kayıt

günün şiiri

  1. 88
    Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim.
    Binlerce yengiden de bana değerli olan sen!
    Dünyadaki tüm parlak başarılardan
    sensin yüreğime yakın olanı!

    Yenilgi, yenilgim, baskaldırım
    ve de benim kendimle tanışmam.
    Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan
    ve solmuş defneler peşinde koşmayan
    biri olduğumun bilincindeyim;
    ve sende, yalnızlığımı buldum
    ve de herkesten uzak,
    ve de gururlu olmayı.

    Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım
    ve de kalkanım.
    Gözlerinde okudum tahtı arayanın
    kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü.
    Ve, bir kimsenin derinliklerindeki
    esasını anlayabilmemiz için
    onun gücünü söndürmemiz gerektiğini.
    Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki,
    bir meyvenin tadına varılabildiğini.

    Yenilgi, yenilgim,
    benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım
    şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın.
    Ve senden baska hiçkimse bana söz etmeyecek
    kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından
    ve de geceleri yanan dağlardan.
    Ve sen, tek başına
    ruhumun sarp ve kayalık
    yollarından tırmanacaksın.

    Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim
    sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz;
    ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız
    içimizde ölmekte olanlara;
    ve tutunacağız, tüm gücümüzle,
    güneşin karşısında;
    ve de tehlikeli olacağız.

    (bkz: halil cibran)
  2. 87
    uyu! gözlerinde renksiz bir perde,
    bir parça uzaklaş kederlerinden.
    bir ruh gülümsüyor gibi derinden,
    mehtabın ördüğü saatler nerde?
    varsın bahçelerde rüzgar gezinsin,
    yağmur ince ince toprağa sinsin,
    bir başka alemden gelmiş gibisin,
    dalmış gözlerinle pencerelerde.
  3. 86
    karantina günlükleri

    koltuğa gömülmüşüm
    idrak bilmem
    yeşil kapaklı getir damacaların olduğu evlerde
    virüs nedir bilmem
    banyomda activex
    elimde protex
    kalbimde sen

    son kez göreyim seni
    bu sefer son olsun
    最后一刻

    *cihat akbel
  4. 85
    Şimdi açsam pencereyi beklesem
    Sen gelsen
    Olmaz ya hani geliversen
    Hiç bir şey sormasan
    Hiç bir şey söylemesen
    Sussam
    Sussan
    Sussak.
    Susuşların anlattığını dinlesek
    Sırt sırta otursak
    Katılasıya ağlasak
    Sormasak birbirimize sebebini
    Sarılsam
    Sarılsan
    Sarılsak.
    Ve yine hiç bir şey konuşmasak
    Ama anlasak
    Ne vardı sahi
    Olmaz ya
    Hayal ya
    Hani diyorum olsa ne vardı.

    Cemal süreya
  5. 84
    Hep yaşadığımı hatırlatıyorum kendime
    Diyorum ki işin acele
    Bir gün ne el kalacak tutmak için
    Ne yürümek için bacak
    Ne bulutların seyri
    Ne de bir hatıra dünyamızdan
    Çünkü hatıralar kuşlar gibi
    Dal ister konacak
    Bir gün yaslanmak istesen pencereye
    Diz çökmek istesen nafile
    İş işten geçmiş olacak

    Oktay Rıfat
  6. 83
    ben şimdi biraz da
    senin için görüyorum;
    gökyüzünün parlak,
    bakış seken mavisini.

    ben şimdi biraz da
    senin için duyuyorum;
    gecenin o sarsak,
    yokuş çıkan ezgisini.

    ben şimdi kanayarak
    senin için yaşıyorum;
    sazan derisi gibi
    günlerimi külle soyarak.

    metin altıok
  7. 82
    bir çift güvercin havalansa
    yanık yanık koksa karanfil
    değil bu anılacak şey değil
    apansız geliyor aklıma

    -m. cevdet anday
  8. 81
    kadercinin / kendine tapmadan önceki

    son -ya da sona yakın- öfkesinin
    bir dünya görüşünün yorumuna
    başlangıç olan/ çelişkili kötü şiiridir
    açtık çok açtık çok çok açtık

    ekmek istedik kadın istedik tanrı İstedik
    ve oturup ağladık niye
    ve niye hiç görmemiş gibi sanki
    oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
    ona şaşıyorum biz sanki hiç ekmek görmedik
    yemek için
    hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru /
    sanki hiçbir şey de mi yemedik

    bak biz helva yedik güneşe karşı
    / şapka alıcak paramız yoktu / helva yedik
    sonra güneş yedik yüz derece sıcaklıkta
    şart değildi biliyorum güneş yememiz
    güneş onlarındı biz hırsızız hem valla hem billa
    biz toprak yiyorduk o zamanlar katık olsun diye
    güneşi de yedik yüz derece sıcaklıkta hırsızız valla

    bak biz daha neler yedik
    inanamıycaksınız ama hem valla hem billa
    eylüllerden tutun da nisanlara kadar
    göğün saralı günlerinde yağan yağmurlarda
    ve de vıcık vıcık çamurlarda
    ve de dizboyu karlarda
    ve de en bi fena havalarda
    / biliyorum inanmıyacaksınız ama /
    ayaz yedik soğuk yedik hem valla hem billa
    yağmur yedik çamur yedik kar yedik
    ve de eylüllerden nisanlara kadar
    umut yedik umut yedik memetler gibi

    hadi hadi söyletmeyin biz daha neler yedik
    yüzüne tükürülmez adamlardan tekme yedik valla
    çelme yedik tokat yedik alışkınız acımayın bize
    o yüzüne tükürülmez adamlar var ya
    onlar bile hep bizden yediler
    yediler kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
    yediler gücümüzü terlerimizi
    güç deyip ter deyip önemsemeyin
    bizim günboyu kullandığımız şeyler
    ama biz yiyemedik oh deyip
    kollarımızı ellerimizi tırnaklarımızı
    ve de gücümüzü terlerimizi

    hadi hadi biz daha neler yedik
    ot yedik et yedik
    bok yedik/

    açtık çok açtık çok açtık

    kadın istedik tanrı istedik

    ve oturup ağladık niye
    ve niye hiç görmemiş gibi sanki
    oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
    ona aşıyorum biz sanki hiç kadın görmedik
    biz galiba hiç kadın görmedik / çok doğru /
    biz iş gördük güç gördük kadın görmedik
    zaman mı bulamadık ne/ biz kadın görmedik

    ve bir kadın aldık çarşıdan birşeyler umarak
    kadın dediler soy dediler soyduk
    giysilerini soyduk kadının ve şeylerini
    ve salt kadın dediler salt kadındı şimdi o
    salt erkek bekliyordu şimdi biz salt erkeğiz
    salt erkeğiz ve çok açız dayanamadık
    soymayı sürdürdük kadını gözlerimizle
    ve soyduk giysilerini kadının ve şeylerini
    ve soyduk saçlarını dudaklarını ve gözlerini tardıeu gibi

    ve soyduk birşeyler umarak derilerini etlerini
    ama hep birşeyler umarak soyduk herşeylerini
    ne çıktı karşımıza biliyor musunuz sonunda
    salt kadın yerine salt kemik
    ve kemikler arasında kirli bir yürek
    çirkin korkunç bir iskelet
    oysa hep başka düşlemiştik kadını
    en iyi en güzel ve sıcacık
    ve de temiz yürekli / yani kadın
    yani kadın /

    biz çok açtık kadın istedik
    yani kadın yani sevgi yani aşk
    ama en iyi en güzel ve sıcacık
    ve de temiz yürekli
    yani kadın

    açtık çok açtık çok çok açtık

    tanrı istedik

    ve oturup ağladık niye
    ve niye hiç görmemiş gibi sanki
    oturup hep birlikte ağladık ona şaşıyorum
    ona şaşıyorum biz sanki hiç tanrı görmedik
    hadi hiç görmedik diyelim / çok doğru/
    tanrı da mı hiç görmedi bizi
    hep bilinen şeyler gibi yinelemek
    ama yalnız yinelemek hep yinelemek hep umarsız
    -sen n’apıyorsun orda sen n’apıyorsun
    -hiç sigara kutusu topluyorum yerden yakıcam
    -bak bir odun düştü arabadan alsana
    -yok onu öteki alsın o çok yoksul
    -kamyona geleyim mi abi kamyona iyi taş taşırım
    -beş liradan fazla vermem bak hava cok soğuk
    – manton yok mu senin bu kış kıyamette
    -hırkam eski biraz ama olsun yündür tutar gene
    çıplaklıktan iyidir
    -bu adam deli mi ne yırtık gömlekle bu soğukta
    -ben karı iki beş de çocuk yedi bir de tanrı sekiz kim
    ısıtacak bizi kim doyuracak bizi
    -‘inandığımız tanrı -da- yalnız bıraktı bizi’

    bağışlatıcı olmuyor ey bagışlatıcı olmuyor
    bilmem nerelerdeki özgürlük şarkıları
    bizim özgürlüğümüzü bunca kısıtlamışken

    tutsaklığımızı sürdürürken ezerken ezdirirken
    kurdukları düzende kayırdıkları güçlere

    kayırdıkları güçlere sanki biz insan değiliz

    gökyüzüne uzanmaktan yoruldu ellerimiz
    ne isteriz ne isteriz bilseniz
    bilseniz inanca karşı gelmek ne zor
    bilseniz ekmek yemek su içmek ne zor
    bilseniz mutluluk ah mutluluk
    mutluluk çok ötelerde şimdi
    nedensiz isteksizliğiyle vermekten kaçındığı bizlere
    bizlere yani kendi yarattığına
    / ne gülünç kendi yarattığına /
    mutluluk çok büyük ve çok ötelerde şimdi
    tanrı kadar
    ulaşılmaz

    bir ulaşsam bir ulaşsam yok mu ya bir ulaşsam
    kimselere bırakmıycam kimselere bırakmıycam
    ama gücüm ama gücüm ama gücüm kısıtlı

    valla bıktık billa bıktık yaşamaktan
    ben insanım dedik günahkâr olduk
    ben tanrıyım dedik günahkâr olduk
    ben günahkârım valla

    ben günahkârım valla ve de tüm günahlarını insanların
    topladım omuzlarıma/ ben günahkârım valla
    bir hafifledim bir hafifledim ki sormayın
    günâhlar ne hafif şeyler öyle ve de ne güzel

    ben hep tanrıyı düşündüm tanrıyı sevdim
    ben hep tanrının dediğini yaptım günahkâr değilim
    baktım hiç düşünmedi tanrı beni hiç sevmedi
    baktım tanrı hiç yapmadı dediğimi

    töbe töbe ben günahkârım valla

    kaynattım üç tencerede üç ayrı aşı
    ekmeği kadına kadını tanrıya tanrıyı ekmeğe üleştirdim
  9. 80
    Tam unuttum derken; bir şarkı çalar,
    Biri onun gibi güler,
    Birisi parfümünü sıkıp onun gibi kokar,
    Tüm unuttuğun boşa gider….

    Cemal Süreya
  10. 79
    "uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
    gelin duvağından kopan bir rüzgâr...
    bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
    bu rüzgâr yüzünden bana olanlar... "
  11. 78

    benim de bir insan tarafım vardı
    bakma böyle kötü olduğuma
    benim de dileklerim vardı
    benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
    yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
    her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
    büyük dertler için benim ellerim
    anlamıyor musun

    sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
    ben sevilmediğimden böyle çirkinim

    Sana bir Tanrı getirdim - Ümit Yaşar oğuzcan
  12. 77
    NE İÇİNDEYİM ZAMANIN

    Ne içindeyim zamanın,
    Ne de büsbütün dışında;
    Yekpare, geniş bir anın
    Parçalanmaz akışında.

    Bir garip rüya rengiyle
    Uyuşmuş gibi her şekil,
    Rüzgarda uçan tüy bile
    Benim kadar hafif değil.

    Başım sükutu öğüten
    Uçsuz bucaksız değirmen;
    İçim muradına ermiş
    Abasız, postsuz bir derviş.

    Kökü bende bir sarmaşık
    Olmuş dünya sezmekteyim,
    Mavi, masmavi bir ışık
    Ortasında yüzmekteyim.

    Ahmet Hamdi TANPINAR
  13. 76

    “Maviye,
    Maviye çalar gözlerin,
    Yangın mavisine
    Rüzgarda asi,
    Körsem,
    Senden gayrısına yoksam,
    Bozuksam,
    Can benim,
    düş benim,
    Ellere nesi?
    Haydi gel,
    Ay karanlık... “

    Ahmed Arif / ay karanlık
  14. 75
    "İşte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
    İşte şu begonya, işte yalnızlık
    İşte su damlacıkları, alnımda, kollarımda
    İşte yok oluşumdan doğan kent
    Hiçbir yere taşınıyorum, kendime sızıyorum yalnız
    Ben dediğim koskocaman bir oyuk
    Koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
    Bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
    Yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
    Yetişip öne geçiyorum sık sık. Sözgelimi
    Bir iki saatte bitiveriyor bir mevsim
    İyi
    Bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
    Salıyı gösteriyor.
    Salondaki büyük saati sattım
    Saatin ölçebileceği
    Herhangi bir zaman parçası yok
    Gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
    Bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
    Ne gereği var ki saatin
    Balkona çıkıyorum sürekli
    Yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
    Bir semtin ilk rengini alıyorum
    Örneğin Ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
    Bazan
    Anılardan anılara bir yol
    Ve
    Anılardan anılara sallanan bahçe
    Hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
    İyi.
    Yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
    Bu sabah bu sabah
    Oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
    Oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
    Nasıl?
    Güllerse güller içinde yani
    Ve balkon demirinde bir martı. Dedim ki
    Deniz şuralarda bir yerde olmalı
    Çıt yok evin içinde
    Deniz şuralarda bir yerde olmalı
    Çıt yok
    Sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
    Ve göklerden tepelere inen bir sokak
    Ya da bir akarsuyum ben
    Denizse
    Şuralarda..
    Yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
    Balkonda
    Deniz de öldü sonra, martı da
    İyi iyi.
    Suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
    Günler -seni anımsadığım zaman-
    Birden Kurtuluş’tan Taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
    Mavi bir elektirik çakımı tellerde
    Sanki kar yağıyor da sürekli, Tepebaşı’ndayız
    Karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
    Besbelli Gümüşsuyu’ndayız, Rus lokantasındayız
    -Ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
    Şarap içmişiz, üşüyoruz
    Dışarda dünya silinmiş
    İkimiz ikimiz ikimiz
    Böyle birkaç defa ikimiz
    Sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
    Nasılsa
    Sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
    Sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
    Üşümüyorum da
    Bende herkes var, diyen bir kızın titrek
    Sesleri dökülüyor kucağıma
    Dudaklarım kan mavisi bugün.
    Biz burda iyiyiz, biz burda çok iyiyiz
    Biz burda kırk yaşındayız hepimiz
    Dördümüz bir kişiyiz de ondan
    İçimizden biri uyuyor olsa, falan filan
    Onu bekliyoruz bir kişi olmak için
    Evet evet, yanılmıyorum ben
    Bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
    Doğrusu ya
    Yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
    Duvardaki vitray, begonya
    Begonya, vitray
    Kurtuluşla Asmalmıescit birbirine geçiyor
    Bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
    Karanfil kokuyorsa biraz
    Yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
    Saçlarını soğuk ve uzun.
    Ne diyordum? yağmurlar, evet
    Üşümüyorum ürperiyorum sadece
    Biçimini zorlayan bir kedi gibi
    Dur biraz
    Kapı çalındı, hayır, telefon
    Telefon kapı telefon
    İkisi birden mi yoksa
    Yoksa
    Ne telefon ne kapı
    Bir şimşek sesi hiç olmazsa
    O da değil
    Ses filan duymadım ki ben
    Yuvarlandıkça büyüyen
    Bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
    İki sesi taşıyan bir ses
    Neden olmasın
    Biraz önceki gibi
    Üstümden biri kalkmıştı -yok canını-
    Öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
    Yer değiştiren gezgin bir gölge
    Bahçedeki ceviz ağacından
    İçeri sürüklenen."
  15. 74
    "seni bir anneye benziyorken görselermiş
    beni bir sona eşlik ederken
    kaç ton tur gök döndü üstünde bilselermiş
    önce iyi ki, sonra keşke demeselermiş
    bilselermiş eskiden;
    ağzında bakla, gözünde yaş ıslanmaz değildi.
    değildi dünya üç günlük
    sevmek, yeri gelmişken.
    ve bilselermiş, gözlerim olsaydı mutlu son gibi bakardım
    sen, atarım kendimi buradan dediğinde
    bir gözden düşüldüğünde de ölüneceğine inanacaklarmış"

    Taze ölüyü anımsatıyorken bakışım - mazlum mengüç
  16. 73
    güzel bir ilhan berk şiiridir;

    geceye hey dedim bir bulut beyaz aydınlık
    geçiyor ve ben görüyorum belki yalnızlık

    kâğıt gibi bir kadın sana bakıp gülüyor
    demek sen daha güzelsin gökyüzünden artık

    sokakları bembeyaz evleri geçiyorum
    bir koşu bir rüzgârı alıyorum karanlık

    bir kenttesin ve var ta ne zamanlardan beri
    o zamandan trenler evler geçiyor kapanık

    aşkın ki hiç durup dinlenmek nedir bilmiyor
    aşkın ki anlatılamaz ihtiyar ve yıkık

    nice nice yaşamalara açılmışsındır
    nice yaşamalar ki kalmıştır yarım buruk

    işte adakale sokağındayım ve birden
    benim işte dünya kadar güzel ağzın artık

    durup bir yıkık aşk dedim ilhan berk bir yıkık
    aşk şimdi o şiirlerde senden kalan ancak
  17. 72
    muhteşem bir kemal özer şiiridir;

    annem mi bir kadın
    geciken bir kadın gece yatısına
    ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
    günübirlik bir kadın
    üsküdar'la istanbul arasında

    babamdı sakalıydı babamın
    bir akşam göle batırdı
    çıkmamak üzere bir daha
    hepsi de ekmek kokardı
    sayısı unutulan parmaklarının

    akşam bir attır bütün ülkelerde
    serin esmer bir attır
    terkisine çocukların bindiği
  18. 71
    sen esirliğim ve hürriyetimsin,
    çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
    sen memleketimsin.
    sen ela gözlerinde yeşil hareler,
    sen büyük, güzel ve muzaffer
    ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...
    nazım hikmet..
  19. 70
    zamanlar

    hepsini gördüm ayrı ayrı,
    kuşların zamanı tunç rengindedir.
    tanrılardır taşın zamanı,
    denizin zamanı ölür dirilir.

    göğü tanıyamadım, yok ki,
    sahipsiz zamanlarla doldurmuşlar,
    ama ordan iner o eski
    ölümsüz sevdaların zamanı kar

    ve havlamayan dev köpekleriyle
    insanın zamanı... olmayan
    ama hayalet bir yasemin gibi kokan,
    toprağımız eşelendikçe.

    melih cevdet anday
  20. 69
    en sevdiğim şiir: bir ayrılış hikayesi -nazım hikmet.

    "Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
    parmaklarımı kanatarak
    kırasıya
    çıldırasıya...
    Erkek kadına dedi ki:
    -Seni seviyorum,
    ama nasıl,
    kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
    yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
    yüzde hudutsuz kere yüz...
    Kadın erkeğe dedi ki:
    -Baktım
    dudağımla, yüreğimle, kafamla;
    severek, korkarak, eğilerek,
    dudağına, yüreğine, kafana.
    Şimdi ne söylüyorsam
    karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
    Ve ben artık
    biliyorum:
    Toprağın -
    yüzü güneşli bir ana gibi -
    en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
    Fakat neyleyim
    saçlarım dolanmış
    ölmekte olan parmaklarına
    başımı kurtarmam kabil
    değil!
    Sen
    yürümelisin,
    yeni doğan çocuğun
    gözlerine bakarak..
    Sen
    yürümelisin,
    beni bırakarak...
    Kadın sustu.
    SARILDILAR
    Bir kitap düştü yere...
    Kapandı bir pencere...
    AYRILDILAR..."
  21. 68
    muhteşem bir melih cevdet anday şiiridir;

    bir çift güvercin havalansa
    yanık yanık koksa karanfil
    değil bu anılacak şey değil
    apansız geliyor aklıma

    neredeyse gün doğacaktı
    herkes gibi kalkacaktınız
    belki daha uykunuz da vardı
    geceniz geliyor aklıma

    sevdiğim çiçek adları gibi
    sevdiğim sokak adları gibi
    bütün sevdiklerimin adları gibi
    adınız geliyor aklıma

    rahat döşeklerin utanması bundan
    öpüşürken bu dalgınlık bundan
    tel örgünün deliğinde buluşan
    parmaklarınız geliyor aklıma

    nice aşklar arkadaşlıklar gördüm
    kahramanlıklar okudum tarihte
    çağımıza yakışan vakur, sade
    davranışınız geliyor aklıma

    bir çift güvercin havalansa
    yanık yanık koksa karanfil
    değil unutulur şey değil
    çaresiz geliyor aklıma.
  22. 67
    akgün akova'nın ''sevdiğim kadın adları gibi'' kitabından güzel bir şiiri;

    zeynep söylesene
    neden açmayıp yaktın sevgilinin gönderdiği mektubu
    oysa biliyordun
    onat kutlar'ın
    “yanmış bir giysinin küllerinden bir ipekböceğine ulaşılamaz”
    dediğini
    sırtımızı neden birbirimize değil de duvarlara dayıyoruz zeynep
    kitap kurtlarımızı neden zehirliyorlar okullarda
    ve sorularımıza neden doğru yanıt vermiyor öğretmenler
    zeynep söylesene
    neden yaralı kartalların düştüğü dağlara çıkıyoruz
    kıyı kahveleri dururken
    ve nasıl yitiriyoruz analarımızı babalarımızın hoyratlığında
    zamanın kestiği geri dönüşsüz bir bilet mi gençliğimiz
    ya da içimizde başka birileri mi var
    niçin ağaç görünce kuşlardan utanıyoruz zeynep
    “kafesin biri, bir kuş mu aramaya çıkmış”, kafka'nın dediği gibi
    yoksa
    “her öten kuş, yardımcı olmuyor mu gerçekten göğe”
    bunu sana değil, erich fried'e soruyorum
    ve kimden söz ediyor nietzsche, “uçurumu sevenin kanatları olmalı” derken
    aşktan niçin korkuyoruz zeynep
    aşık olduklarımıza hem tapıyor
    hem boğmaya çalışıyoruz bir kaşık suda
    paylaşılacak bir ekmeğin arasında
    yuva denen hapishaneye
    gizlice soktuğumuz
    bir törpü müdür aşk
    bizi yakaladıkça hırpalayan bir yürek kabadayısı mıdır
    geçmek için gölgesini arayan yaban atları mıdır aşıklar
    yalnız sana değil
    kendime de soruyorum
    soruyorum
    ve bellek evreninde
    başka soru yağmurlarıyla karşılaşıyorum
    kim olduğumu anlamak için
    uçurumlara ve kanatlara bakıyorum
    savaşlara ve barışlara
    elmaslara ve buğdaylara
    tekerleğe ve bilgisayara bakıyorum

    anlamak için kim olduğumu
    senin gözlerine bakıyorum zeynep
    yanlış anlama ama
    neden yakmayıp açtın sevgilinin gönderdiği mektubu
  23. 66
    BAŞIMIZIN ÜSTÜNDE BİR BULUTUN

    Başımızın üstünde bir bulutun
    Güneşe asılmış gölgesi,
    Uzakta toz halinde dağılan
    Yoğurtçu sesi,
    Gün bitmeden başladı içimizde
    Yarınsız insanların gecesi.

    Ahmet Hamdi TANPINAR
  24. 65
    Sen varken zaman ne de hızlı
    Geceler sen varken aydınlık
    Sen varken her şey tastamam
    Yüzüm gülüyor birden
    Şarkı söylemek istiyorum
    Yollar sen varken kısa
    Sen varken toprak daha bir sıcak
    Gözlerim sen varken uğramaz yasa
    Yüreğim kanatlanır birden
    Şarkı söylemek istiyorum
    Güneş sen varken iniyor bahçeye
    Yıldızlar sen varken parlıyor
    Sen varken hayat yerli yerinde
    Dilim çözülüyor birden
    Şarkı söylemek istiyorum

    Yıldırım can atila
  25. 64
    sen

    daldın sen,
    serin su başlarında eyleşen,
    bir söğüt dalı!...

    baldın sen,
    binbir bozkır çiçeğinden süzülmüş,
    ankara balı!...

    yapraktın sen,
    uğruna yaşanmış ölünmüş,
    vatan toprağı!...

    mehmed kemal