eylüllerden nisanlara kadar
umut yedik umut yedik memetler gibi
hadi hadi söyletmeyin biz daha neler yedik
yüzüne tükürülmez adamlardan tekme yedik valla
çelme yedik tokat yedik alışkınız acımayın bize
o yüzüne tükürülmez adamlar var ya
onlar bile hep bizden yediler
yediler kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
yediler gücümüzü terlerimizi
güç deyip ter deyip önemsemeyin
bizim günboyu kullandığımız şeyler
ama biz yiyemedik oh deyip
kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
ve de gücümüzü terlerimizi
hadi hadi biz daha neler yedik
ot yedik et yedik
bok yedik/
açtık çok açtık çok açtık
kadın istedik tanrı istedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona aşıyorum biz sanki hiç kadın görmedik
biz galiba hiç kadın görmedik / çok doğru /
biz iş gördük güç gördük kadın görmedik
zaman mı bulamadık ne/ biz kadın görmedik
ve bir kadın aldık çarşıdan birşeyler umarak
kadın dediler soy dediler soyduk
giysilerini soyduk kadının ve şeylerini
ve salt kadın dediler salt kadındı şimdi o
salt erkek bekliyordu şimdi biz salt erkeğiz
salt erkeğiz ve çok açız dayanamadık
soymayı sürdürdük kadını gözlerimizle
ve soyduk giysilerini kadının ve şeylerini
ve soyduk saçlarını dudaklarını ve gözlerini tardıeu gibi
ve soyduk birşeyler umarak derilerini etlerini
ama hep birşeyler umarak soyduk herşeylerini
ne çıktı karşımıza biliyor musunuz sonunda
salt kadın yerine salt kemik
ve kemikler arasında kirli bir yürek
çirkin korkunç bir iskelet
oysa hep başka düşlemiştik kadını
en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli / yani kadın
yani kadın /
biz çok açtık kadın istedik
yani kadın yani sevgi yani aşk
ama en iyi en güzel ve sıcacık
ve de temiz yürekli
yani kadın
açtık çok açtık çok çok açtık
tanrı istedik
ve oturup ağladık niye
ve niye hiç görmemiş gibi sanki
oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
ona şaşıyorum biz sanki hiç tanrı görmedik
hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru/
tanrı da mı hiç görmedi bizi
hep bilinen şeyler gibi yinelemek
ama yalnız yinelemek hep yinelemek hep umarsız
-sen n’apıyorsun orda sen n’apıyorsun
-hiç sigara kutusu topluyorum yerden yakıcam
-bak bir odun düştü arabadan alsana
-yok onu öteki alsın o çok yoksul
-kamyona geleyim mi abi kamyona iyi taş taşırım
-beş liradan fazla vermem bak hava cok soğuk
– manton yok mu senin bu kış kıyamette
-hırkam eski biraz ama olsun yündür tutar gene
çıplaklıktan iyidir
-bu adam deli mi ne yırtık gömlekle bu soğukta
-ben karı iki beş de çocuk yedi bir de tanrı sekiz kim
ısıtacak bizi kim doyuracak bizi
-‘inandığımız tanrı -da- yalnız bıraktı bizi’
bağışlatıcı olmuyor ey bagışlatıcı olmuyor
bilmem nerelerdeki özgürlük şarkıları
bizim özgürlüğümüzü bunca kısıtlamışken
tutsaklığımızı sürdürürken ezerken ezdirirken
kurdukları düzende kayırdıkları güçlere
kayırdıkları güçlere sanki biz insan değiliz
gökyüzüne uzanmaktan yoruldu ellerimiz
ne isteriz ne isteriz bilseniz
bilseniz inanca karşı gelmek ne zor
bilseniz ekmek yemek su içmek ne zor
bilseniz mutluluk ah mutluluk
mutluluk çok ötelerde şimdi
nedensiz isteksizliğiyle vermekten kaçındığı bizlere
bizlere yani kendi yarattığına
/ ne gülünç kendi yarattığına /
mutluluk çok büyük ve çok ötelerde şimdi
tanrı kadar
ulaşılmaz
bir ulaşsam bir ulaşsam yok mu ya bir ulaşsam
kimselere bırakmıycam kimselere bırakmıycam
ama gücüm ama gücüm ama gücüm kısıtlı
valla bıktık billa bıktık yaşamaktan
ben insanım dedik günahkâr olduk
ben tanrıyım dedik günahkâr olduk
ben günahkârım valla
ben günahkârım valla ve de tüm günahlarını insanların
topladım omuzlarıma/ ben günahkârım valla
bir hafifledim bir hafifledim ki sormayın
günâhlar ne hafif şeyler öyle ve de ne güzel
ben hep tanrıyı düşündüm tanrıyı sevdim
ben hep tanrının dediğini yaptım günahkâr değilim
baktım hiç düşünmedi tanrı beni hiç sevmedi
baktım tanrı hiç yapmadı dediğimi
töbe töbe ben günahkârım valla
kaynattım üç tencerede üç ayrı aşı
ekmeği kadına kadını tanrıya tanrıyı ekmeğe üleştirdim
80
Tam unuttum derken; bir şarkı çalar,
Biri onun gibi güler,
Birisi parfümünü sıkıp onun gibi kokar,
Tüm unuttuğun boşa gider….
Cemal Süreya
79
"uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
bu rüzgâr yüzünden bana olanlar... "
77
NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Ahmet Hamdi TANPINAR
76
“Maviye,
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim,
düş benim,
Ellere nesi?
Haydi gel,
Ay karanlık... “
Ahmed Arif / ay karanlık
75
"İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
İşte şu begonya, işte yalnızlık
İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
İşte yok oluşumdan doğan kent
Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
Ben dediğim koskocaman bir oyuk
Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
Yetişip öne geçiyorum sık sık. Sözgelimi
Bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
İyi
Bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
Salıyı gösteriyor.
Salondaki büyük saati sattım
Saatin ölçebileceği
Herhangi bir zaman parçası yok
Gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
Bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
Ne gereği var ki saatin
Balkona çıkıyorum sürekli
Yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
Bir semtin ilk rengini alıyorum
Örneğin Ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
Bazan
Anılardan anılara bir yol
Ve
Anılardan anılara sallanan bahçe
Hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
İyi.
Yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
Bu sabah bu sabah
Oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
Oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
Nasıl?
Güllerse güller içinde yani
Ve balkon demirinde bir martı. Dedim ki
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok evin içinde
Deniz şuralarda bir yerde olmalı
Çıt yok
Sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
Ve göklerden tepelere inen bir sokak
Ya da bir akarsuyum ben
Denizse
Şuralarda..
Yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
Balkonda
Deniz de öldü sonra, martı da
İyi iyi.
Suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
Günler -seni anımsadığım zaman-
Birden Kurtuluş’tan Taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
Mavi bir elektirik çakımı tellerde
Sanki kar yağıyor da sürekli, Tepebaşı’ndayız
Karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
Besbelli Gümüşsuyu’ndayız, Rus lokantasındayız
-Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
Şarap içmişiz, üşüyoruz
Dışarda dünya silinmiş
İkimiz ikimiz ikimiz
Böyle birkaç defa ikimiz
Sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
Nasılsa
Sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
Sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
Üşümüyorum da
Bende herkes var, diyen bir kızın titrek
Sesleri dökülüyor kucağıma
Dudaklarım kan mavisi bugün.
Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
Biz burda kırk yaşındayız hepimiz
Dördümüz bir kişiyiz de ondan
İçimizden biri uyuyor olsa, falan filan
Onu bekliyoruz bir kişi olmak için
Evet evet, yanılmıyorum ben
Bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
Doğrusu ya
Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
Duvardaki vitray, begonya
Begonya, vitray
Kurtuluşla Asmalmıescit birbirine geçiyor
Bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
Karanfil kokuyorsa biraz
Yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
Saçlarını soğuk ve uzun.
Ne diyordum? yağmurlar, evet
Üşümüyorum ürperiyorum sadece
Biçimini zorlayan bir kedi gibi
Dur biraz
Kapı çalındı, hayır, telefon
Telefon kapı telefon
İkisi birden mi yoksa
Yoksa
Ne telefon ne kapı
Bir şimşek sesi hiç olmazsa
O da değil
Ses filan duymadım ki ben
Yuvarlandıkça büyüyen
Bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
İki sesi taşıyan bir ses
Neden olmasın
Biraz önceki gibi
Üstümden biri kalkmıştı -yok canını-
Öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
Yer değiştiren gezgin bir gölge
Bahçedeki ceviz ağacından
İçeri sürüklenen."
74
"seni bir anneye benziyorken görselermiş
beni bir sona eşlik ederken
kaç ton tur gök döndü üstünde bilselermiş
önce iyi ki, sonra keşke demeselermiş
bilselermiş eskiden;
ağzında bakla, gözünde yaş ıslanmaz değildi.
değildi dünya üç günlük
sevmek, yeri gelmişken.
ve bilselermiş, gözlerim olsaydı mutlu son gibi bakardım
sen, atarım kendimi buradan dediğinde
bir gözden düşüldüğünde de ölüneceğine inanacaklarmış"
Taze ölüyü anımsatıyorken bakışım - mazlum mengüç
73
güzel bir ilhan berk şiiridir;
geceye hey dedim bir bulut beyaz aydınlık
geçiyor ve ben görüyorum belki yalnızlık
kâğıt gibi bir kadın sana bakıp gülüyor
demek sen daha güzelsin gökyüzünden artık
sokakları bembeyaz evleri geçiyorum
bir koşu bir rüzgârı alıyorum karanlık
bir kenttesin ve var ta ne zamanlardan beri
o zamandan trenler evler geçiyor kapanık
aşkın ki hiç durup dinlenmek nedir bilmiyor
aşkın ki anlatılamaz ihtiyar ve yıkık
nice nice yaşamalara açılmışsındır
nice yaşamalar ki kalmıştır yarım buruk
işte adakale sokağındayım ve birden
benim işte dünya kadar güzel ağzın artık
durup bir yıkık aşk dedim ilhan berk bir yıkık
aşk şimdi o şiirlerde senden kalan ancak
72
muhteşem bir kemal özer şiiridir;
annem mi bir kadın
geciken bir kadın gece yatısına
ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
günübirlik bir kadın
üsküdar'la istanbul arasında
babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının
akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği
71
sen esirliğim ve hürriyetimsin,
çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen memleketimsin.
sen ela gözlerinde yeşil hareler,
sen büyük, güzel ve muzaffer
ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...
nazım hikmet..
70
zamanlar
hepsini gördüm ayrı ayrı,
kuşların zamanı tunç rengindedir.
tanrılardır taşın zamanı,
denizin zamanı ölür dirilir.
göğü tanıyamadım, yok ki,
sahipsiz zamanlarla doldurmuşlar,
ama ordan iner o eski
ölümsüz sevdaların zamanı kar
ve havlamayan dev köpekleriyle
insanın zamanı... olmayan
ama hayalet bir yasemin gibi kokan,
toprağımız eşelendikçe.
melih cevdet anday
69
en sevdiğim şiir: bir ayrılış hikayesi -nazım hikmet.
"Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR..."
68
muhteşem bir melih cevdet anday şiiridir;
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil bu anılacak şey değil
apansız geliyor aklıma
neredeyse gün doğacaktı
herkes gibi kalkacaktınız
belki daha uykunuz da vardı
geceniz geliyor aklıma
sevdiğim çiçek adları gibi
sevdiğim sokak adları gibi
bütün sevdiklerimin adları gibi
adınız geliyor aklıma
rahat döşeklerin utanması bundan
öpüşürken bu dalgınlık bundan
tel örgünün deliğinde buluşan
parmaklarınız geliyor aklıma
nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
kahramanlıklar okudum tarihte
çağımıza yakışan vakur, sade
davranışınız geliyor aklıma
bir çift güvercin havalansa
yanık yanık koksa karanfil
değil unutulur şey değil
çaresiz geliyor aklıma.
67
akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;
zeynep söylesene
neden açmayıp yaktın sevgilinin gönderdiği mektubu
oysa biliyordun
onat kutlar'ın
“yanmış bir giysinin küllerinden bir ipekböceğine ulaşılamaz”
dediğini
sırtımızı neden birbirimize değil de duvarlara dayıyoruz zeynep
kitap kurtlarımızı neden zehirliyorlar okullarda
ve sorularımıza neden doğru yanıt vermiyor öğretmenler
zeynep söylesene
neden yaralı kartalların düştüğü dağlara çıkıyoruz
kıyı kahveleri dururken
ve nasıl yitiriyoruz analarımızı babalarımızın hoyratlığında
zamanın kestiği geri dönüşsüz bir bilet mi gençliğimiz
ya da içimizde başka birileri mi var
niçin ağaç görünce kuşlardan utanıyoruz zeynep
“kafesin biri, bir kuş mu aramaya çıkmış”, kafka'nın dediği gibi
yoksa
“her öten kuş, yardımcı olmuyor mu gerçekten göğe”
bunu sana değil, erich fried'e soruyorum
ve kimden söz ediyor nietzsche, “uçurumu sevenin kanatları olmalı” derken
aşktan niçin korkuyoruz zeynep
aşık olduklarımıza hem tapıyor
hem boğmaya çalışıyoruz bir kaşık suda
paylaşılacak bir ekmeğin arasında
yuva denen hapishaneye
gizlice soktuğumuz
bir törpü müdür aşk
bizi yakaladıkça hırpalayan bir yürek kabadayısı mıdır
geçmek için gölgesini arayan yaban atları mıdır aşıklar
yalnız sana değil
kendime de soruyorum
soruyorum
ve bellek evreninde
başka soru yağmurlarıyla karşılaşıyorum
kim olduğumu anlamak için
uçurumlara ve kanatlara bakıyorum
savaşlara ve barışlara
elmaslara ve buğdaylara
tekerleğe ve bilgisayara bakıyorum
anlamak için kim olduğumu
senin gözlerine bakıyorum zeynep
yanlış anlama ama
neden yakmayıp açtın sevgilinin gönderdiği mektubu
66
BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE BİR BULUTUN
Başımızın üstünde bir bulutun
Güneşe asılmış gölgesi,
Uzakta toz halinde dağılan
Yoğurtçu sesi,
Gün bitmeden başladı içimizde
Yarınsız insanların gecesi.
Ahmet Hamdi TANPINAR
65
Sen varken zaman ne de hızlı
Geceler sen varken aydınlık
Sen varken her şey tastamam
Yüzüm gülüyor birden
Şarkı söylemek istiyorum
Yollar sen varken kısa
Sen varken toprak daha bir sıcak
Gözlerim sen varken uğramaz yasa
Yüreğim kanatlanır birden
Şarkı söylemek istiyorum
Güneş sen varken iniyor bahçeye
Yıldızlar sen varken parlıyor
Sen varken hayat yerli yerinde
Dilim çözülüyor birden
Şarkı söylemek istiyorum
Yıldırım can atila
64
sen
daldın sen,
serin su başlarında eyleşen,
bir söğüt dalı!...
baldın sen,
binbir bozkır çiçeğinden süzülmüş,
ankara balı!...
yapraktın sen,
uğruna yaşanmış ölünmüş,
vatan toprağı!...
mehmed kemal
↑