kayıt

anarko punk hareketi

  1. 1
    anarko punk hareketinin tarihini konu alan güncel bir yazıdır. (link: şuradaki>> : cyberzenarchy.wordpress.com/...) siteden alıntıdır:

    Çok az sayıda sosyal tarihçi 1970'lerin sonunda İngiltere'de, müzik, moda, tasarım, sanat ve estetik alanında ortaya çıkan punk-rock akımının etkisini yadsıyacaktır. Çoğu tarihçi de punk'ın boğucu normlara karşı verdiği öfkeli tepkinin sonuçlarının ve yankılarının günümüzde hala hissedildiğini kabul edecektir. Tabloidleri epeyce meşgul eden Sex Pistols'tan başka, The Damned, The Buzzcocks, Slaughter and the Dogs, X-Ray Spex and The Raincoats gibi yıkıcı guruplar, hep birlikte popüler müzik ve onun kültürel ana akım ile olan ilişkisini yeniden tanımlamışlardır. Yirmi beşinci yıl dönümü kutlamalarının istenmeyen misafiri olarak gazete başlıklarına taşınan punk, savaş sonrası bitkin düşmüş bir yaşamın sınırlarını reddeden, can sıkıntısına, yabancılaşmaya, ücretli köleliğe ve toplumsal geleneklere karşı çıkan uyumsuzlara ve rahatsızlara ilham kaynağı olmuştur.

    Ancak geriye dönüp baktığımızda punk'ın ''normal toplumu'', ''topyekun reddetmesindeki'' saflığın bozulduğunu görüyoruz. 1977'nin sonuna gelindiğinde, punk'ın getirdiği eleştirinin tutarlılığı hızla dağılmaya başlamıştı bile. Kendisini statükoya karşı, uzlaşmaya yanaşmayan bir kültürel ve müzikal saldırı olarak tanımlayan hareket hızla ''şirketleşmenin'' ve ''ticarileşmenin'' tuzağına düşüyordu. Başlangıçta büyük şirketleri reddeden punk gurupları, önde gelen plak şirketleriyle karlı anlaşmalar yapıyor, isyan dolu mesajlarını ambalaja koyup, reklamını yaptırtmaya pek hevesli görünüyorlardı. Punk'ın moda ve takılarla yaptığı yenilikçi deneyleri taklit eden perakende satıcılar standart punk kıyafetler satmaya başlamıştı. Punk rock'ın ticari pazara ve ana-akım kültüre karşı sergilediği, pazarlığa kapalı düşmanlık yerle bir oluyor gibiydi. Sinik gözlemcilerden birinin tabiriyle punk, ''satın alınmış, temizlenmiş, tüketici için uygun ucuz ürünlerden birine dönüştürülmüş''tü. Bu arada punk yolunu da kaybediyor gibiydi, hareketin içinden ortaya çıkan yeni bir dalga kendini gerçek punk idealinin sürdürülmesine adadığını ve punk'ın gerçek ve özgün amacı olarak gördükleri şeyi yeniden keşfetmeye kararlı olduklarını belirtiyordu.

    Punk rock'ın İngiltere ve Birleşik Devletlerde ortaya çıkış hikayesi, bu ''yeni dalga'', müzik, moda, sanat ve kültür hareketinin gelişen tarihi içerisinde, her tür detayı ile defalarca anlatıldı, bireysel biyografilerin yanı sıra punk'ın içerisindeki farklı alt-kültürlerin farklı yer ve zamanlarda ortaya nasıl çıktığından da bahsedildi. Ancak son yıllarda yapılan bu tür çalışmaların üretkenliğine rağmen, punk'ın siyasi tarihinden bahseden olmadı. Punk'ın siyasi ve estetik anlayışının en radikal ifadesi olarak tanımlanabilecek anarko-punk neredeyse tamamen kayıt dışı kaldı. Son birkaç senedir punk fenomeninin farklı yönlerini ele alan yayınların sayısındaki artışa bakıp, hiç birinde anarko-punk'ı görememek gerçekten çarpıcı. Crass'a dair birkaç çalışma yayınlanmış olsa da , punk'a dair güncel akademik ve popüler tartışmalar anarko-punk'ı referans çerçevelerinin dışında bırakıyor. Anarcho-punk'ın, punk pratiğine getirdiği eleştirinin kapsamı ve Crass ile diğer sanatçıların punk'a katkıları düşünüldüğünde, hareketin bu şekilde dışarıda bırakılması iyice göze batıyor. Anarko-punk'ın bu türün tarihine dair yapılan çalışmaların çoğunda yer almaması kısmen yazarların anarko-punk'ın, ''geleneksel punk'a'' getirdikleri eleştiriyle yüzleşmedeki isteksizliklerini yansıtıyor. Ama bir taraftan da bu durum anarko-punk'ın kendi bağımsız duruşuna yaptığı vurgunun ve punk rock'ın ''ortodoks'' ana akımından uzak duruşunun sonucu.

    Crass gurubunun çalışmaları etrafında şekillenen anarko-punk siyasi anlamda bir görüş beyan etmiş ve punk'ı ''aslında olması gerektiği gibi'', yani özerk, yıkıcı ve ticari yozlaşmanın dışında kalacak şekilde sürdürmüştür. Anarşizmin, anti-militarizmin ve pasifizmin politikalarına kucak açan Crass, devrimci bilince sahip bir punk-rock kültürü nosyonunu popülerleştirmek için uğraşmıştır. Bu yaklaşım binlerce kişinin kendini anarko-punk'ın son derece ayırt edici bir yerde duran ''do-it-yourself'', ''kendin yap'' (diy) ortamına dahil etmesi ve enerjilerini, gündemin önemli siyasi mücadeleleri olarak düşündükleri şeye kanalize etmesiyle sonuçlanmıştır. Punk'ın bu olmazsa olmaz koşuluna yaptıkları vurgu önemlidir ancak yıllar geçtikçe hareketin, gerçek potansiyeli olduğunu umut ettiği şeyi ortaya çıkarmak için uğraştığı netlik kazanmıştır. Anarko-punk, sabit bir yapısal biçimle hareket etmediği için, kendi alt kültürünün çizgileriyle belirlenen hareketlerin heyecan verici örneklerinden biri olmuştur.

    Anarko-punk'ın ortaya çıkışı

    Crass gurubunun 1978 senesinde çıkardığı ilk albümü The Feeding of the Five Thousand, evrilen İngiliz punk hareketi içerisinde ortaya çıkan yeni bir akımın habercisiydi. Bu akım ''anarcho-punk'' olarak yüceltilecek, kimi zaman da alaya alınacaktı. Müzikal anlamda anarko-punk kesinlikle punk'a yeni bir ayar çekiyordu. Sex Pistols'ın Never Mind the Bollocks, ya da The Ramones'un kendi adıyla çıkardığı ilk albümlerinin ardından sadece birkaç albüm bir punk-rock albümün nasıl olabileceğini kapsamlı bir biçimde yeniden keşfedilebildi. Bu anlamda, Crass'ın erken dönem albümleri, en az Joy Division ve Discharge kadar ayrıksı durur. The Feeding of the Five Thousand daha önce çıkarılmış hiçbir punk albümüne benzemiyordu. Askeri davullar, elektrogitar uğultuları, sözleri yutarak söyleyen vokal, bir şarkıdan diğerine ara vermeden geçmek, gösterişsiz müzik. Müzikal sunumdan daha çarpıcı olan ise içerikti. Çarpıcı, rahatsız edici albüm kapağı, sıkışık bir şekilde yazılmış şarkı sözleri. Müziğin mesajının ve sunum biçiminin uyumsuz niteliği bu yeni kültüre keskinlik kazandıracak, on binlerce genç punk'ın ve yersiz yurtsuz kalmış radikalin yeni mecrası burası olacaktı.

    ''Punk is dead'' adlı bir marşı andıran şarkı, Crass'ın yarattığı gerilimin merkezinde duruyor ve anarko-punk'ın ne yapmak istediğini özetliyordu. Punk'a hem kucak açan, hem onu kutsayan, hem de ondan uzak durup, onu kınayan bir gurup ve bir akım:

    Kadife fermuarlar görüyorum giysilerinde
    Kulaklarında çengelli iğne seçkin kesimin
    izliyorum ve anlıyorum ki hiçbir anlamı yok bunun
    akrepler saldırır ama sistem iğnelerini çalar

    Davulcu Penny Rimbaud'un daha sonra açıkladığı gibi, punk'a getirilen bu eleştiri, Sex Pistols'ın sözcüsü Johnny Rotten'ın ''gelecek yok'', ''no future'' şeklindeki nihilist bir deklarasyon olarak algılanan ifadesinin aksini ispatlamayı da hedefliyordu. Her ne kadar Rotten ''gelecek yok'' ifadesini pesimist bir biçimde okumayı, öngörü sahibi olamamakla bağdaştırmışsa da, Crass punk'ın tarihin sonunun geldiğini duyurmak için değil, ''tarih yapmak'' için var olduğuna inanıyordu.

    Etraflarında ciddi sayıda genç insan birikmiş olsa da, Crass'ın anrako-punk için bir katalizör olma konumu ciddi olarak gündeme gelmemiştir. Crass ile çalışanların çoğu albümlerini satın alıp, konserlerine gelenlerden daha yaşlı kişilerdi. Çağdaşlarından farklı olarak Crass, 1960'ların karşı-kültürüyle, 1970'lerin orijinal punk'ı arasındaki bağlantıya dikkat çekmek istiyordu. Crass'ın, punk'ın, hippi kültürünün öne çıkardığı ögelerin uzantısı ve yeniden tanımlanması olduğunu iddia etmesi de önemlidir. Crass'ın ortaya çıktığı Dial House komünü'nün üyelerinin hippi ve diğer karşı-kültür hareketleriyle uzun soluklu ilişkileri olmuştu. Hippi görüşünü yeniden alevlendirme nosyonu, punk'ın geçmişten gelen siyasi ve müzikal biçimleri doğrudan reddetmekteki ısrarına ters düşse de, punk da artık 1976 senesinin ''sıfır senesi'' olduğu yönündeki öngörüsünü devam ettiremiyordu. Hippilerin punk öncesi kökenlerinden daha fazla sorun yaratan şeyse içerikti, keza The Clash'in ''nefret ve savaş'' deklarasyonunu, Crass'ın ''sevgi ve barış'' ısrarcılığıyla uzlaştırmak oldukça zordu. Neticede, her iki yaklaşım da punk'ın yasal varisleri oldukları iddiasına rağmen, ortak bir paydada buluşamadı. Yine de Crass hippileri eleştirmekten kaçınmamış sadece temel prensip olarak kabul edilen şeyleri yeniden yapılandırmak istemiştir. sosyal gelenekleri reddetmek, ücretli işçiliğin, savaşın ve militarizmin sefilliğinden bahsetmek ve hem bireysel hem de kolektif özgürlüğü yüceltmek gibi. Ayrıca gurubu eleştirenlerin itiraf etmek de biraz geç kaldıkları şey Crass'ın hippi vizyonunun altmışların karşı-kültürünün kendini tatmin etmeye yönelik hedonizmini eleştirirken, o dönemin daha bilinçli siyasi ögelerini romantik bir biçimde yüceltmesidir. Gurubun hippi ve punklar arasında karşı-kültür bağlamında bir bağlantı olduğu yönündeki iddiası, punk hareketi içerisindeki bazı kişilerin şüpheye düşmesine ve punk'ı eski nesillerin düştüğü hataya düşmekten alıkoyma endişesine kapılmalarına neden olmuştur. Hippi hareketinin düşüşü ve yozlaşması, Crass'ın punk hareketine yaptığı güçlü yatırımı izah etmeye yardımcı olabilir. Punk'ın hippi hareketinin çöktüğü yerde devreye girmesi gerekiyordu. Yazılı veda bildirgelerinde Crass punk-rock'ın anarcho-punk türünün neredeyse ''punk ile eş anlamlı'' hale geldiği konusunda ısrarcıdır. Onlar böyle olsun istemiş olabilir ancak gerçekte durum daha karışıktır. Anarko-punk sürekli ''ana akım'' ile çatışma halindeydi ve kendi okumalarını Crass'ın ki kadar özgün (hatta daha özgün) görenler onlara ya karşı çıkmış ya da yok saymışlardır.

    Anarcho-punk, punk'ın özerklik nosyonunu yeniden gündeme getirmiş. pop endüstrisinden bütün yaklaşımları reddetmiş, herhangi bir ajans ya da aracı olmadan albümlerin yapım ve dağıtım işlerini kendi ağlarıyla, doğrudan ve ortak çalışmayla çözmüştür. Ünleri kendilerine ulusal hatta uluslar arası bir profil kazandıran gurupların hiçbiri kendilerini büyüklere satmamak için kendilerine böyle bir ambargo uygulamamıştır. Bir dizi ana akım projesinden mesul, gelecekte bir menajer imparatorluğuna dönüşecek bir şirket Crass'a mesajlarını daha oturmuş kanallardan iletme teklifiyle gitmiş, bu pek karlı anlaşma Crass tarafından reddedilmiştir. 1984 senesinde gurup, yaptıkları işi deneysel buldukları gerekçesiyle kendileriyle ilgilenen Rus elçiliği temsilcilerini geri çevirmiş, kendilerini konuşmak için çağıran Rus, ''edebiyat dergisi'' çalışanlarının ikram ettikleri votkayı içmekten öteye gitmemişlerdir. Gurubun çalışmaları -sahne şovundan, albüm dağıtımına, gurup üyelerinin fanları ile olan ilişkilerine kadar- punk'ın temeli olarak gördükleri şeyi geri getirebilmek için geleneksel rock'ı tahrip eden, siyasi bir eleştiri olma iddiasındaydı. Anarşi, sevgi ve barış mesajı artık distorte gitar çığlıklarıyla, davul sesleriyle, ''do it yourself'' hareketinin prensiplerini onurlandırmaya çalışan guruplarla veriliyordu; albümler üzerilerinde ''gurubun belirlediği fiyattan daha fazlasını ödemeyin'' ibaresiyle satılıyordu; konser biletleri minimum fiyattan belirleniyordu; rock yıldızı yaşam tarzının tüm yozlaşmışlığı ve gösterişi yerden yere vuruluyordu ve sanatçı ile dinleyici arasındaki mesafeyi minimalize etmek için gerçek bir çaba sarf ediliyordu.

    Crass'ın dağıldığı 1984 senesinde (bu tarih gurup tarafından 1977 yılında belirlenmişti) anarko hareket gücünün doruğuna ulaşmış ve kendi siyasi, alt-kültür sınırlarına karşı mücadele vermeye başlamıştı ve bir tür yorgunluk evresine giriyordu. Aradan geçen yıllar boyunca Crass, anarko-punk etiketi altında birleşen gurupların, sanatçıların ve yazılı yayınların merkez noktasında duran, itici güç olmaya devam etti.

    Anarko-punk'ı tanımlayan özelliklerden biri kurulu müzik endüstrisini her anlamda reddetmiş olmasıdır. Crass ve diğer anarko gurupların (gbkz. Sounds), the NME ya da (gbkz. Melody Maker) gibi dergilerle röportaj yapmayı reddetmeleri ya da fotoğraf vermemeleri çoğu müzik yazarını hayrete düşürmüştür. Anarko-punk kendi mesajını kendi başına vermenin yollarını aramış ve bunu da fanzin ağları, el ilanları, kendi bastığı yazılı yayınlarla yapmıştır böylece içerik ve sunum üzerinde tam kontrol sağlayıp, pop kültürün ıvır zıvırının alanına girmekten kurtulmuştur. Tartışmalar gurubu ilgi merkezi haline getirdiğinde, televizyona ya da radyoya çıkıp, ortaya anarşist bir söylem koyabilirlerdi ancak gurup bu tip katılımları minimum düzeyde tutmayı kıstas olarak belirlemişti. Pop endüstrisinin otoriteleri onları işin dışında bırakmak için epeyce çaba sarf ediyordu ancak yine albümleri BBC'nin ilk otuzuna girecek kadar çok satıyordu. BBC yapımcılarının zaten Crass'ı programlarına çıkarmak gibi bir niyetleri yoktu sadece gurubun ''yayın yasağı'' olan şarkılarından alıntılar yapıyorlardı keza gurubun çoğu çalışmasıyla ilgili ''müstehcen'' olduğu gerekçesiyle koyulmuş mahkeme kararı vardı. Tongue in Cheek adlı fanzin, Top Of the Pops programına çıkmayı kabul edecekleri bir durumun söz konusu olup, olmayacağını sorduğunda, Crass'ın yanıtı şöyle olmuştu:

    ''İstediğimiz bir konuda, o programı çıkmamıza neden olan albümün süresi kadar, sözlerimize müdahale edilmeden konuşabilirsek, çıkarız.''

    Bağımsızlıkları konusunda bu denli ödünsüz tavır sergilemeleri, en iyi yıkıcı eylemin endüstrinin içinde gerçekleşeceğini düşünenler tarafından eleştiriliyordu. bunlar Pistols ve diğer gurupları ''makinedeki zehir'' olarak yücelten kesimdi, onları sisteme dahil olmakla alenen suçlayanlar ise elbette böyle düşünmüyordu. Hareket genişledikçe, Crass kendi uygulamalarının binlerce genci anarşist fikirlerle tanıştırdığını ve bu ölçekte bir hareketin pop endüstrisine dahil edilmesinin, hareketi tehlikeye sokacağını öne sürmüştür. Crass'a göre durum yeterince açıktı:

    ''CBS ile anlaşma yapıp sosyalist bir gurup olamayacağınızı (The Clash'İ kast ediyor), EMI ile anlaşma yapıp, anarşist olamayacağınızı düşünüyoruz.''

    Crass ayrıca anarko-punk hareketinin bir anlamı varsa, bunun kendi siyasi duruşunun geçerliliğini ortaya koymak olduğu konusunda ısrarcıydı. Anarko-punk sanatçılar, punk'ı bir ürüne indirgeyenlerle iş birliği yapmanın, devrimci mesajlarının değerini düşürüp, önemsiz kılacağını ve bu durumda diy manifestolarının dalga geçilecek bir şeye dönüşeceğini düşünüyorlardı. Adam and the Ants gurubunun cinsellik ögesi vurgulanan, karanlık bir art-punk gurubundan, ergenlere müzik yapan bir pop makinesine dönüşmesi gibi.

    Ancak, kaçınılmaz olarak, anarko-punk hareketinin tutarlılığını koruyabilmesinin bir bedeli vardı. Hareketin kendi dağıtım ağı üzerinden yürümesi, bu ağa dahil olanlar için enerjinin ve canlılığın devam ettiği anlamına geliyordu. Ancak punk alt-kültürünün dışında kalanlar bu çalışmalardan neredeyse tamamen habersizdi. Hareketin katı prensipleri iş birliği yapmak için pazarlığa oturmayı güçleştiriyordu ancak anarko-punk'ın kendi muhalif alt-kültür bağımsızlığı da hareketin kendi siyasi ve kültürel değerini net bir biçimde değerlendirebilmesini zorlaştırıyordu.

    Anarko-punk siyaseti

    Anarko-punk aracılığıyla desteklenen siyasi görüşler yoğun ve eklektik ilham kaynaklarını yansıtır, somut konuların yanı sıra ahlaki kaygılara da yer verilmiştir. Tek bir ideolojiden bahsedilemez. Crass'ın durumunda Ghandi'nin prensipleri, radikal felsefe, Beat ve Bohem şairlerin estetik anlayışı, Rimbaud ve Baudelair'in sözlerinin yanı sıra anarşi geleneği ilham kaynağıdır. Crass, gurubun erken dönemlerinde Bakunin'i ''bir votka markası'' sandıklarını söylerken muhtemelen durumu biraz abartmıştır ancak ideologlara ve ideolojilere karşı kuşkulu yaklaşımlarını her zaman korumuşlardır. Bu yaklaşım onların siyasetin güçten düşüren yükünden kurtulmalarını sağlamış olsa da dayanak noktalarının sayısını da bir o kadar azaltmıştır.

    Başlangıçta sürekli tekrar eden ve ağır hakaretlerle dolu şarkı sözleri zamanla sofistike, berrak bir şiirsel yazına dönüşmüştür. Bu tip şarkıların arasında ''Savaşla savaşın, savaşlarla değil'' (şarkı sözleri şarkının adından ibarettir) mümkünken, daha sonraları ''Bumhooler'' ''Rival Tribal Rebel Revel'' ve ''Bloody Revolutions'' gibi yoğun bir biçimde tartışılan polemik yaratan şarkılar ve ''Demoncrats'' gibi spoken word çalışmalar gelmiştir. ''Demoncrats'' aşağıdaki gibi biter:

    Çekildiler kenara, parmakla gösterildiler
    Çünkü Tanrı, Kraliçe ve Ülke artık yatıyorlar sessizce
    Koştular efendilerin önünden, hüznün çocukları
    üçlemenin köleleri, yoktu bir gelecekleri
    İnandılar demokrasiye, konuşma özgürlüğüne
    ama o ölü insan istifinden gelmiyor tek bir nefes
    ne umudu var ne inancı başkalarının ayrıcalıkları yok olmasın diye ölenlerin
    Saraylardaki prensleriniz, kraliçeleriniz
    Kiliselerdeki rahipleriniz, İsalarınız
    Ne yaşarım ne de ölürüm sizin rüyalarınız için
    Girmem cennetinize

    Anarko-punk dahilindeki diğer pek çok gurubun ve performans sanatçısının yaklaşımı bu kadar şiirsel değildir, çalışmalarını gündemin radikal kampanyaları ve konularının dili ve ikonografyası üzerine kurarlar. Crass'ın kendi anarşizm okuması hippilerin bireyin özgürlüğünü devlet müdahalesinden koruma endişesini devam ettirir ancak bunu ''savaş makinesine'' karşı aldığı tavırla harmanlar ve kapitalizmin yabancılaştırdığı sosyal ilişkileri kıyasıya eleştirir. Crass'ın kendine özgü dilinde, anarşizm ve pasifizm eş anlamlıdır ve birlikte var olurlar. ''Anarşi, barış, özgürlük'' çağrıları etrafında gelişen anarko-punk'ın birbirinden farklı siyasi itkileri, hareketi de birbirinden farklı yönlere doğru ilerletmiştir. Anti-militarizm ve özellikle nükleer silahlanma yarışının karşısında durmak hareketi tanımlayan başlıca özelliklerdir. Hareket aynı zamanda feministleri, ateistleri, anti-kapitalistleri ve çevreci politikaları da bünyesinde barındırmıştır ve bunu kimi zaman diğer hareketlerden daha başarılı bir biçimde götürdüğünü de söylemek mümkündür. Conflict ve Flux of Pink indians gibi guruplar için hayvan hakları, hayvanların özgürlüğü, vejetaryenlik gibi konular ön plandadır.

    Crass'ın erken dönem çalışmalarında ateizm hareketin propaganda ve sanat çalışmalarında temel noktada duruyordu. Montaj hattı işçileri, gurubun ilk albümünü açılış şarkısı ''Reality Asylum'' kutsal şeylere saygısızlık ediyor diye kopyalamayı reddetmiş bunun üzerine Crass, şarkıyı daha sessiz bir başka parçayla değiştirmek zorunda kalmış ve bu parçaya da ''The Sound of Free Speech'' şeklinde iğneleyici bir ad vermiştir. Organize dini, savaşlarda ve insanların acı çekmesindeki rolünden dolayı açıktan açığa suçlamak ve kiliseye yönetici seçkinler sınıfının arasında olduğu için saldırmak, hareketin genel olarak üzerinde durduğu konulardır.

    Punk hareketi genel olarak kadın sanatçılar ve feminist mesajlar için mecra yaratmıştır ancak anarko-punk ayırt edici bir biçimde anarko-feminist siyaset için platform oluşturmuştur. (gbkz. Poison Girls) kapitalizme ve militarizme şiddetle karşı çıkmış, yabancılaşmış çekirdek aileyi zekice eleştirmiş ve cinsiyet rolleri üzerine önemli tespitler yapmıştır. Crass bünyesindeki kadın sanatçılar, gurubun ortaya çıkışından itibaren feminist temaları ön plana çıkarmıştır. 1982 senesinde gurup Penis Envy (Penis kıskançlığı) adlı bir albüm çıkarmış, gurubun sadece kadın vokallerinin yer aldığı bu albüm feminist bir saldırı olarak algılanmıştır. Şarkıların sözleri gurubun çoğunluğu erkek olan fanlarının yanı sıra, dünyanın genelini de hedef almış ve sözler, Crass'ın hazır kaynağı olarak görülen ve sürükleyici, ajit-punk ile coşan punkların aslında cinsiyet politikalarını anlamakta güçlük çektiği ve bu konuyu savaş devletiyle çatışmak gibi ''daha baskı yaratan'' konuların yanında ikinci planda gördüğü, ya da hatta alakasız bir konu gibi gördüğünün bilincinde olarak yazılmıştır.

    Crass'ın kendi siyasi konumu ve anarko-punk'ın asi duruşunun yarattığı karmaşa ağırdı. Crass'ın 1982 yılında çıkan A Series of Shock Slogans and Mindless Token Tantrums adlı kitapları, anarko-punk siyasetini şiddet karşıtlığı, karşı-kültür, lüks ve tüketim karşıtlığı ve sermaye ile savaş devletinin güçlerine karşı sürekli bir mücadele için destekleyici zemin yaratacaklarına inandıkları bireysel özgürlük konuları arasında kesintisiz bir etkileşim olarak yorumlar. Bu yaklaşım bazı anarşist muhalifler tarafından devrimci perspektifin ''yaşam biçimine dair görüşlerle'' karıştırıldığı gerekçesiyle eleştirilmiş olsa da anarko-punk, üyelerin radikal uygulamaları yaşam biçimlerine yansıtmaları -iş birliği, ortak yaşam, kar gütmeyen yayıncılık ve sanat, işgal evleri- üzerine kurulmuştur ve bu yaşam biçiminin itaatsizlik ve doğrudan eylem politikalarının oluşmasına yardım edeceğine inanılmıştır. Crass'ın politikası her daim ütopik ve mutlakıyetçi olanla, kişisel ve doğrudan olanının uzlaşmaya varamayan birlikteliği üzerinden şekillenmiştir.

    Crass, punk'ın mirasının işçi sınıfına ait olduğunu iddia eden ve böylece harekete dahil olmak isteyenleri, gazeteciler ve müzik endüstrisinin üstatlarının ellerini teslim edip, sözde ''sokak hareketinin'' sahte kriterlerine uymak zorunda bırakanlara da saldırmıştır. Crass'ın, Genç beyaz erkek işçinin sokak kültürünün fetiş haline getirilmesini eleştirerek -seksenlerin başındaki Oi punk dalgasının siyasi şizofrenisi buna bir örnektir- hareketin sınırlarını genişletmesi önemli bir tartışma konusu olmuştur. Ayrıca anrko-punk harekette o güne kadar var olmayan bir konuyu gündeme getirmiş, giderek artan işsizlik konusuna çözüm olarak sunulan yevmiye sistemini sert bir dille eleştirmiştir. Toplumsal refahın çok da hissedilmediği o dönemde Crass genç işsizlerin ''yedek emekçi ordusundaki'' konumlarının edilgenliğini reddetmeleri gerektiğini ve fabrikalar ile ofislerden bağımsız olmanın onlara yarattığı fırsatları değerlendirmelerini önermiştir.

    Ancak yabancılaşmış emeğin reddedilmesi yönündeki tavır kimi zaman tamamen düşmanca ve yıkıcı bir dil gelişmesine de neden olmuştur. örneğin Ford üretim hattında çalışan işçileri kendi kendilerine boyun eğdikleri için, suça dahil olmakla itham etmişlerdir. Anarko-punk hareketi, enerjisinin çok ciddi bir kısmını çoklu kapitalist hedeflere karşı kolektif eylemi teşvik etmeye harcamıştır ve bunu iktidar ilişkilerini ve Thatcher'ın ingiltere'sinde mülkiyetin ve servetin kime ait olduğunu ifşa eden görsellerle, şarkılarla yapmıştır; dolayısıyla hareketin siyasi yönüne dahil olmadan hareketin içinde kalmaya çalışanların pek şansı olmamıştır. 1984'e gelindiğinde, anarko-punk hareketi nükleer karşıtı hareketlerin yanı sıra, grevdeki madencilere destek ve para toplamakla uğraşıyor ve barış harekatının nükleer devletle çatışmasının giderek artan devrimci bir bilinç yarattığı düşünülüyordu. Kendini harekete adamış anarko-punklar sabotajlar düzenliyor, ABD'nin askeri ve ekonomik emperyalizmini ifşa ediyor, dünyadaki açlık sorununa dikkat çekmek için oruç tutuyor, bir taraftan da ordunun asker alımları yaptığı şubelerine gizli, kapaklı sprey boya saldırıları düzenliyorlardı. Hareketi ayakta tutan ne merkezi bir komitenin diktasıydı ne de sadece Crass'ın açıklamaları; hareket alt-kültürün fanzinleri, gösterileri, albümleri ile yürüyordu. Gurubun destekçileri de eleştirenleri de hareketin sınırlarının kafa karıştıracak kadar belirsiz olduğu konusunda hemfikirdi.

    Hareketi, başlangıçta bir araya getirmeyi umut ettiği anti-militarist ve anarşist geleneklerden ayıran politik duruşuydu. Crass'ın ingiliz pasifist geleneğinin bazı saygın kurumlarına beslediği coşku bir takım ilginç etkileşimler ve kültürel karşılaşmalarla sonuçlandı. Barış Harekatı Derneği (ya da Canlı hayvanların denek olarak kullanılmasına karşı örgütler ve Sivil Özgürlükler Ulusal Konseyi) gibi saygın kurumların posta kutuları, üzerilerinde sloganlar yazan ve içinden ''mücadelenin'' son geldiği aşamaya dair bilgi isteyen genç punkların yolladığı mektuplarla dolup, taşmaya başlamıştı. Bu ilgiden bir şekilde pek de hoşlanmayan Barış Harekatı, materyallerinde punkların sloganlarını ya da görsellerini kullanmaya da pek hevesli değildi, onlar harekatın kendi saygın dilini ve görsellerini tercih ediyorlar ve punkların ateşli ''savaş karşıtı eylemlerini'' görmezden geliyorlardı. İki tarafın beklentilerinin birbiri ile uyuşmadığı ortadaydı.

    Anarko-punk'ın siyasi kimliğinin büyük kısmı birbirine zıt ifadelerle tanımlanmıştır. Crass nasıl o dönemin başta gelen kampanyalarında etkili olan Troçkist sol kanada şüpheyle yaklaşıyorsa, sol aktivistler de Crass'ın anarşist temellerine güvenemiyordu. Crass'ın, Irkçılığa Karşı Rock hareketi ile olan iş birliği de fazla uzun sürmedi; Crass organizasyonu düzenleyenlerin samimi olmadığını ve işin ardındaki aşırı sol gündemi gizli tuttuklarını iddia etti. Anti-Nazi birliği ve bu birliğin o dönemde sokaklarda çalışan anti-faşist bölükleri ile yaşadıkları durum ise daha tartışmalıdır. Bu bölüklerden biri Crass'ın, Londra Conway Konser Salonunda verdiği konsere davetsizce gelmiş ve dinleyiciler arasındaki dazlakları ya da saçını sıfıra yakın kestirmiş olanlara tespit etmeye başlayarak işe koyulmuştur (bu saç modelinin onların faşist olduğu anlamına geldiği varsayarak), gurup bu durum üzerine çileden çıkmış ve şarkılarına ara vererek ''kendi gericiliklerini ve körlüklerini sergileyen solcu maço sokak dövüşçüleri kıç tekmelemek istiyor'' şeklinde bir duyuru yapmıştır. Bu durum, gurubun aşırı sol ve aşır sağ kanadın ötesinde, anarşizm konusundaki ısrarını pekiştirmiştir.

    Anarko-punk kültürü

    Anarko-punk'ı tanımlayan görsel estetik siyah renkti. Crass, gurubun neredeyse tamamen siyah giyinmeyi tercih etmesinin nedeninin ''moda olan punk endüstrisinin, gösteriş düşkünü tavrına'' karşı bir tepki olduğunu belirtmiştir. Gurubun tasarım ve performans gibi diğer ögeleri ile birleştiğinde, bu görüntü onlara sahnede etkileyici bir duruş kazandırıyordu. Crass'ın müziğine ve felsefesine kapılanların çoğu kısa zaman içerisinde onlarınkine benzeyen bir giyim tarzı geliştirecek, gardıroplarını Ordunun ihtiyaç fazlası malları sattığı dükkanlardan ve hayır kurumlarına çalışan mağazalardan alışveriş yaparak yenileyecek, Levis'ın ve derinin yerini pamuklu kumaş ve kadife alacaktır. Konserlerde ve gösterilerde anarko-punklar birbirlerini bugünkü küreselleşme karşıtı gösterilerde olduğu gibi siyah giyinenlere bakarak buluyorlardı. Her ne kadar aynı tip giyinmeleri bir tür ortaklık duygusu yaratıp, sokak gösterilerinde topluca yürümelerini kolaylaştırsa da, polisler de bu yeni anarşistleri derhal ayırt edip, ona göre hareket etmekte güçlük çekmiyordu. Eleştirmenler herkes için özgürlük isteyen bu ''üniformalı anarşistlerin'' yarattığı ironiyi eleştirmekte gecikmediler (Crass bunun gereksiz bir saptama ayrıca kasıtlı bir yanlış tanımlama olduğunu söylemiştir).

    Yine de anarko-punkların giyim tarzının -gözden kaçmamış olsa da- aslında hareketin yarattığı kültürün en önemsiz taraflarından biri olduğunu söyleyebiliriz. Bundan daha önemli olan iş birliği ve kişilerin kendi başına eylem koyabilmeleriydi. Uygulamada ne kadar kısmi ve kesintili olursa olsun, anarko-punk hareketin süreklilik arz edeceği ve üyelerin kendi başlarına yönlendireceği etkinlikler üzerinden etkisini artıracağı nosyonu üzerine kuruluydu. üyeler yeni guruplar oluşturacak, daha fazla yayın yapacak, kendi plak şirketlerini kuracak ve böylece hareketin etkisinin çoğaltılabileceği bir kültürel alt yapı oluşturacaktı. Her ne kadar albümleri alanlar ve konserlere gelenler bu tür teşvikleri göz ardı etse de, anarko-punkların kendilerini hareketin kültürünü oluşturmaya adayacaklarına ve hareketin ötesindeki siyasi etkinliğe katılacaklarına dair umutlu bir beklenti vardı. Bazı anarko-punklar bu türün fanı olarak bir işleve sahiptiler; albümleri, fanzinleri satın alıyor, konserleri takip ediyorlardı ancak rolleri tüketiciden öteye gitmiyordu. Yine de anarko-punk'ın organizatörleri, reklamcıları, yayıncıları, müzisyenleri, tasarımcıları ve yazarları hareketin kendi içinden çıkıyordu.

    Gee Sus ve Mick Duffield'in görsel ve grafik çalışmaları çığır açıcıydı. Biçimi bozuk Crass logosu; tamamen siyah görüntü; stensilla yazılmış marka ve Crass'ın grafik ambalajının diğer tüm ögeleri, Jamie Reid'in Sex Pistols için yaptığı çalışmaya rakip olacak durumdaydı. Gee'nin çarpıcı kolaj ve montaj çalışmaları Crass'ın müzikal mesajlarını grafiksel olarak güçlendiriyordu. Duffield ve Gee'nin video sunumları punk konserlerini birer film gösterisine dönüştürüyor ve Crass'ın canlı performanslarına damgasını vuruyordu. Çalışmalar etkileyiciydi ve sıklıkla sarsıcı ve dehşet vericiydi. farklı görüntülerin bir araya getirilmesi, kolaj dışı kolaj, guaj gibi teknikler insanı soluksuz bırakacak bir etki yaratacak şekilde kullanılıyordu. Punk'ın ticari bir biçimde ambalajlanıp, pazarlanmasına karşı çıkan bir gurup olarak Crass kesinlikle ayırt edici görsel bir kimlik geliştirmiştir. Geriye dönüp bakıldığında özellikle Vaucher'in çalışmalarının da ''punk neslinin ikonografisi adını ufuk açıcı'' olduğu düşünülmektedir.

    Albümler de ajitasyon cephaneliğinin malzemesi arasındaydı. Siyah beyaz renklerde stencil harflerle ve döngüsel motiflerle bezeli albüm kapakları açıldığında içinden bir dizi bilgi ve sanatsal çalışma çıkıyordu. anarko-punk konserleri de geleneksel rock konserlerinden farklı olarak gençlik kulüplerinde, banliyölerde, kilise salonlarında düzenleniyor, organizasyon da çoğunlukla amatör fanlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Cras, Flux of Pink Indians, onflict ya da Poision Girls gibi daha çok sayıda sanatçının katıldığı konserlerde bir dizi farklı performans sergileniyordu: sahneye gurubun yanı sıra şairler çıkıyor, arka planda film gösterimleri, farklı vokaller oluyordu. Salon anarşist ve anarko-punk amblemlerle donatılıyor, kapıda güvenlik görevlileri beklemiyor, arkada kapitalist bir sponsorun reklamı olmuyor, elbette sosisli sandviç stantlarına ya da kapının önünde gezinen karaborsa biletçilere de rastlanmıyordu. Konser biletleri mümkün olan en düşük fiyattan satılıyor zaten her konser bir yerlere yardım toplamak için yapılıyordu gerçi bilet fiyatlarının çok ucuz olması bağışlanacak paranın da miktarını azaltıyordu. Kapılar açıldığı an performanslar başlıyor, insanlar evlerine dönmekte sıkıntı yaşamasın diye de son otobüs ya da metro saatinden önce bitiriliyordu. Bu performanslar ''her yaşa hitap ettiğinden'' yaş sınırlaması yoktu.

    Punk rock normundan bu tip özelliklerinden dolayı ayrıldığı için anarko-punk dışarıdan saldırılara da açık hale geliyordu ve çoğunlukla ufak tefek olsa da kimi zaman ciddi şiddet olayları yaşandığı oluyordu. Anarko-punk'ın pasifizm ilkesine rağmen yaşanan bu şiddet olaylarının başka nedenleri vardı. Anarko-punk dönemin Troçkist eğilimlerini ve otoriter solun her yardım konserini kendi denetimi altında tutmaya çalışmasını da eleştiriyordu; ayrıca Thatcherizm'in erken dönemlerinde harekete geçmeye çalışan Nazi hareketinin ve aşırı sağcıların da düşmanca saldırılarına maruz kalıyordu. Dolayısıyla anarko-punk hem aşırı sol hem de aşırı sağ için açık hedefti. Konserler alışılmış konser mekanlarında düzenlenmediği için güvenlik görevlisi olmuyordu, organizatörler de doğal olarak polisten yardım alma konusunda pek istekli değillerdi. Hepsinden önemlisi bu konserlere gelen çekirdek dinleyicinin pasifist ilkelerle hareket ettiği, dolayısıyla kendilerini fiziksel olarak savunmaya dahi gönülsüz olacakları biliniyordu. Gelenlerin çoğu ergenlik çağındaki gençlerdi ve her ne kadar dışarıdan herhangi bir şiddete maruz kalırlarsa guruplar onları korumak için ellerinden geleni yapsa da, genel olarak şiddete karşı duran bir eğilim vardı. Tüm bunlar bir araya geldiğinde anarko-punk konserleri, gerektiğinde kendilerini korusalar da, genelde dinleyicisi için tehditkar bir atmosferde geçiyordu.

    Konserler aynı zamanda sayısız punk fanzinin dolaşıma girdiği mecralardı. 1976'da ortaya çıkmaya başlayan punk sahnesinin dokümanı Sniffin Glue adlı fanzinle birlikte, fanzinler punk kültürün ana parçası olmuştu. Punk müziğin ''kendin yap'' kültürü ile paralel olarak fanzinler de orijinal punk hareketinin ''fotokopi makinesinde basılmış metinleri'' haline gelmişlerdi. Irkçılığa Karşı Rock Hareketinin Temporary Hoarding ve Genç Komünistler Derneği'nin Challenge adlı fanzinleri, punk hareketinin fanzin kültüründen etkilenerek ortaya çıkmıştır. Ancak genç punkların amatör yayıncılığı ile başlayan fanzin hareketi, anarko-punk ile daha didaktik bir hal almıştır. Anarko-punk hareketi ciddi bir anarşist yayın ağı kurmuş, hareketin müzikal ürünlerini ele geçirmeye çalıştığı gibi fanzinlerini de sahiplenmeye çalışan kopyacılara karşı sıkı bir mücadele vermiştir. Acts of Defiance, Kind Girls, No New Rituals, Children of the Revolution ve Pigs Will Fly gibi fanzinler doğrudan, sansürsüz yayıncılık yapmış, şiir ve şarkı sözlerinin yanı sıra şok etkisi yaratan görseller kullanmış, nükleer silahlanma, hayvanlara kötü davranılması, işsizlik ve polisin şiddet uygulaması gibi konular sert bir dille eleştirilmiştir. Gençlerin bu radikal siyaset yazınlarının bir araya geldiği binlerce sayfa onların tutkusunu gösterse de, fanzinlerin büyük kısmı ikinci baskısını bile yapmamıştır yine de bu kültür kısa süreliğine de olsa anarko-punk'ın ilham veren ve üyelerini içinde aktif bir biçimde barındıran bir hareket olduğunu doğrulamıştır.

    Ancak alt-kültür anlamında farklı olan bu anarko-punk çevre, bir dizi ortak düşmana karşı müttefiklerle ortak olabilmekten ziyade kendi bağımsızlığını tanımlayıp, savunmakta daha başarılıydı. Hareket kendi içerisinde konserler, guruplar, fanzinler çıkarıyor olsa da organizasyonun çerçevesi anlamında başlangıç noktasında neredeyse orada durmaya devam ediyordu. Crass, hareketin içinde bazılarının onları yakıştırdığı siyasi liderliğe hiç de sıcak bakmıyor, herhangi bir türden eylem çağrısı filan yapmıyordu. Kendiliğinden gelişen eylemlere sıcak bakan gurup, kendi anarşist bir organizasyonun içerisinde tanımlamak isteyenlerin enerjisini de bu yönde kanalize etmek istiyor, keza anarko-punk'ın yenilikçi kültürünün kendi kendini engellemesini istemiyordu. Crass bir kez iddialı bir çıkış yaptı; nükleer devletin temel kuruluşlarına bir yürüyüş düzenlenecek, bu yürüyüş Windscale nükleer santralinden, parlamento binasına kadar devam edecek ve böylece hareketin siyasi boyutu ortaya koyulacaktı. Ancak hareket büyüyüp, militan punklar da işin içine dahil olunca Crass durumu yeniden gözden geçirmeye karar verdi. Anarşist punklar içindeki farklı gurupların birbiriyle çatışmasının yanı sıra tüm anarşistlerin polisle çatışması ihtimali de oldukça yüksekti ve Crass bu olasılığı düşünüp, yürüyüşü iptal etti ve akabinde gelen eleştirileri de göğüslemek zorunda kaldı. Anarko-punk organizasyonel anlamda asla yarattığı alt-kültür kadar ayırt edici duramamış olsa da, dönemin bazı ciddi siyasi organizasyonlarında etkili olabiliyordu.

    Crass'ın siyasi çıkışlarının arasında gelecek vadeden ama ömrü fazla uzun sürmeyen Londra'daki Anarşi Merkezine bütçe oluşturma çabasını (Persons Unknown adıyla bilinen davada yargılanan anarşistlere destek kapsamında), Falklands Savaşına karşı çıkışlarını (gurubun majestelerinin hükümetine ''on binlerce ölünün annesi olmak nasıl bir his?'' sorusuyla yaptığı ''sapkın ve aşağılık saldırı'') ve Thatchergate numarasını sayabiliriz (Thatcher ve Reagen arasında geçtiği iddia edilen ve iki liderin savaş planları yaptığı bu montaj kaset insanların huzurunu ciddi anlamda bozmuş, ingiliz medyasının yanı sıra FBI ve KGB'yi bile kandırıp, aylarca oyalamıştı). Ancak yine de anarko-punk'ın tarihinde hareketin üyeleri tarafından başlatılmış sayısız siyasi eylem vardır.

    Anarko-punk'ın kolektif hareketinin en çarpıcı örneği, 1983 ve 1984 arasında Londra'nın finansal merkezinde düzenlenen bir dizi kapitalizm karşıtı ''Stop the City'' gösterileriydi. Bu gösteriler ''savaşa, sömürüye ve kara'' karşı ve ''hayatı yüceltmek'' amacıyla düzenlenmiştir. Sadece anarko-punk tarafından başlatılmış olmasa da Crass'ın ikinci STC gösterisi ile ilgili yaptığı belgesel film, anarşistlerin ve punkların bu gösterilerdeki yerini ortaya koymaktadır. Bu yarı karnaval, yarı arbede halinde geçen gösteriler hareketin hem kapasitesine hem de siyasi tutarlılığının sınırlarına iyi birer örnektir. Geleneksel, yasaya saygılı gösterilere saygı duymadıklarını ortaya koymuş, bir taraftan da hareketin strateji ve eylem koyma konusundaki belirsizliği ön plana çıkmıştır.

    Crass kendi yazılarında 1980'lerin başında gücü giderek zayıflayan Nükleer Silahsızlanma Kampanyası'nın (CND) yeniden canlanmasındaki rolünü biraz abartmıştır. Yeni silahlanma yarışının başladığı, Avrupa'nın her tarafına Kruz ve Pershing füzelerinin konuşlandırılması yönündeki planla teyit edilmişti ve bu durumun sonucunda nükleer karşıtı hareket, anarko-punk'ın müdahalesi olsa da olmasa da yeniden canlanacaktı. Crass'ın ve anarko-punk'ın iddia edebileceği şey ciddi sayıda radikal gencin enerjilerini silahsızlanma hareketinin en militan anti-militarist kanadına kanalize etmiş olmasıdır ve bu gençler pasifist ilkeleriyle, nükleer devletin askeri mülküne hasar verip ''hukuken cezai yaptırım gerektiren fiil işlemek'' arasında herhangi bir çelişki olduğunu düşünmemişlerdir.

    Crass ve anarko-punk'ın, 1970'lerin başında kısa bir süre canlandıktan sonra yeniden bir gurup dik başlı çocuk konumuna düşerek, marjinalize olan İngiliz anarşist hareketine yeniden can verdikleri de tartışmasız bir gerçektir. Gerçi eski kurtlarla yeni punklar hiçbir zaman tam olarak uzlaşmamışlardır. Bazı eski aktivistlerin endişelerine rağmen, anarko-punk hem harekete yeni kan getirmiş, hem de hareketin o dönem ki meşguliyetlerini yeni üyelerinin temel kaygılarını yansıtacak biçimde yenilemiştir.

    Crass'ın siyasi görüşü, özellikle ilerleyen yıllarda yaptığı çalışmalarla beraber, ciddi bir biçimde değişmiştir. 1982'deki Falklands Savaşı ve ardından 1983'deki Thatcher'ın yeniden başkanlığa seçilmesinin yarattığı şokla beraber gurup siyasi görüşünü yeniden değerlendirmiş ve pasifizm ilkesini yenilgiye uğradığını alenen görmüştür. Gurubun ''You're already dead adlı son singleı umutsuz bir protesto gibidir ve doğrudan daha geniş ölçekte devam eden barış harekatını ''savaş devleti'' ile uzlaştığı gerekçesiyle hedef alır; barış harekatı aynı zamanda Kruz füzelerinin tüm kıta'da konuşlandırılması gibi son derece önemli bir konuda tereddütlü davrandığı için de eleştirilir. Crass'ın eylem için yaptığı en açık çağrı bu olmuştur ve gurubun giderek artan militan ve kapalı ekseni tavırlarını iyice anlaşılması zor bir hale getirmiştir.

    Crass'ın oyunun sonuna gelindiğine dair hissettiği felaket duygusunun bir dizi istenmeyen sonucu olmuştur. Nükleer felaketin saatli bombasını imha edememenin yarattığı umutsuzluk hissi hareketin siyasetinin gelişmesini durdurdu. Maden işçileri grevine verilen destek bile bombanın gölgesinde kaldı. izolasyon duygusu iyice yoğunlaştı, ve hareket kendisine kimseden destek almasa da dünyayı kurtarabilirmiş gibi çarpık bir önem biçti. Conflict'in 1986 senesinde çıkardığı albüme ciddi ciddi The Ungovernable Force is Coming adını vermesi bu durumun örneğidir. Anarko-punk kendi çerçevesi dışındaki siyasi işbirliğine dahil olmadı ve perspektifini yitirdi.

    Crass'ın savaşı, kiliseyi, devleti ve sistemi kınama biçimindeki öfke ve yoğunluk, siyasi perspektifleri belirsiz olsa da punk'ı kendi isyankar enerjilerini kanalize edebilecekleri bir alan olarak gören durumdan rahatsız ve muhalif gençlere çekici görünmüş olabilir. Hareketi eleştirenlerden bazıları -anarko punk'ın manifestosunun resmiyetine rağmen- üyelerin verilen mesajları sadece ''Crass punk'' olabilmek için üzerinde pek de kafa yormadan benimsediğini belirtmişlerdir. Anarko-punk'ın bireysel yaratıcılığı savunması ile hareketi tanımlayan siyasi bütünlüğün arasında da çözüme kavuşmayan bir çatışma olduğunu eklemişlerdir. Bu eleştirinin geçerliliği ne olursa olsun, daha önemli bir noktayı atladığı ortada: hareketin müzikal ve kültürel tutkularına coşkuyla yaklaşan üyelerin çoğu, siyasi amaçları, Crass ve onların etrafındakilerin umduğu kadar ciddiye almamışlardır. Kimisi müziğin, kimisi savaş karşıtı amblemlerin, kimi de sadece yeraltı kültürünün baştan çıkarıcılığına kapılmıştır. Anarko-punk konserlerine gelenlerin çoğu, Crass ve diğer ticari punk guruplarının arasında ciddi bir ayrım dahi yapmıyor, hem Crass'ın hem de Crass'ın karşısında durduğu punk guruplarının fanı olabiliyorlardı, dolayısıyla çoğu bu hareketin içerisinde geçici süre kaldı.

    Ancak Crass'ın bağımsızlık ve kendi kendini yönlendirme prensipleri ve kendilerinin de bu prensipleri istikrarlı bir biçimde bağlı kalmaları, anarko-punk'ın kendini satmasını bekleyen eleştirmenleri hayal kırıklığına uğrattı. Anarko-punk'ın müziği ve kültürü binlerce genci bir dizi radikal fikir ve uygulamayla tanıştırdı. Crass'ın ve anarko-punk'ın, punk hareketi içerisinden bu denli eleştiri almış olması aslında pek çok açıdan şaşırtıcı değildir. Özellikle Crass kolay bir hedefti. ''Sokak itibarı'' denen şeye prim vermediler, gurup üyelerinin çoğu otuz yaşını aşkındı, hippilere açıkça sempati besliyorlardı, şehir dışında bir komünde yaşıyor ve kendi sebzelerini yetiştiriyorlardı ve hepsinden önemlisi punk aristokrasisine bulaşacak cesaretleri vardı. Punk'ın ticarileşmesini eleştirmekle yetinmiyor, punk'ın isyana teşvik eden, propagandacı tarafını vurguluyorlar, punk'ı sadece öfke ifadesi sananların ya gerçeklerden kaçtığını ya da sadece aptal olduğunu belirtiyorlardı. Bu arada punk da basit bir biçimde sınıflandırılamayacağını, bir dizi siyasi proje ortaya koyabileceğini gösteriyordu; Au-Pairs'in jazz motifleriyle bezenmiş ''sex-pol'' müziğinden, Sham 69 ve UK Subs'ın sosyalizmine, The Gang of Four'ın sanat okulu tabanlı Marksizm'ine ve Oi'nin slogan tarzına, bir dizi farklı müzik bu yelpazenin içindeydi.

    Anarko-punk'ın öneminin ve tuhaflığının ciddi bir kısmı hareketin ve uygulamanın yarattığı gerilimin içerisinde ortaya çıkıyordu -kimi yaratıcı kimisi biraz sorunlu olarak- Gerilimlerin en fazla olduğu yer ise Crass'ın kendisiydi. Verilen mesajların entelektüelliği, inceliği, karmaşık yapısıyla, sunumun yalınlığı ve doğrudan olması arasında belirgin bir çelişki vardı. Ayrıca Crass üyeleri hareketin önde gelen isimleriydi ve gündemi onlar belirliyordu ancak bir taraftan da gurup liderlik rolünü reddediyor, bu konuda sorumluluk almıyordu. Crass'ın farklı saldırı biçimleri geliştirmek ve projenin kendi yaratıcı sınırlarını aşması yönündeki kararlılığı geniş kitlelerin tutumuyla da her zaman uyuşmuyordu keza şarkı sözü yazanlar, fanzin editörleri ve grafiti sanatçıları, konu başlıklarını savaş, hayvan hakları ve nükleer tehdit olarak belirlemişlerdi ve çalışmalar artık rutine binmeye başlamış ve dolaysıyla verim düşmüştü.

    Crass ve ilham verdiği hareket punk'a belki de taşıyamayacağı bir yatırım yaptı ancak anarko-punk yine de punk'ın orijinal potansiyelinin ciddi bir kısmını yozlaştıran uzlaşmacı tavra, hiçe sayılan prensiplere karşı gerçek bir hamleydi. Hareketin yoğunluğunu bir baskı unsuru değil bilakis ilham verici bulan binlerce genç için anarko-punk, bireysel siyasi duruşun, karşı kültürün ve devrimci uygulamanın, barış ve özgürlük adına yeni bir kitlesel harekete dönüşebileceğini gösterdi. Katılımcıların önemli bir kısmı bu kaygıyı anlamamış olsa bile bu sadece anarko-punk'ın değil onlar gibi çağdaş ilerlemeci pek çok hareketin de ortak kaderidir. Crass en azından bu durumun farkındaydı:

    ''Bizden her gün çalınan kendi dünyamız. Geri almak için koyulduk yola. En son hippi demişlerdi, şimdi punk diyorlar adımıza.''

    edit: tek tek kesme işaretlerini düzelttim ve imla hatalarını da yok etmeye çalıştım sözlük için. *